Küçük bir devirim masalı

Küçük bir devirim masalı

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu dün grup toplantısında "Değil 6’lı Masa, Türkiye’nin aydınlığa çıkması için gerekirse 16’lı Masa kuracağım" dedi.

Bu sözler üzerine "Kılıçdaroğlu'nun kucaklayamadığı AKP kalıntısı kaldı mı?" diye düşünürken aklıma bir İran masalı geldi.

Farklı renk ve desenlerde bilumum 'muhaliflerin' Kötü Şah'a karşı kol kola çıktıkları yolda başlarına gelenleri anlatıyor...

Yıllar yıllar önceymiş.

İran'da sürekli tekrarlanan dış müdahaleler ve zayıflayan Kaçar Hanedanı'nda işler pek yolunda gitmiyormuş. Meşrutiyet talebiyle gerçekleşen Anayasal devrim sonucunda meşrutiyet ilan edilmiş, yeni bir anayasa hazırlanmış ve meclis açılmış.

Bu arada binlerce kilometre uzaklıktaki batmayan güneşi ile bilinen Britanya İmparatorluğu'nun asilzadeleri bu topraklarla pek ilgiliymiş.

İlginçtir, topraklarında henüz petrol bulunmayan İran'ın, olmayan petrolünün imtiyazı, iş olsun diye bir İngiliz iş insanı olan William Knox D'Arcy'e verilmiş. D'Arcy'deki şansa bak ki bu anlaşmadan tam 7 yıl sonra, mucizevi bir şekilde kuru topraklardan petrol fışkırmaya başlamış. Aradan biraz zaman geçmiş D'Arcy sıkılmış bu petrol işinden, Petrol şirketinin hisselerini Britanya İmparatorluğu'na satıvermiş.

Derken, İngiliz Kraliyet Ailesi'nin 'batmayan güneşini' arkasına alan Rıza adında bir adam hanedanı alaşağı edip, kendisini şah ilan etmiş.

Şah Rıza sırtında taşıdığı 'güneşin' de etkisi ile çevresine ışık saçarmış. Ülkenin her yerini 'aydınlık' Britanya'nın ışıldayan arka bahçesi etmeyi görev bilmiş. Modern ve laik İran'ın temeli petrol kuyularının hemen önüne atılmış.

Şah’ın sırtındaki güneş de iple bağlanıp herkesin görebileceği bir yüksekliğe asılmış.

Güneşi gökte asılı tutmak kolay mı? Otorite ister, irade ister, istikrar ister, çok gerekirse baskı ister.

İşte bu sebeple Keşf-e Hicab diye bir kanunla kadınların kamusal alanda örtünmeleri yasaklanmış.

Aydınlığın en belirgin fotoğrafı, modern kıyafetleriyle sokakları dolduran kadınların rüzgarda dalgalanan saçlarının savrulduğu kareler olmuş.

Kadınların doldurduğu karelerin arkasından Batı'ya oluk oluk petrol akarken savaş patlak vermiş. Savaş sürecinde söz dinlemeyen Rıza emekli edilip "İstediğiniz Rıza olsun" denmiş ve yerine oğlu Muhammet Rıza getirilmiş.

Muhammet Rıza gelmiş gelmesine de bizim güneşi tutan ip akan petrolün ağırlığıyla biraz gerilmiş. Petrolün millileştirilmesi politikasını öne çıkartan Ulusal Cephe bu ortamda hükümete gelmiş.

Ulusal Cephe her ne kadar "petrolün millileştirilmesi" söylemi dışında bir politika üretemese de, bu kadarı bile batıyı epey tedirgin etmiş.

Sen misin arka bahçeyi işaret eden! Hükûmet hemencecik indirilivermiş. Baskı artırılmış.

E tabi bizim ip daha da gerilmiş. Biriken öfke bastırılamaz hale gelmiş, sokaklar hareketlenmiş…

Öfke o kadar büyümüş ki mollalar, liberaller, hatta komünistler Şah'a karşı bir araya gelmiş. İdeolojik olarak temelsiz olan bu ittifak "Şah gitmelidir" sloganı etrafında uzlaşmış.

Bu uzlaşı içinde komünistler düzene uymuş teoriden uzaklaşmış da uzaklaşmış.

Şah'ın bir takım reformları da bu öfkeyi bastırmaya yetmemiş.

Öfkenin gözleri kör ettiği o günlerde Humeyni taraftarları durumu fırsat bilip örgütlenme faaliyetlerini sinsice hızlandırırken, sol güçler ve liberaller el ele Humeyni'yi mutlak iktidarına taşımış.

Şah’ın devrilmesinin ardından "Şah gitmelidir" sloganının yerine İslami hükûmetten söz edilmeye başlanmış.

Humeyni'nin otoritesi günbegün sağlamlaşırken, İran İslam Cumhuriyeti için halk oylaması yapılmış. Gerici rejimin ilanı sandıktan çıkan karara dayandırılarak işte böyle sağlanmış.

Humeyni sistematik hamleleri ile mutlak otoritesini güçlendirirken, devrim sürecindeki ortaklarını tek tek ortadan kaldırmış.

Humeyni'nin 'beklenmedik' atağının ardından güneşi tutan ip “çat” diye kopmuş.

Şah döneminde başörtüsü takmaları yasaklanan kadınlar, yeni rejimde zorunlu örtünme kanunu ile kısıtlanmış.

Bir de bakmışlar ki güneş sandıkları kütle spot ışığından başka bir şey değilmiş. Yerine getirilen ise meşale değil, zincirmiş.

Bu masal pek sevilmiş, dilden dile çevrilmiş ve tabii ki bizde de denenmiş.

Ancak yaşanarak görülmüş ki;

"Şah gitmelidir" demekle olmazmış. Değil 16’lı, 116’lı masa kurulsa göl maya tutmaz, spot ışıklarından göğe güneş olmazmış.

Yazarın Diğer Yazıları