Medya Arkası (08.11.2017)

Medya Arkası (08.11.2017)
Köşe yazarlarının gündeminde liselere giriş sınavı ile ilgili yeni sistem ve Suudi Arabistan'daki yolsuzluk operasyonu vardı. İşte günün öne çıkan yazıları:

Bağımsızlığımız tehdit altında! / Mehmet Tezkan / Milliyet

Terör örgütleri marifetiyle; PKK nedeniyle, IŞİD nedeniyle, FETÖ nedeniyle değil..

Ortadoğu’nun büyük bir mezhep savaşına gebe olması nedeniyle değil..

Küresel güçlerin bölge üzerindeki hesapları nedeniyle de değil..

Peki, neden ne?

Deprem!.

Evet evet, deprem nedeniyle bağımsızlığımız tehdit altında..

*

2030 yılına kadar Marmara’da büyük bir deprem bekleniyor.. Yrd. Doç. Dr. Oğuz Gündoğdu’ya göre, 1999 depreminden daha yıkıcı deprem olacak..

Binlerce bina yerle bir olacak.. Yassı kadayıfa dönecek..

Prof. Dr. Celal Şengör de diyor ki; bu durumda Türkiye’nin bağımsızlığı gider..

 *

Olabilir mi?

Şehircilik Bakanı Özhaseki ‘Evet, bu görüşe ben de katılıyorum’ dedi..

Adapazarı’nın, Gölcük’ün, Düzce’nin başına gelenin İstanbul’un başına geldiğini düşünün..

On binlerce evin yıkıldığı..

Milyonlarca insanın sokağa döküldüğü..

Panikle mağazaların yağmalandığı..

İnsanların açlık tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı..

Salgın hastalığın kol gezdiği bir İstanbul düşünün..

Türkiye dış yardıma muhtaç kalmaz mı? Yabancılar işgal eder gibi İstanbul’a dolmaz mı?. 

*

Hocaların da Bakan’ın da dikkat çektiği durum, bu durum.. Bu durumu anlatan roman bile var.. Mesela Mine Kırıkkanat’ın Bir Gün Gece kitabı..

Bakan demiş ki; hasar 100 milyar dolar civarında olur..

100 milyar dolar!. Ele güne muhtaç oluruz..

*

1999 depreminde 18 bin kayıp verdik, 23 bin kişi yaralandı.. 18-20 milyar dolarlık hasar bıraktı..

2001 büyük krizinin temel nedeni bu depremdir..

Gerçi, ekonomi kötüydü, bankaların hali iyi değildi, sorunlar 1995’ten beri öteleniyordu, palyatif önlemlerle durum idare ediliyordu ama asıl darbeyi deprem vurdu..

*

100 milyar dolarlık yıkımı düşünebiliyor musunuz?

İstanbul Türkiye’nin kalbi.. Altından çok zor kalkarız..

Peki, ne yapmalıyız?

Yeteri kadar tembellik ettik.. Yeteri kadar ciddiyetsiz davrandık.. Ama artık yolun sonuna geldik.. Kentsel dönüşüm en önemli meselemiz olmalı.. Ama adil davranarak.. Ama yoksulu mağdur etmeyerek.. Ama insanları mahallesinden kovalamayarak..

En önemlisi, Türkiye’nin beka meselesi olduğunu kabul ederek..

Eğitim ve gazilere saldırı! / Güngör Mengi / Vatan

Bakan İsmet Yılmaz, Haziran ayında yapılacak sınava girmenin zorunlu olmadığını, “Nitelikli okullara girmek isteyenlerin” bu sınava katılabileceğini, esas gayelerinin “liselere sınavsız geçişi sağlamak” olduğunu açıklamıştı.

Bu durumda önce “tüm okulların neden ‘şimdiye kadar’ nitelikli hale getirilmediği” sorusu ortaya çıkar.

Dün görüşlerini yazdığım eğitim uzmanı ise şunları söylüyor: “Açıklananı aceleye gelmiş bir program olarak görüyorum. Önce eğitimcilerden ve üniversitelerden bilgi alınarak hazırlanmalıydı.

Daha önce TEOG’da Kasım ve Nisan’da öğrencinin başarısını ölçmek için 120’şer soruluk 2 sınav yapılıyordu. Şimdi 60 soruya indiğine göre acaba çocuğun başarısını ne tür sorularla ölçecekler?

Fırsat eşitliği… Nasıl?

Bakan ‘en iyi okul, eve en yakın okuldur’ diyor. 

