Komünist Nâzım Hikmet'i Türk vatandaşı yaptılar (!)

AKP hükümetinin “Soldan Bakanı” Ertuğrul Günay, emeklerinin karşılığını aldı. Komünist Nâzım Hikmet Ran’ın “vatandaşlığa kabul kararı”nı çıkardı.
“Ben Sovyetler Birliği’nin çocuğuyum. Stalin benim göğümün ışığıdır, fikirlerimin kaynağıdır, beni o yarattı. 19 yaşımdan beri yalnızca kalbim ve kafamla değil, geçmişimle de Sovyetler Birliği’ne bağlıyım” diyen, Mustafa Kemal Atatürk’e “Burjuva Kemal” diye hitap eden Nâzım Hikmet, Stalin’in öldüğü gün de “Seviyorum onu, Karl Marks’ı, Lenin’i, Engels’i sevdiğim gibi” demiştir.
Nâzım Hikmet 1924 yılında birinci defa Rusya’ya kaçıp yurda döndükten sonra değişik suçlardan “Marmara Üssü Bahrisi Askeri Mahkemesi”nce ağır hapse mahkûm ediliyor. Ayrıca, “donanma içinde ihtilal grubu hazırlamak”tan suçlu Süleyman Nuri davası ile ilişkisi meydana çıkıyor.
1950’li yıllardaki “genel af”tan yararlanarak Bursa Cezaevi’nden çıktıktan sonra, İstanbul Boğazı’ndan geçen bir Romen gemisi ile üçüncü kere “vatan” kabul ettiği SSCB’ye sığınıyor. Ömrünün sonuna kadar da, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin emrine girmiş, ganimetlerinden istifade etmiş, bir apartman dairesinde ve bir villada yaşam sürerek maaşını da muntazam almıştır. Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi arşivlerinin açıldığı günümüzde, Nâzım Hikmet’in Türkiye’miz aleyhine kardeş Türk Dünyası’ndaki faaliyetleri ve gizli Türkiye Komünist Partisi’ndeki uğraşları ortaya çıkmış ve gençliğini Moskova’da “Dünya Ülkeleri Emekçi Komünist Üniversitesi”nde eğitim gördüğü belirlenmiştir.
Ölümünden önceki yıllarda, iki yıl beraber yaşadığı Yusuf Yıldırım’ın “İnanmıştım” adlı eserinden öğrendiklerimize göre, Nâzım Hikmet yanlışlıklarını idrak etmiş durumundadır; “-Ben de milletimi aldattım, kandırdım. Bunu da ancak şimdi anlayabildim. Ondan dolayı vicdan azabı çekiyorum. Ben de yalancı, iftiracı şiirler yazdım. Benim bugün vicdan azabı içinde kıvranmama da işte bu kahrolası şairlik sebep oldu. Çünkü ben insanlığın mutlu davasına değil, Rusların çıkarına hizmet etmiştim. Kendimle birlikte, milletimi de aldatmışım” diyor.
Sayın okurlarım, Komünist Nâzım Hikmet öldükten sonra hükümetlerimizin sol görüşlü Kültür bakanları, kendi görüşlerine göre değişik uygulamalara teşebbüs ettiler; Fikri Sağlar en beceriklisi çıktı ve Ankara Hipodromu’ndaki Kültür Parkı’na heykelini diktirdi. İstemihan Talay da, 2002 yılının “Nâzım Hikmet Yılı” olması için UNESCO’ya başvurmuştur. AKP hükümetinin soldan bakanı Ertuğrul Günay, bir buçuk yıl önce Moskova’ya gittiğinde kaçkının mezarını ziyaret ederek çiçeklerini bıraktı ve “Somut bir girişim başlatılacağı güne kadar konuşmayacağını” bildirerek, Komünist Nâzım Hikmet Ran’ın Türk vatandaşlığına kabul kararını geçen hafta, Bakanlar Kurulu’ndan geçirerek hedefine ulaştı. 
Türk kültüründen nasipsiz Kültür bakanlarımızın, komünist Nâzım Hikmet ile ilgili hassasiyetlerini sizlere sunduktan sonra, bu konuda Türk milliyetçilerine düşen görevi en iyi yapan iki rahmetli ülkücü kardeşime de sizlerin huzurunda teşekkür etmek istiyorum. Rahmetli Muzaffer Özdağ, 1996 yılında “Aziz milletmize ve millet iradesinin şuurlu temsilcilerine açık mektup” yazarak hepimizi “Göreve Çağrı” ile uyarmıştı. Yine rahmetli Mehmet Gül kardeşimiz 530 sayfalık “Direnen Son Lenin Heykeli” adlı eseri ile bugüne kadar bizim gözümüzle Komünist Nâzım Hikmet’i her yönüyle ortaya koyan ilk Türk milliyetçisi olmuştur. İkisinin de ruhları şad olsun.
Tanrı Türk’ü Korusun.

Yazarın Diğer Yazıları