MUKADDES ANKARA’DAN MEKTUPLAR -43-

MUKADDES ANKARA’DAN MEKTUPLAR -43-
“Bütün İslâm âleminin yardımının zarurî olduğu vakit artık gelmiştir”

Akşam, Hilâl-i Ahmer (Kızılay) Heyeti’nin iftarına davet edildik. Türkiye’nin her köşesinden, derhâl cepheye hareket etmek üzere gelen bütün doktorlar bu güzel evde toplanmış.

Balkan Harbi sırasında Mısır’ın sağlamış olduğu kıymetli hizmetler ile Mısırlı doktorların cesaret ve kabiliyetleri konuşmaların başlıca mevzuunu teşkil etti.

Bunun üzerine, hazır olanlardan biri şöyle dedi: “Bütün İslâm âleminin yardımının bizim için zarurî olduğu vakit artık gelmiştir. Çünkü bu yardım, olmaksızın temsil ettiği İslâmiyet için mücadele eden bu mağdur memleketin ihtiyaçlarına nasıl cevap verebilir? O kadar yaralı, şehit zevcesi (eşi), yetim var ki!..”

Ben her şeyi görmüş olduğumdan, bu sıkıntının vüs’atini (küçüklüğünü) biliyordum! Fakat, ayrı bir zümre teşkil eden yeryüzünün büyüklerine anlamak istemedikleri şeyleri nasıl izah etmeli? Şurası da aşikârdır ki insan tanımadığı kimselerin sefaleti üzerinde durmaz. Anadolu’da bu büyükler için dört tarafından sıkıştırılmış olan bu milletin feryat ve hıçkırıklarının aksisedasını, bunların kibar âlemler içinde sürdükleri veya spora müteallik (ilişkin) zevklerinin cazibesini bozamayan, yabancı ve uzak bir memleket.

Neyse!.. Geçelim.

Yarın sabah otomobil ile Antalya’ya hareket edeceğiz.

Antalya 19 Mayıs

Güzel tarlalarla muhat (çevrilmiş) şirin bir yol; bir yeşillik ve tazelik cenneti. Yirmi kilometre imtidadınca (uzunluğunca) evvelce Sultan Abdülhamid’e ait olan bir malikâneden geçiyoruz. Burasını ve Hafız Paşanın malikânesini ziyaret ediyoruz: Mısır’daki “Kubbe bahçesi” şirin köşklerine ve numune çiftliklerine hayran kaldığımız nefis surette tanzim edilmiş (düzenlenmiş) geniş bahçenin âdeta bir minyatürü. Burada toprak, başka yerlerdeki ile mukayese edilemeyecek kadar münbit (verimli).

Saat dörtte, korkuluğu olmayan ve beş yüz metreden ziyade uzunluğu olan tehlikeli bir köprüden geçiyoruz. Otomobilimiz mümkün olduğu nispette iyi bir şekilde, yani gayet yavaşça ilerlemeye çalıştığı sırada, ırmağın içindeki su nebatlarının kuytuluğu veya sazların içinde yuvalanmış her cinsten sayısız kuşun harikulâde cıvıltıları dikkatimizi çekmişti. Bu muhataralı (tehlikeli) anda dinlenilen unutulmaz müşterek bir ahenk!

Meşhur dağın çok dik ve sarp yamacına tırmanmak her hâlde bir buçuk saatimizi aldı. Ovaya inişi hafızamdan nasıl silebileceğim? Ben, pek çok seyahat etmiş olmaklığıma rağmen, bu kadar tehlikeli bir inişe rastlamadım. Fakat hemen sonra, gözlerimizin önüne serilen bizi mükâfatlandırdı... Ne muhteşem bir görünüş! Aşağıdaki Antalya şehri akşamın kızıllığı içinde parıldıyordu.

Firuze mavisi sâkin bir deniz üzerine mürtesem (resmi) düşen nefis minareler göz alıyor, biraz ilerideki zümrüt tepecik bu efsanevî manzarayı çerçeveliyordu. Antalya’ya vâsıl olmadan bir az önce, mevki kumandanı, yüksek dereceli memurlar ve erkân bizi istikbal ettiler (karşıladılar). Mevki Kumandanı’nın bizi fevkalâde temiz bir otele götürdüğü, polis komiserini de emrimize verdiği zaman saat altı buçuktu.

Ankara’dan beri uyumadığımızdan kendimi son derece yorgun hissediyordum. Fakat, istirahat etmeden evvel, Mustafa Kemal Paşaya bir teşekkür telgrafı çekerek meyve bahçeleri şehri olan Antalya’ya muvassalatımızdan (varışımızdan) kendilerini haberdar ettim.