Bu durumda, sınava girmeden okul tercihi yapanların ilk işi istediği okula yakın bir eve geçmek olacaktır. 

Okul çevrelerinde kiraların artacağını, başarısı değil, maddi durumu daha iyi olanların şanslı duruma geçeceğini de şimdiden söyleyebiliriz.

Aynı okula yakın oturan 500 kişi müracaat etse ne yapacaklar? ‘Fırsat eşitliğini sunmak istiyoruz’ diyerek getirilen yeni sistemde o fırsat eşitliğini yakalamak eskisinden daha zor olacaktır.

‘Sınavsız geçişe’ varmak için önce Türkiye genelinde tüm öğretmenleri ve okulların alt yapısını hazırlayıp aynı düzeye getirmek gerekir.

Milli Eğitim Bakanı Yılmaz daha önce ‘Bakanlık ailenin istemediği okula evlatlarını göndermez’ demişti ki velilerin en çok merak ettiği konulardan biri bu.

Eve en yakın okul

Örneğin burada imam hatip okulları da diğer liselerle aynı sınıflandırma içinde ve sayıları da oldukça fazla. Türkiye genelinde 952 Anadolu imam hatip lisesi, 1355 imam hatip ortaokulu var.

Diyelim ki, evine en yakın okul imam hatip lisesi olan öğrenci bu durumda eğitimsiz kalmamak için istemese de o okula gitmek zorunda değil mi?

‘Batı ülkelerinde ne beceri kazandırılıyorsa, çocuklarımıza onu kazandıracağız’ sözleri de yine Bakan Yılmaz’a ait.

Amaç bu olduğuna göre; Batı’daki başarılı okul sistemlerini inceleyip, benzer bir sistemin neden kurulmadığını anlamak oldukça zor.”

İşte liseler için yeni gelen “LYS” ile ilgili gerçek bir uzmanın görüşleri. 

Yeni sistem açıklanır açıklanmaz kiralık evlere “Fen Lisesine, Anadolu Lisesine yakın ev” ilanları konduğunu da bu açıklamalara ekleyelim.

Gazilere saldırı

Şiddet ülke çapında sözel ve fiziksel olarak hızla artıyor ve akla hayale gelmedik olaylar duyuluyor.

Pazar günü çıkan “iki gazimize trafikte saldırı” haberi de skandal bir haberdi. 

Eskişehir yolu üzerinde bir AVM önünde “yol vermedin” diye gazilerin bulunduğu aracın etrafını çevirip biri felçli, diğeri sol bacağını kullanamayan gazi askerlerimizi tekmelerle döven gruptan 2 saldırganın tutuklandığı, 4’ünün serbest bırakıldığı duyuldu ki bu kararı hiçbir vicdan kabul etmez.

Hepsi tutuklanmalı, hak ettikleri ağır cezayı almalıdır.

Yargıya çağrımızdır.

Olmadı İstanbul Barosu / Fatih Altaylı / Habertürk

ADI BİLE KABUL EDİLEMEZ

TEK dostumuz Rusya’yla aramızda yine “pürüz” var.

Moskova, Suriye Halkları Kongresi düzenlemeye çalışıyor.

Türkiye’nin de bu organizasyona destek verdiğini söylüyor.

Türkiye ise “YPG/PKK” da temsil edileceği için bu kongrenin yapılmayacağını ve ertelendiğini açıklamıştı.

Dün Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, “Erteleme yok, henüz tarih belli değil” dedi.

Türkiye’nin itirazı yerinde ve doğru.

Fakat Türkiye açısından durumun parlak olduğunu söylemek mümkün değil.

Kalan son müttefikimiz Rusya böyle bir tertip içindeyse, bu Türkiye açısından çok önemli bir sorundur.

Türkiye katılsın veya katılmasın, hatta Türkiye’nin isteği kabul görüp YPG/PKK kongrede temsil edilmese bile böyle bir toplantının “adı” bile Türkiye açısından kabul edilemezdir.

Suriye halkları dediğiniz anda artık Suriye’nin bütünlüğünden söz etme imkânı kalmaz.

En azından müttefikimiz Rusya’yla bu konuda bir fikir birliği içinde olma, birlikte yürüme ihtimalimiz kalmaz.

Türkiye’nin yapması gereken Rusya’yı “Suriye halkları” söyleminden vazgeçirmektir.

