Kim kazanacak?
“Her şey vatan için.” O siyaset ve o duygular gitti. Yerine “kim kazanacak ve benim kârım ne olacak” sorusu geldi.
Kısaca, salt çıkar.
Belki hâlâ kıyıda köşe de “salt çıkar” yerine “sahiden vatan, önemli olan ülke” diye düşünenler vardır.
Bilemiyorum.
Ancak, benim kuşağımın, çıkarsız, öncesiz ve sonrasız, amasız ve fakatsız, ölümü göze alma pahasına partilileştiği, partiyle kendini birebir; tıpkısının aynısı gibi gördüğü dönemler vardı. Öyle ki, kentin en göze görünen duvarlarına parti adı ve sloganı yazarken, genç yaşında kurşunlanıp ölenler bile oldu.
Hazin hikâyeler.
Yıllar geçtikçe duygularımız da yaşımız gibi değişti. Çünkü ortada, uğruna kendimizi adadığımız, yalansız dolansız, ideal dünyamızın en yükseğine oturttuklarımızı, gördük ve anladık ki aslında yalanmış. Hiç kimse göründüğü gibi değilmiş.
Geldiğimiz noktada, ölenler unutuldu; kalanlar kimsenin umurunda değil.
Belki de bir kuşak sorunuydu bu.
Harcanan bir kuşak.
Aslında kayıp edenlerin en başında uğruna savaştığımız vatan/ülke geliyor. Çünkü ister sağcı, ister solcu olsun ölen bu ülkenin çocukları.
Üstelik çoğu üniversiteli.
Kalifiye eleman.
Geleceğin Türkiye’sini inşa edecek, mühendisler, uzmanlar, ekonomistler.
Hâlbuki daha dün, bir benzerini Çanakkale Savaşlarında kayıp etmemiş miydik?
Evet, etmiştik, ama ders almadık. İkisi arasında zihinsel bağ kurmadık. Dolayısı ile tarih bize bir şey öğretmemiş oldu.
Hâlâ birileri bizi geriyor, bölüyor, birimizi diğerimizin karşısına oturtup, düşman ilan ederek seçimler üzerinden kendine gelecek inşa ediyor.
Seçimi kim kazanacak?
Sorunun cevabı açık ve daha şimdiden belli değil mi?
Türkiye Cumhuriyetinin sağcı, solcu, muhafazakâr yahut liberal düşünen ve birbiriyle yarışan oğulları ya da kızları kazanacak. Yani kendi ülkemizin, yurttaşları kazanacak.
Bu ülkede bölücüler hariç, hangi görüş, düşünce ya da ideolojiden olursa olsun hepsi, askere gidice “Mehmetçik” olur, Yunanistan-Türkiye maçında Millî Takımın en koyu taraftarı kesilir, adı her ne olursa olsun herhangi bir devlet Türkiye’ye saldırırsa onun tam karşısında konumlanır.
Öyle ise “kim kazanır” sorusunun cevabı bizi rahatsız etmemeli değil mi? Çünkü hiçbir ülkede ve toplumda insanlar, tekmili birden sadece sağcı ya da solcu veyahut muhafazakâr değilse liberal görüşte olmaz. Her toplumda her görüşten insanlar vardır ve ortak payda bellidir: Tarih, kültür, ülke, toplum, bayrak ve vatan.
Demek ki siyaseti düşmanlık olarak değil de rekabet ve proje yarışı olarak görmemiz gerekiyor.
“Bizi yerel yönetimlerde kim yönetecek yahut yönetmeli” sorusunun cevabı, “en iyi projesi olan, en güvenilir bulduğumuz, en nitelikli (liyakatli) kişi yönetecek” şeklinde olmalı.
Esas olan kurallara uymaktır.
Denetlenebilir olmaktır.
Bütün yönetsel faaliyetleri yasaya uygun, yasanın istediği gibi salt çıkarsız yapabilmektir.
Kişilerde aradığımız, üstün nitelik işte budur.
İçinde bulunduğumuz süreçte, toplumun yetki verdiği iktidar, yetki gücünü ne kadar doğru ve tamı tamına yasalara uygun olarak kullanıyor? Bu soruya eğer “Eskiden diye” başlayan bahaneler bularak cevap vermek istiyorsanız biliniz ki siz, en başından seçimlere mağlup bir zihinle giriyorsunuz.
Yeni düzen, tüm saflığı ile koşulsuz verdiğimiz siyasal desteğimizi, partilere olan, samimi güvenimizi, güvene dayalı insani bağlarımızı çürüttü. Yozlaşmanın kaynağı taraftar olarak biz değiliz. Yozlaşmanın kaynağı, bize olan samimiyetini kötüye kullanan siyasal kurumlardır.
Bu sebeple mevcut siyasal manzaraya bakıldığında kim kazanırsa kazansın, ölçütler bozuk olduğuna göre, kazanan millet olmayacaktır.