Murat Bardakçı’dan 8 sene arayla 2 farklı Ayasofya yazısı “Fatih’in Ayasofya Bedduası” yok, “Ayasofya’yı biz kapattık, biz açtık”

Murat Bardakçı’dan 8 sene arayla 2 farklı Ayasofya yazısı “Fatih’in Ayasofya Bedduası” yok, “Ayasofya’yı biz kapattık, biz açtık”
Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Kurulu Üyesi Murat Bardakçı, 8 sene önceki yazısında, “Fatih’in Ayasofya Bedduası” diye bir şey yok derken “böyle bir geyik almış başını gidiyor” ifadelerini kullandı. Bardakçı bugünkü yazısında ise bu konuya değinmezken “Mâbedin müze hâline getirilmesi memlekette o senelerde gayet şiddetli şekilde esen inkılâp rüzgârlarının tatsız bir neticesi idi” diye yazdı.

Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile 8 Ekim 2018’de Kültür ve Sanat Kurulu üyesi olarak atanan tarihçi Murat Bardakçı, 8 sene önce Habertürk’te yayınlanan yazısında “‘Fatih’in Ayasofya Bedduası’ diye bir geyik almış başını yürüyor. Hala da devam ediyor. Vakfiyenin hiçbir yerinde Fatih’e ait böyle bir ifade geçmez, üstelik vakfiye zaten bu maksatla hazırlanmamıştır” dedik. Ama inanan kim?” diye yazmıştı.

“ANLAYIŞLAR VE İDEOLOJİLER DEĞİŞTİ”

 Bardakçı bugünkü “Ayasofya’yı biz kapattık, biz açtık”  başlıklı yazısında ise, “Ayasofya’yı 1934’te biz kapattık ve 86 sene sonra yine biz açtık! Mâbedin müze hâline getirilmesi memlekette o senelerde gayet şiddetli şekilde esen inkılâp rüzgârlarının tatsız bir neticesi idi; derken aradan uzun seneler geçti, anlayışlar ve ideolojiler değiştiler yahut tarihe mâloldular ve Ayasofya 1934’ten önceki 481 sene boyunca kullanıldığı şekle döndü, yani tekrar cami hâline getirildi” ifadelerini kullandı.

İşte Murat Bardakçı’nın 8 sene önceki yazısının ilgili bölümü:

AYASOFYA BEDDUASI
Böylesine tuhaf bir hadise benim de başıma geldi... İnternette aylardan buyana Fatih Sultan Mehmed‘in “Ayasofya bedduası” diye bir geyik almış başını yürümüştü, hâlâ da devam ediyor... Fatih, güyâ, Ayasofya için hazırlattığı vakfiyesinde “Benim cami haline getirdiğim bu mekânı kim camilikten çıkartırsa, o kişinin üzerine Allah her türlü lâneti yağdırsın” demişti... Haftalar boyunca bu bedduanın tam olarak hangi sözlerle ifade edildiğini soran mesajlar alınca, bizim Tarihin Arka Odası’nda bir açıklama yapalım ve Fatih Sultan Mehmed‘in böyle bir ifadesinin bulunmadığını belgeleriyle gösterip işin aslını anlatalım diye düşündük... Fatih‘in meşhur Ayasofya Vakfiyesi, 1940’lı senelerde hem tıpkıbasım, hem de yeni harflere çevrilmiş şekliyle kitap halinde yayınlanmıştı. O yayını programa götürdük, “İşte, sözü edilen o meşhur vakfiye... Bu sayfalar aslının fotoğrafları, bu da yeni harflere nakledilmiş şekli... Vakfiyenin hiçbir yerinde Fatih’e ait böyle bir ifade geçmez, üstelik vakfiye zaten bu maksatla hazırlanmamıştır” dedik. Ama inanan kim? Sadece o anda gelen yüzlerce mesajda “cahil olduğumuz”, “bilmediğimiz” ve hattâ “kasıtlı davrandığımız” ifade buyuruldu! Zira öyle işitmişlerdi, birilerinin ortaya attığı o palavra hâşâ Allah kelâmı, işin doğrusuna inanmamak da farz idi! Türk istikbâlinin evlâdının günümüzdeki bilgi seviyesi ve anlayışı maalesef işte böyle...

Murat Bardakçının  bugünkü (11 Temmuz 2020) yazısının ilgili bölümü:

“KILIÇ HAKKI” VE “FETİH SEMBOLÜ”

Ayasofya bahsinde senelerden buyana devamlı olarak iki kavramı ısrarla yazıp söyledim: Mekânın “kılıç hakkı” ve “fetih sembolü” olduğunu…

Her iki kavramı telâffuz etmem birilerini hiddetlendirdi, “kılıç hakkı”nın İslâmî terminolojiye mahsus olduğundan ve başka dinlerle alâkasının bulunmadığından bîhaberler çıkıp “Kılıç hakkı neyin nesidir? Bu devirde böyle şey mi olur? İsrail ‘Bu da benim kılıç hakkımdır’ deyip Mescid-i Aksa’yı sinagog yapsa verecek cevap bulamayız” diye birşeyler söyleyip durdular.

Derken “fetih sembolü” kavramını tartıştılar ve işi döndürüp dolaştırıp Ayasofya’dan sağlanan turizm gelirine getirdiler!

Dinî terminolojiden ve Türkler’e mahsus savaş kavramlarından nasibini alamamışlar ile “fetih” kavramını “turizm geliri”ne bağlamakta beis görmeyen zihniyete cevap vermek gereksiz olduğu için, burada Ayasofya’nın “kılıç hakkı” ve “fetih sembolü” olduğunu zevk duyarak tekrar etmekle yetiniyorum!

Ayasofya’nın bundan 86 sene önce müzeye çevrilmesine Danıştay’ın kararı ve Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile son verilmiş, böylelikle Fatih’in vakfiyesi de tekrar işler hâle getirilmiştir ve Cumhuriyet tarihimizin en önemli hadiselerinden olan bu gelişmenin “dünyaya karşı kazanılmış bir zafer” olarak görülmemesi, aynı şekilde önem taşımaktadır.

Açık söyleyeyim: 1934’deki karara mutlaka bir sorumlu bulabilmek için komplo teorilerine dalmamız yahut paranoya krizlerine girmemiz lüzumsuzdur, Ayasofya’nın müze haline getirilmesinin ardında başka memleketlerin yahut dış mihrakların etkileri veya baskıları yoktur, kararı Ankara kendi başına vermiştir! Dış politikada Türkiye’yi o günlerde böyle bir uygulamaya mecbur bırakacak herhangi bir gelişme mevcut değildir ve hiçbir devlet yahut çevre bize “Ayasofya’nın cami olarak kullanılmasına son verin” dememiştir.

Ayasofya’yı 1934’te biz kapattık ve 86 sene sonra yine biz açtık! Mâbedin müze hâline getirilmesi memlekette o senelerde gayet şiddetli şekilde esen inkılâp rüzgârlarının tatsız bir neticesi idi; derken aradan uzun seneler geçti, anlayışlar ve ideolojiler değiştiler yahut tarihe mâloldular ve Ayasofya 1934’ten önceki 481 sene boyunca kullanıldığı şekle döndü, yani tekrar cami hâline getirildi.

Tekrar söyleyeyim: Ayasofya’yı biz kapattık ve yine biz açtık! Bu kapanış ile açılışın arasındaki 86 sene içerisinde yaşanan hicranların, ruhlara çöken hüzünlerin, tahammülüne çalışılan ıztırapların ve başa gelen bütün dertlerin sebebi başkaları değil, sadece biziz!