Ne mutlu bize mermer seçmeyi bilen bir parti başkanımız var / Can Ataklı / Korkusuz

Dünyanın her yanında opera binaları var ama biliyorsunuz eğer AKP bir şey yapıyorsa bunun dünyada eşi benzeri yoktur. Nitekim 50 yıl önce yapılmış Atatürk Kültür Merkezi yerine ana binayı korumak koşuluyla dünyanın enbüyük, akustiği en mükemmel, enlerin eni bir opera binası inşa edilecek. 700 bin küsur lira harcayarak bu mutlu haberi millete duyuran AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan Türkiye’ye muhteşem bir opera binası kazandırmasının gururunu yaşadığını söyledi. AKP Genel Başkanı yeni opera binasına o kadar önem vermiş ki aynen şunları söyledi; “Zaten mermerlerine varıncaya kadar her şeyleri geldiler sundular, beraberce bakanımla şu uygundur şu değildir vesaire şimdiden bütün hazırlıklarını yaptık. Adım adım takip edeceğiz. Çünkü eğer işimize sahip çıkmazsak bunun sonucunu yakalamak da mümkün değildir. Bu bizim için olmazsa olmaz, adeta bir süreç nasıl ki Harbiye Kongre Merkezi’ni 17 ayda yerin dibine girerek bitirdiysek, inşallah bunu da kısa zamanda bitireceğiz.” Ne mutlu bize ki bir opera binasının mermer seçimini bile kimselere bırakmayıp kendisi yapan, mimarlara yol gösteren bir parti genel başkanımız var. Tabii cumhurbaşkanlığı görevini de üstlenen parti genel başkanımızın asıl fonksiyonunu opera binası hizmete girdikten sonra göreceğimizi sanıyorum. Binanın mermerlerini bile titizlikle seçen Erdoğan muhtemelen halkın dev ekranlardan izleyeceği opera eserlerini de seçecektir. Yeni opera binasının ana salonu 2 bin 500 kişilik olacakmış. Ancak Erdoğan bu sayının halkı üzmemesi gerektiğini düşünerek herhalde diyor ki “Ama biz ne yapacağız, dev ekranlarla dışarıdaki halkın da eserleri izlemesini sağlayacağız.”Böylelikle dünyada ilk kez 2500 elit rahat koltuklarında oturup bir opera izlerken operaya asıl düşkün olan halkımız da açık havada çekirdekçitleyerek opera susuzluğunu giderecek.
Erdoğan ahalinin de izleyebilmesi için sevilen opera eserlerini seçecektirmuhtemelen. Örneğin “bu hafta Rossini’nin Saraydan Kız Kaçırma operasını sergileyin” diyebilir. Ya da Mozart’tan Sevil Berberi’ni isteyebilir. Bakmışsınız bir hafta Bizzet’den La Traviata’yı sahneletirken, bir sonraki hafta Verdi’nin Carmen operasını bizzat kendisi de açık havada dev ekrandan izleyebilir.
Şaka bir yana, yeni opera binası mimari ve teknik olarak güzel olabilir. Her ne kadar iç salon bir çadırı andırmakta ve göçebeliğimizin sembolü gibi dursa da İstanbul’a bir opera ve kültür merkezi kazandırılması olumludur. Ancak Erdoğan’ın bir opera binası tanıtımını bile cumhuriyet, devrimler ve aydınlanmacılara yönelik hakaret etme aracı olarak kullanması insanı üzüyor. Kültürle, sanatla alay etmeyi iyi bir şey olarak düşünen Erdoğan’ınsanatçı olarak yanına sadece pop müzik sanatçılarını alması bile yeteri kadar can yakıcıdır.

Kaç belediye başkanı gidecek? / Süleyman Özışık / İnternethaber

AK Parti'de değişim ve dönüşümün ilk etabı tamamlandı. Erdoğan'ın istifasını istediği isimler gerekeni yaparak koltuğu yeni isimlere bıraktı.

Şu sıralar herkes, ikinci dalganın yaşanıp yaşanmayacağını soruyor. Bildiklerimi anlatayım.

İstifaların 6 belediye başkanıyla sınırlı kalmayacağı kesin. Koltuğunu terkedenlere yeni isimler de eklenecek lakin, bunun istifa yöntemiyle olmaması gerektiği kanaati hakim.

Bu kanaate varılmasının nedeni, gönderilen isimlerin küstürülmesi ve parti tabanından gelen homurtular...

Sadece parti tabanından değil...

Bugüne kadar, "Sandıkla gelen sandıkla gitmeli" tezini savunan ve vesayeti kaldırdığını söyleyen AK Parti'nin demokratik olmayan bir yönteme başvurması, muhalif partilerin eline ciddi bir koz verdi. 

