Kimyasal silah kullanmanın bedeli!

Nerede ve nedeni ne olursa olsun, insanlara “kimyasal silah” kullanmak, suçların en büyüğünü oluşturuyor.
Gerçekten de; atom bombasından, biber gazına kadar bütün kimyasal silahların, insanlar üzerindeki tahribatını, devletlerin ve liderlerinin bu arada BM gibi kuruluşların derhal protesto edip kınaması sonra da faillerini cezalandırması gerekiyor.
Son olarak, komşumuz Suriye’de cereyan eden kimyasal silah faciası bütün dünyayı hem ilgilendiriyor hem de “hesap sorma” hakkı veriyor.
Her şeyden önce, diktatör Esad’ın halkına karşı kimyasal silah kullanıp kullanmadığının kesin olarak belirlenmesi icap ediyor.
1300’den fazla Suriyelinin ölümüne neden olan facianın şoku halen devam ediyor.
Ne var ki, hür dünya hâlâ gerçekleri bulmada gecikiyor.
Her ne kadar, başta Türkiye olmak üzere birkaç devlet Esad’ı kesin olarak suçluyor ve şiddetli bir şekilde protesto ediyorsa da, suçlular cezalandırılamıyor.
Sadece, kimyasal silah olayı “siyasi malzeme” oluyor.
Dikkat edilirse, kimyasal silah faciasından sonra, AKP kurmayları ve Başbakan Erdoğan’ın Mısır’ı kenara bırakarak, bu olaya odaklandıkları görülüyor.
Bir yandan, “kimyasal silah” ezberi, diğer yandan bir mektup için dökülen “gözyaşları”  kamuoyunun dikkatinden kaçmıyor.
Tabii ki, bu tür olaylar karşısında üzülmemek hatta ağlamamak mümkün olmuyor.
Ne var ki, böylesine duyguları adeta sergilemek de hiç kimseye yakışmıyor.
Bunca, ekonomik-politik önemli ve acil gelişmeler varken, ülkeyi sadece “trajik” haber ve görüntülere odaklamak, “acemi” bir propagandayı çağrıştırıyor.
Dış politikamızda nasıl  “yalnız” kaldığımızı ve özellikle Arap aleminin bizden uzaklaşma sürecini sanki kamuoyundan saklama gayretleri apaçık sergileniyor.
Bir kez daha belirtelim ki, ister diktatör Esad olsun ister muhaliflerin girişimi olsun, kim ve ne olursa olsun kimyasal silahları kullananların şiddetle cezalandırma beklentisi Türkiye’yi ve vatandaşlarımızı çok yakından ilgilendiriyor.
Türkiye’de iktidarın Suriye yönetimini doğrudan suçlamasına rağmen bazı tereddütler dünyada dolaşıyor.
Nitekim, Suriye’deki katliamın arkasında Şam’ın olamayacağını belirten İran Dışişleri Bakanı, isyancıları suçlarken, Rusya “Olay Esad’ı zorda bırakmak için planlanmış provokasyon” diyor.
Kimyasal silah kullanımını kesin bir dille kınadıklarını ifade eden İranlı bakan, “Bu konu doğruysa, hiçbir cinayetten kaçınmayan terörist gruplar yapmıştır” derken,
Şam yönetimine yapılan suçlamaları yersiz buluyor.
Rusya ise olayın Esad’ı zor duruma düşürmek için planlanmış bir provokasyon gibi göründüğünü açıklıyor.
ABD Başkanı Obama bile, hiçbir şekilde Suriye’yi suçlamazken, bir an önce  “Kırmıza Hat” ın aşılıp aşılmadığını tespit edilmesini istiyor ve bekliyor.
Zaten, kimyasal silah ile uğraşan ve çoğu askeri uzmanlar Suriye’nin böylesine kimyasal silah girişiminde teknik ve taktik olarak bulunamayacağını iddia ediyor.
Gündemde Suriye varken, geçtiğimiz hafta, anormal durumlarını ele aldığımız sığınmacıların ve turist gibi gelen Suriyelilerin gün geçtikçe uyumsuzluk gösterdikleri haberleri çoğalıyor.
Bu arada, vatandaşlarımızın da şikâyetleri artıyor.
Okurlarımızdan, Av. Eltutan’ın mektubunun bir bölümünü yayınlayarak, bazı Suriyelilerin nasıl “baş belası” olduklarını sorgulamamız icap ediyor:
 “Kamplardaki mülteciler sorun ama asıl başta İstanbul’da olmak üzere bazı semtler mülteci dolu. Burada kalanlar nasıl geçiniyor, ne yapıyor, asayişleri nasıl sağlanıyor, aralarında bazısı terör, bazısı cihatçı denilen militanlar var mı? Bir Aksaray semtine gidin.
Yer gök mülteci, hatta Türkçe bir tabela dahi yok hep Arapça yazılar bulunuyor.
Bu gelenler hırlı mıdır, hırsız mıdır kimlerdir?
Bir asayiş olayına karışsalar bunları nasıl tespit edebileceğiz.
Türkiye çok büyük bir tehdit içerisinde.
Bu konuda da araştırma yaparsanız çok sevinirim.”
Durum gerçekten de gittikçe “trajik”  olmanın ötesinde ilerliyor.
Aslında, kimyasal silah faciası ortadayken, böylesine konulara temas etmek insanı zorluyor.

Yazarın Diğer Yazıları