Mansıba dâir...

Mansıp "makam-mevki, yüksek memuriyet" demektir. İl ve ilçelerde 1 numaralı seçilmiş yönetici olmak için binlerce insanın kıran kırana mücadele ettiği, makam-mevki savaşı verdiği şu günlerde, acaba eskiden mansıba nasıl bakılıyordu, günümüzdeki gibi taliplisi çok muydu diye merak edip "divan"ları ve "nasihatname"leri şöyle bir karıştırdım. Seçtiğim birkaç beyitle meseleyi dikkatlerinize sunmak istiyorum.

İsterseniz hikemî tarzın en büyük temsilcisi sayılan Nâbî'den (ö. 1712) başlayalım.

Nâbî "Hayriye" adlı eserinde makam-mevki hevesine düşülmemesini, aziz olayım derken zelil olunmamasını ihtar eder:

"Mansıb u câha heveskâr olma//Taleb-i izzet için hâr olma."

Şaire göre mansıbın sağlayacağı şöhret ve tantanaya aldanmamak gerekir. Çünkü davulun sesi uzaktan hoş gelir. İşin içine girdiniz mi, sıkıntının bini bir paradır:

"Bağlama tantana-i tabla gönül//Dûrdan hoş gelir âvâz-ı dühül."

"Mansıb" redifli 27 beyitlik müstakil bir kaside yazan Gelibolulu Mustafa Âlî (ö. 1600) mansıba yönelttiği eleştirilerinde biraz acımasız görünüyor. Şair, mansıbı (makam-mevki) dünya heveslisi aşağılık kişilerin görevden alındıktan sonra istifra ettiği bir çanağa benzetir:

"Kilâb-ı tâlib-i dünyâ safâsın eyledi güm//Gören sanır ki kusulmuş sifâldir mansıb."

Mustafa Âlî bir başka beytinde de meâlen "Olgunluktan uzak, fakat kişiliksizliğe yakın isen, mansıp sana verilecek demektir" der:

"Eğer kemâle baîd olsan ibtizâle karîb//Yakıncacıkta sana ihtimâldir mansıb."

Kütahyalı Rahîmî ise acınacak durumda olduklarını, lakin kimsenin umursamadığını, herkesin koltuk derdinde olduğunu, Allah rızası için iş yapanın kalmadığını söyler:

"Hâlimizden âh kim âlemde bir âgâh yok//Münhasır mesele nasıb hasbeten li'llâh yok."

Bir başka şair de dünyada makam-mevki elde etmek için utanmaz yüz, tükenmez söz ve işitmez bir kulak lazım diyor:

"Bu dehr-i pür-taabda nâil-i câh olmağa lâ-büd//Utanmaz yüz tükenmez söz işitmez kulak ister."

Görüldüğü gibi Osmanlı münevverlerinin mansıba (makam-mevki) bakışları pek olumlu değil. Tabii ki bu noktada "Âlimler talip olmayınca büyük devlet memuriyetleri cahillere kalmış, dolayısıyla sıkıntılarımızın temelinde bu gerçek yatmaktadır" diyeceksiniz. Haklısınız, fakat itimat edilen ve bilgili olduğuna inanılan birçok insanın belli bir makama gelince adlarının yolsuzluklara karışması yahut güç zehirlenmesi yaşayarak "Kral benim, kanun da neymiş, söylediklerime bakın, işte kanun odur" havalarına girmesi ister istemez iyi niyetli, bilgili insanların devlet yönetimine girmekte tereddüt yaşamalarına sebep olmaktadır ki bence pek de haksız sayılmazlar.

Hâsılı kelam; dün de, bugün de maalesef âlimler yüksek devlet memuriyetlerine mesafeli durmuşlardır. Ancak yine de doğru olan, sorumluluktan kaçmamaktır. Bilgili ve dürüst insanlar gerektiğinde elini taşın altına koymaktan çekinmemelidir.

***

ACZİMİN GİRYESİ:

SORUMLULUKTAN KAÇMA

Makam-mevki ihtirasına düşme, boğulursun,

Sorumluluk almaktan da kaçınma ne olursun.

                                                 (Li-müellifihî)

 

Yazarın Diğer Yazıları