Şunu kabul edelim, denenen yöntem yanlıştı.

Gönderilen belediye başkanlarına "Ya Fetö'cüydü, ya da hırsız. Yoksa görevden alınmazdı" yaftası yapıştırıldı. Kamuoyunda, özellikle de AK Parti tabanında, "Ne oluyor, AK Parti çöküyor mu?" yorumlarının yapılmasına neden olundu. 

Tüm şehirlerde önü alınamayan bir fitne çıkmasına sebebiyet verildi. 

Belediyelerden nemalanamayan veyahut rant sağlayamayan sülükler, "Bizim başkan da gidici" dedikodularının yayılmasına neden oldu. Bu isimler, istifa listesinde adı dahi geçmeyen belediye başkanlarını hedef tahtasına oturttu.

Bazı illerde adeta tetikçilik yapan yerel gazeteciler, başkanlara tehdit ve şantaj yapmaya başladı. Bazı ilçe belediye başkanları, koltuğuna oturmak istediği büyükşehir belediye başkanları hakkında kara kampanyalar başlattı.

Sonuç:

Gerek istifası alınan isimler, gerekse bu isimlere oy veren seçmen kitlesi küstürüldü. 

Suudi Arabistan'da ne oluyor? / Candaş Tolga Işık / Posta

Dünyanın en büyük petrol şirketi ARAMCO (Arabic American Petrol Oil Company).


Şirket Suudi Arabistan Kralı Abdülaziz İbn-i el-Suud ve ABD Başkanı Franklin Roosevelt tarafından 1933’de kuruldu.

260 milyar varille dünyanın kanıtlanmış en büyük ham petrol rezervine ve günlük üretim seviyesine sahip petrol şirketi.

Piyasa değerinin bugün 2 trilyon dolar civarında olduğu söyleniyor.

Şirketin yapısı tıpkı Suudi Arabistan devleti gibi; hisselerin (bugün) tamamı Suudi Arabistan Devleti’ne ait ama yönetimle ilgili tüm önemli kararları Amerika bizzat veriyor!



Amerika Birleşik Devletleri, uzun süredir 2 trilyon dolarlık bu dev şirketin -merkezi New York’ta bulunan- borsaya açılmasını ve bu kaynağın Amerikan ekonomisine dahil olmasını istiyordu.

Başkan Donald Trump birkaç gün önce Suudi Arabistan’a son uyarısını yaptı: Geç kalıyorsunuz!

Trump’ın bu uyarısından birkaç saat sonra Suudi Arabistan’da kıyamet koptu. Kral’ın talimatıyla ülkede adeta bir “saray darbesi” yapıldı.

Tutuklanan ne kadar bakan, prens, bürokrat varsa tamamının bir şekilde ARAMCO ile bağlantısı var.

Ve neredeyse tamamı ARAMCO’nun borsaya açılmasına sıcak bakmayan, CIA tarafından “fişlenmiş” isimler.



Bir başka deyişle Suudi Arabistan’daki saray darbesi Trump’ın “Önce Amerika” politikasının bir gereğidir.

ARAMCO’nun borsaya açılmasıyla 2 trilyon dolarlık dev bir kaynak “kontrollü bir şekilde” ekonomiye dahil edilerek Amerika’ya adeta hayat verecek.

Dahası bu operasyonun başarıyla tamamlanmasında Amerikan halkının en ön planda gördüğü Trump’ın her gün yeni krizlerle sallanan iktidar koltuğundaki ömrü uzayacak.



Suudi Arabistan’da yaşanan bu gelişmelerin Türkiye ve dünya ekonomisine ciddi anlamda olumsuz etkileri olacak. Zira tutuklanan Suudi prenslerin ve bakanların toplam mal varlığı 600 milyar dolar civarında. Ve bunların sadece yurt içindeki değil, yurt dışındaki servetlerine de el kondu.

‘Hedef Türkiye’ değil ama / Akif Beki / Karar

Peki, bu Amerika’nın umurunda mı?

Tabi, ki değil. Amerika’nın bu dönem mesajı net:

“Önce Amerika.”

Dünyanın herhangi bir köşesinde yaprak kımıldasa ‘hedef Türkiye’ diye işkillenen teranecilere dikkat kesiliyor musunuz?

Yine kulakları diktiler, Suudi Arabistan’daki tasfiyelerin ucunu nereden Türkiye’ye bağlayacaklarını bulmaya çalışıyorlar.

