İhanetin yeni adı göç ve göç seviciliği. Kimse iyilik maskesine sığınmasın

İhanetin yeni adı göç ve göç seviciliği. Kimse iyilik maskesine sığınmasın

Gün geçmiyor ki ülkenin herhangi bir yerinden
sığınmacı girişi haberi gelmesin
Sosyal medya bu görüntülerle çalkalanıyor,
vatandaş feryat figan ediyor
siyasiler bu konuyu gündeme getiriyor
ama durumum ısrarla bunun ötesine geçmiyor.
Türkiye’nin sınırlarından gelip geçenlerin
haddi hesabı tutulamaz bir notaya geldik.

Türkiye’nin hemen her ilinden kamyon kasaları
TIR kasaları dolusu Afgan, Suriyeli,
ne olduğu belli olmayan insanlar fırlıyor,
sokaklara dağılıyor ve ortadan kayboluyor.
İşi kötü tarafı akın akın gelmeye devam ediyorlar.
Hava muhalefeti nedeniyle bir süredir gelişler yavaşlamıştı.
Ancak havaların ısınmasıyla birlikte
bu sıralar özellikle Afgan ağırlıklı binlerce erkek
Türkiye’nin, güzel vatanımızın çoktan yolunu tutmuş durumda.

Avrupa ile “Kayserili pazarlığı” adı altında yapılan
ve bu ülkeye yapılabilecek en büyük ihanetlerden birisi olan
göçmen anlaşması nedeniyle Türkiye’ye giren hiçbir sığınmacı
Avrupa’ya geçemiyor, Türkiye’de kalıyor.
Türkiye’yi bir köprü olarak kullanmak isteyen de
hedefi Türkiye olan da bir şekilde,
“Kuş uçmuyor” denilen sınırları aşıveriyor.
Kuş uçmuyor o kesin ama
Afgan, Suriyeli, Pakistanlı uçuyor sınırlarımızda.
Türkiye son yılların en büyük demografik saldırısı ile yüz yüze geliyor.
Öncelikle yanlış dış politikalar nedeniyle,
sayıları on milyonları aşan Suriyeli akını,
Sözde Esad’ın zulmünden kaçtı Türkiye’ye geldi.
Yalnız bu kaçışların birçoğunu, bölgedeki mahkumlar ve aileleri,
Suriye devletinin bütünlüğüne tecavüzden bulunanlar ve ailelerinden oluşuyor.
Olay bununla da bitmiyor.
Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ,
daha önce defalarca uyarıda bulundu.
Gelen göçle binlerce Suriye ajanı ülkeye girdi.
Gelen göçle birlikte binlerce terör örgütü militanı da ülkeye girdi.
Şuan hepsi talimat bekleyen uyuyan hücreler.
Hemen her gün bir yerde IŞİD baskını yapılıyor.
İnsanlar gözaltına alınıyor.
Eli kanlı olduğu şüphe götürmez insanlar
bir bakıyoruz serbest bırakılıyor.
Akıl almaz durumlar yaşanıyor ülkede.
Kimin değirmenine su taşınıyor bir bilen var mı?
Ellerinde merdivenlerle geliyorlar
aşılmaz denilen duvarlar takır takır aşılıyor.
kimdir nedir bilinmiyor, nerden gelir amacı nedir takip edilmiyor…
Acı olan ise çok kolay şekilde devlet eliyle
bu insanlara vatandaşlık veriliyor.
Bütün bunlar bilinmeyen şeyler değil.
daha önce savaşlarla,
Araplaştırma politikalarıyla,
din adı altında vatandaşa empoze edilmeye çalışan
hurafelerle elde edemediklerini
direkt nüfusa darbe vurarak elde etmeye çalışıyorlar.

