Kim, kime ve neye göre meşrudur? / Kerim Yılmaz

Kim, kime ve neye göre meşrudur? / Kerim Yılmaz
Bu bağlamda önceki yazımızda vurguladığımız gibi, iktidarın yeni anayasa yapmaya hakkı ve esasen samimiyeti de yoktur...

Meşruiyet, Arapça ''şer'' yani yasal kökünden gelen bir kelime olup, esasen ''egemenlik'' konusunda tespit ve tanım yapan bir kavramdır. İnsanoğlunun yüzyıllar süren çatışmalarının sonunda, yönetim-iktidar yetkisinin dayanağını temellendirdiği bir kavramdır. Sonuçta; halkın egemenliğine dayanan iktidar-yönetimlerin meşru diğerlerinin ise gayri meşru olduğunu ifade eder. Bu meşruiyetin şekli ve sistematiğini hukuki çerçevede açıklar. 

Demokrasilerde halkın yönetimi belirlemesi asıldır. Ancak bunun nasıl, ne surette, hangi süre ve sınırlarda olacağını her daim bir araya gelip belirlemesi imkansızdır. Bunu toplumsal mutabakatla akdettiği varsayılan bir sosyal sözleşmeyle sağlar. Bu da anayasadır.  
Anayasa temelli ve bağlı yasa ve ikincil normlarla oluşan hukuk düzeni hem egemenliğin kullanımının hem de yönetimlerin bağlı olduğu ilkeleri içerir. 

Şu hâlde anayasa ve hukuk düzenine uygun olan her şey meşru, gayrısı ise gayrimeşrudur. Hukuka uygun olan her şeyin her zaman meşru olamayacağı yolundaki yorum ve görüşler indîdir ve ilmî olmayan tartışmalardır. Çünkü toplumsal uzlaşmaya dayanan anayasa temelli hukuk düzeni bütünü olmasa da büyük çoğunluğu kapsar ve temsil eder. Aksi yorumda ülkenin inanç, etnisite ve hatta coğrafya ekseninde nispî meşruiyet anlayışıyla hukukilikten uzak kısmî kabulleriyle çoğunlukla gelenekçi mahalle hukukunu oluşturur ki, modern devletin hukuk anlayışında bunun yeri olamaz. 

Bizim aşiretin, bizim cemaatin, bizim tarikatın, bizim mahallenin anlayış, bizim şehrin hatta bizim köyün adetleriyle oluşan bir meşruiyet oluşur. Bu da modern bir toplumu değil de kabile yaşamını dayatır ve ortada kamu düzeni kalmaz.  

 
Devlet yaşamında olduğu gibi toplum yaşamının da aslolan hukuki meşruiyettir. Hukuka olan her şey meşrudur. Toplumun farklı kesimlerince meşru kabul edilen bir şey hukuki olmadığı sürece anlamlı bir meşruiyeti olamaz.  

Gündemdeki HDP''nin meşruiyeti ve Terör/Kürt sorununun çözümünde muhatap alınmasını da bu bağlamda ve mutlaka anayasal zeminde ele almak doğal ve hatta hukuki zorunluluktur. Anayasal olarak mahkumiyeti nedeniyle yasal açıdan kısıtlı ve siyasi hakları kullanamayan biri yani Apo ile masa kurup müzakere edenlerin TBMM''de gurubu ve Başkanvekili olan bir partiyi muhatap almamaları, alınmasını da ayıplamaları tam da AKP''ne mahsus bir takiyyedir.  

Ülkemizin can yakıcı diğer sorunları gibi bu sorunun çözümünde de demokratik hukuk devletinin ilke ve anlayışı hâkim olmalıdır. Aksi takdirde mevsimsel siyasi yarar ve konjonktüre göre adı değişen veya yok sayılan sorunlar çözümsüzlükle daha da büyür. Bu ülkede herkes için sığınılacak en son ve en salim liman demokratik hukuk devletidir. Bunun ilkeleri ve kuralları bellidir, Cumhurbaşkanlığı Hükumet sistemi gibi yeni keşiflere, hukuken anlamsız ve karşılıksız kalacak icatlara lüzum yoktur.  

Bu bağlamda önceki yazımızda vurguladığımız gibi, iktidarın yeni anayasa yapmaya hakkı ve esasen samimiyeti de yoktur. Anayasalar ellinci, yüzüncü yıl gibi Hurufilikle yapılmaz. Savaş, iç savaş, askeri darbeler gibi rejim değişikliği ve toplumsal dönüşümlerin sonrasında yapılır. İktidarında 2 kez geniş kapsamlı olmak üzere birden ziyade anayasa değişikliği yapanların bugün neden ve hangi ihtiyaca binaen yeni anayasaya heveslenmelerine verilecek en iyi cevap buyurun metninizi getirin de görelim. Ciddi ve konuşmaya değer bulabilirsek eğer tartışırız olmalıdır.