Ortalığı ayağa kaldırdı kaldıracaklar ama bir türlü malzeme ele gelmiyor.

Çünkü hedef Türkiye değil...

Gizlisi saklısı yok, davulla zurnayla tellal çıkararak, duyan duymayan kalmasın diye kalk borusu çalarak duyuruyorlar...

Hedef İran’ı ve radikal dini akımları kuşatmak, bölgedeki nüfuzlarını budamak, kollarını kanatlarını kırmak...

Fakat müsterih olabileceğimiz anlamına geliyor mu bu, hayır.

YENİ CEPHE LÜBNAN’DA AÇILIYOR

Bize de dokunacak bir sürecin fitili ateşlendi.

Türkiye, mezhep çatışması görünümlü bu İran-Suudi kutuplaşmasında tarafını seçmeye zorlanacak.

Yol ayrımı hızla yaklaşıyor.

Çığırtkanlığını kime yaptırdıklarına bakın, anlarsınız. İki taraf arasındaki son uzlaşmanın adamına, Lübnan Başbakanı Hariri’ye yüklediler görevi.

İran-Suudi mutabakatının eseri olan başbakanlıktan istifa ettirdiler. Riyad’a çağırıp huzurlarında açıklattılar. Hatta “İran’ın bölgedeki elleri kesilecek” bile dedirttiler o açıklamada.

Yani kalan son dolaylı müzakere masasını da oradaki temsilcilerine tekmeletip devirttiler.

Arkasından da bizzat veliaht prensin ağzından İran’ı askeri saldırganlıkla suçladılar.

Füze saldırısından sorumlu tuttukları Hizbullah’a yeniden ‘Hizbuşşeytan’ yani ‘şeytanın partisi’ demeye de başladılar.

Yemen’de Husilerin bölgesinden füzeleri Hizbullah’ın fırlattığını söylüyor ve bunu ‘savaş ilanı’ sayıyorlar.

Hedef Hizbullah ise savaş alanı da Lübnan olacak demektir.

TARAFSIZ KALMAK ZORLAŞACAK

Hizbullah’ın belini kırıp sahnenin dışına atmadan İran’ı kuşatmak imkansız.

Tepelenecekler listesinde Hizbullah’la birlikte Irak’ta Haşdi Şabi ile Yemen’de Husi milislerinin yer aldığı da açık. Suriye’de ise Hizbullah’la birlikte tepesine binilecek unsur, Devrim Muhafızları...

İran’ın kesilecek o elleri, bölgede yürüttüğü düzensiz savaşın milis güçlerinden başkası değil.

Türkiye ise Kerkük’te Haşdi Şabi, Suriye’de Hizbullah ve Devrim Muhafızları ile aynı safa geldi.

Terörle mücadele adına İran’la koordineli askeri harekat icra ediyoruz, Irak ve Suriye krizlerine siyasi çözümde ortak çalışıyoruz. PKK’ya karşı müşterek süpürme operasyonları yapabileceğimiz bile konuşuluyor.

Gelin görün ki Suudi liderliğindeki İslam ordusunun da kurucuları arasında Türkiye. Ve bu Sünni ittifak da teröre karşı kuruldu ama terörist dediği İran uzantısı örgütler.

Allah göstermesin, yıkıcı bir Sünni-Şii savaşı patlak verirse iki karşıt cephede birden konuşlanamayacağımıza göre...

Mevcut ihtilaflarda taraf olmama seçeneğini de çok önce tükettiğimize göre...

Tarafımızı seçmeye zorlanacağımız ve bunun pek de kolay bir seçim olmayacağı ortada.

DOĞRU YERDE DURUYOR MUYUZ?

Mutlaka altında bize yönelik bir kuşatma operasyonu, bir önümüzü kesme planı, sınırlarımızla bir oynama hinliği aramayı alışkanlık haline getirenlere sözüm.

‘Büyük oyun’ çözücüler hazır devrede, ‘emperyalist fitne’ dekoderleri hazır işbaşındayken...

Tuzağı yakalayıp deşifre ederek, oyuna gelmeme reflekslerimizi harekete geçirmek ve gözlerimizi açıp hain tertipleri bozmak için hazır teyakkkuz halindelerken...

Şu sorulara da kafa yorsunlar:

Çalkalanmadan durulacak gibi mi bölge?

Kızıştırılan mezhep kamplaşmasının dışında kalmayı, çatışmaya bulaşmamayı hala başarabilir miyiz?