Suriye göçü öylesine bir göç değil.
Osmanlı döneminde yurdu sırtından vuran,
devletin en önemli kadrolarında yer alırken
devlete sırt çeviren Ermeniler,
özellikle Erzurum, Elazığ çevresinde birçok soykırıma imza atan
binlerce Türk’ü türlü işkencelerle öldüren Ermeniler,
1915 tehcirinde Irak’ın kuzeyi ve Suriye’ye sürgün edildi.
1990’da patlayan Körfez Savaşı ile birlikte
yüzbinlerce Iraklı Türkiye’ye kaçtı,
sonra da Suriye iç savaşıyla birlikte
milyonlarca Suriyeli Türkiye’ye girdi.
Hem de göz göre göre bu istilaya izin verildi.
Sessiz istila söylemi gündem olmuştu bir dönem
ama bu istila sessiz filan değil hayır.
Bölgeye Osmanlı tarafından sevk edilen ve
zamanla Araplaşan Ermeniler yine Türkiye’ye sokuldu.
Bitmek tükenmek bilmeyen Türk düşmanlığı ile yetiştirilen
yaşadıkları her şeyden Türkleri sorumlu tutan
milyonlarca insandan bahsediyorum.
Bu basit bir şey değil,
hafife alınabilecek bir şey asla değil.

Biraz vatan millet sevgisi, biraz bilinci bilgisi olan herkesin
suça karışsın karışmasın,
dünyanın en iyi insanı da olsun,
en güzel Müslüman da görünsün
bu göç akınına karşı çıkması gerekir.
Bu bugün değil, yarın evlatlarımızın, çocuklarımızın canını yakacak,
vatana, toprağın bütünlüğüne ihanet edecek bir durum.
Bu ihanetin önü alınmalı.
Siyaset üstü bir konudur bu,
sadece siyasetin inisiyatifine bırakılamayacak bir konudur.
Ardır, namustur bu konu.
Dramatik öykülerle bu ülke insanlarına yedirilmeye çalışılan bu konu,
göçen sığınmacıların, yaşama hakkı, özgürlüğü üzerinden yapılan
provokatif ve duygusal söylemlerle toz pembe bir görünüme
sokulmaya çalışılıyor.
AB’nin Türkiye’deki mülteciler için pazarlık yaptığı ve
kelimenin gerçek anlamıyla fon verdiği kişiler/kurumlar
sivil toplum örgütleri ya da bu alanda çalışan akademisyenler,
hak savunucuları değil!..

ya bu ülkenin altına bilerek dinamit döşeyenlerdir
ya da romantizm üzerinden adını duyurmak menfaat kazanmak isteyenlerdir.
Bu kişi ve kurumlar kesinlikle vatana ihanet içerisindedir, bilinçli veya bilinçsiz…
Türkiye’ye yönelen bu göçün nedenlerinin başında
Türkiye’deki hükümetin Suriye hükümetini yıkmak istemesi ve
politikalarını, bu hedefe yönelik geliştirmesiydi.
Milyonlarca insan bu politik tercihin sonuçlarından biri olarak Türkiye’ye sığındı.
Bu politikanın sonucu olarak ekonomi bir bataklığa yuvarlandı.
İşsizliği tetikledi, toplumsal bir çözülmeye neden oldu.
Her ne kadar inkar edilmeye çalışılsa da durum bundan ibarettir.
Bu göç dalgasını kesilmesi gerekmektedir.
Ne pahasına olursa olsun engel olunmalıdır.
Caydırıcı tedbirler alınmalıdır.
Vatandaşlık verme işlemlerine kesinlikle son verilmelidir.

Verilen vatandaşlıklar hızlıca iptal edilmelidir.
Mevcut sığınmacıların mal varlıkları devlet tarafından satın alınmalı,
daireyse daire, iş yeriyse iş yeri,
hak mağduriyeti yaşatmadan,
tersine göç için destekleyici adımlar atılmalı,
muhatap devletler ile anlaşmalar
bölgede etkili devletler aracılığı ile yapılmalıdır.
Gerekirse sözde “sığınmacıları düşünen” o “koca yürekli”
Avrupalı devletlerin güvencesinde
bu sığınmacılar tersine göçe teşvik edilmelidir.
mevcut yönetimin böyle bir şey yapacağından umudum kesinlikle yok,
mitinglerde oy toplamak için atılan nutuklara
kesinlikle itimadım yok.
Bu kararı mevcut ve gelecek hükümetlere ancak
halk tepkisi ve halkın kararlılığı aldırabilir.