Kaostan beslenen ve bölgeyi istikrarsızlaştıran taraf hangisi? Türkiye barış ve huzura hangi terörle mücadele masasından kalkarak, hangisinde oturmaya devam ederek katkıda bulunabilir?

İran’la Kandil mutabakatı / Serpil Çevikcan / Milliyet

Meclis’te dün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Ak Parti grubuna hitap edecek olmasından dolayı normalin ötesinde bir kalabalık vardı. 
Erdoğan, girişte, bir meslektaşımızın, AKM’nin yerine yapılacak opera binası için, “Çok güzel olmuş” yorumuna, “Daha güzel olacak” karşılığını verdi.
Erdoğan’ı bekleyenlerin gündemi, erken seçim olasılığıydı. 
Erken seçimin söz konusu olmadığı açıklamasını anımsatanlar, seçim tarihi öne çekilmese de Erdoğan’ın seçim kampanyasını zaten başlattığına işaret etti. 
Yerli otomobil, opera binası lansmanları, Ak Parti’deki yenilenme çalışmaları ve Erdoğan’ın dünkü grup konuşması, bu yorumları doğrular nitelikte. 
Konuşmasında, iktidara geldikleri 3 Kasım 2002 seçimini “milat” olarak niteleyen Erdoğan, 2019’un da dönüm noktası olduğunu söyleyerek, teşkilata “Çalışın” talimatını verdi.
‘Kışın da durmak yok’
Erdoğan’ın konuşmasının önemli bir bölümü yine terörle mücadele konusundaydı.
Cumhurbaşkanı, “’Kış mevsimine giriyoruz, duralım’. Durmayacağız. Üzerine, üzerine gideceğiz” dedi.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ve komutanların son bir haftadır terörle mücade eden askerlerin yanında, bölgede bulunduklarına işaret etti, “Bütün komuta kademesi hepsi oradalar. Siyasi kademelerimiz, bakanlarımız, komuta kademesi, hepsi” diye konuştu.
Ortadoğu’daki son gelişmelerin büyük oyunun parçası olduğunu söyledi.
Kurtuluş Savaşı’ndan bu yana ilk kez Türkiye’nin senaryolara karşı çıktığının altını çizdi.


İran’la mutabakat
Dün terörle mücadele, Suriye ve Irak’taki gelişmeleri kritik isimlerle konuşma imkânı da buldum. 
Özellikle terörle mücadele konusunda İran’la yürütülen görüşmeler önemli.
Kaynaklar, İran Genelkurmay Başkanı’nın Ankara ziyaretinde Kandil’e ortak operasyon konusunun netleştiğini, iki ülkenin hemfikir olduğunu söyledi.
Zamanlama ve yöntem konusunda sinyal vermediler, ancak Erdoğan’ın, “Bir gece ansızın gelebiliriz” sözlerine atıf yaptılar. 


Afrin’i kontrol
İdlib’de devam eden operasyon, bir diğer kritik başlık. 
TSK, iki gözetleme noktasını tamamladı.
Kaynaklar, bu iki noktanın Afrin’i kontrol için hayati önemde olduğuna dikkati çektiler. 
TSK, toplam 12 gözetleme noktası oluşturacak.
Yavaş ilerlemesinin bir nedeni kurulan iki noktanın en zorlu alanlarda oluşu.
Diğer nedenler, halkı kazanarak ilerleme anlayışı ve bölgenin karışık yapısı olarak gösteriliyor. 
Kaynaklar, Özel Kuvvetler ve MİT’in altyapı oluşturmak için bölgede başarılı operasyonlar yaptığını anlatırken, “Öyle ki her birinden 10 Hollywood filmi çıkar” dediler.
‘Oyun kurucu’ ülke
Erdoğan, Rusya’nın, PYD’yi davet ettiği Suriye Halkları Kongresi’ni Türkiye’nin itirazı üzerine ertelemesinin hemen ardından Soçi’de Putin’le görüşecek, buradan Kuveyt’e geçecek.
Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli de yarın katılacağı NATO Savunma Bakanları Toplantısı’nda, ABD, Fransa, İngiltere’nin de aralarında olduğu altı ülkenin bakanları ve Müttefik Kuvvetler Komutanı ile bire bir görüşmeler yapacak.
Öncelikli gündem, S-400’ler, PKK ve Afrin.
Türkiye, karmaşık bölgede, kritik bir dönemde, iddiasını sürdürmek için büyük uğraş veriyor.