Hukuk çerçevesinde kitlesel birliktelikle bu durumun önüne geçilmelidir.
Ekonomik sorunlar nedeniyle, insanlar geçim derdine düşmüş durumda
ancak ekonomiyi bu duruma getiren de
yakın gelecekte ülkeyi daha büyük bir bataklığa çekecek olan da
sığınmacı sorunudur ve buna engel olmak
bu vatana yapılabilecek en büyük hizmettir.
İran, Irak, Suriye Türkiye’ye geçişleri adeta teşvik ediyor.
Afganistan sınırından araçlarla Türkiye sınırına taşınıyor insanlar.
Avrupa ülkeleri öldürmeyi göze alarak geri itiyor,
başta Yunanistan olmak üzere tamamı ağır tedbirler aldı.
şayet bu tedbirleri Türkiye alsa manşetler belli:
“İnsanlık düşmanı, faşist, acımasız”
lakin bunu yapan Avrupa olunca “korumacı” oluyor.
Vatanını milletini savunmak eğer “faşistlikse”
en ağır “faşistliğe” ihtiyacımız var.

Suriye, Afganistan, Libya, Irak ve İran doğumlu olan 240 bin civarı seçmen var.
Bunların 167 bini Suriye, 23 bini Afganistan,
21 bini İran, 16 bini Irak, 6 bini ise Libya doğumlu.

Bu sadece tespit edilebilen tablo…
Türkiye, Suriye’de yaklaşık on yıldır süren savaştan kaçanlar için
açık kapı politikası uyguluyor.
Suriyelileri Türkiye’deki göçmen nüfusunda
Afganistan, Pakistan, Özbekistan, Irak,
Bangladeş, İran, Somali ve Filistin
uyruklular takip ediyor.
Suriye’de yaşanan savaşın ve göçün üzerinden
tam 10 yıl geçti ve büyük çoğunluğunun “Suriyeliler geri dönecek mi?”
sorusuna yanıtı “Hayır” oluyor.
Türkiye’de bir düzen kuran, iyi kötü bir iş bulan,
çocuklarını okula yazdıran insanlar
kolaylıkla geri dönmek istemeyecektir ki
yapılan anket araştırmaları da bunu doğruluyor.
Bir ülkeye göç başladıysa, yaptırım uygulanmadığı takdirde,
ilk gelen akının devamı da gelmektedir.
Çünkü yerleşenlerin eşleri, akrabaları,
akrabaların tanıdıkları gibi bağlar daha sonraki akınları getirecektir ve geliyor…
Bu da gösteriyor ki mülteciler ancak
oturma izinleri kaldırıldığı takdirde ülkeyi terk etmek durumunda kalacaklardır.
Sonuç olarak maalesef bu durum çoktan
Türkiye’nin tek başına müdahale edebileceği bir durum olmaktan çıktı.
Daha yazacak çok şey var...
Son sözleri Cumhuriyetin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk''ün
gençliğe hitabesine bırakıyorum.
Yıllar önce bu günlere ışık olacak nitelikte yazılmış,
gençliği aydınlatacak bu hitabe o kadar önemlidir ki,
yukarıda yazılı satırları okuduktan sonra Gençliğe Hitabe''ye başka bir gözle bakılabilir;

Ey Türk gençliği! Birinci vazifen;
Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur.
Bu temel, senin en kıymetli hazinendir.
İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır.
Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen,
vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin.
Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir.
İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar,
bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş,
bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve
memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.

Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere,
memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar,
gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler.

Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler.
Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evladı!
İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır.
Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.

Yazarın Diğer Yazıları