Sesli istila

Sesli istila

Yedi yıl oldu herhalde; daha Ankara''ya taşınmamıştım.

Bir bayram sabahı; gazetedeyiz; gazetedeki arkadaşlarımızdan biri dehşete kapılmış halde geldi:

-              Şehremini''nden otobüse bindim. Binerken de şoföre "İyi bayramlar" dedim. Adam neredeyse ağlayacaktı. Ellerini açtı, "Çok şükür" dedi; "Eminönü''nden kalktığımızdan beri otobüse ilk defa Türkçe konuşan biri bindi!"

Arkadaşımız, arkasına dönüp de otobüsü hızlıca süzdüğünde; durum sahiden de İETT şoförünün dediği kadar vahimdi. Otobüsteki tek "Türk" ve hatta, dilini eşek arısı sokasıgillerin ifadesiyle "Türkiyeli(!)" kendisiydi! Kalan yolcular, çoğunluğu Arap kökenli olmak üzere farklı diller konuşan ve fakat "turist" olmadıkları da aşikâr kimselerden müteşekkildi.

*

O gün bizi dehşete sevk eden hâl, bugün "normal"imiz haline geldi. Artık dehşete kapılmamız için ya bir evladımızın tacize, tecavüze uğraması, ya boğazlanması, kurbanlık koyun gibi bir kör bıçağın boynuna vurulması, ya da "mahallemiz"in basılması gerekli…

Ki, bunlar bile "vakayı adiye" klasmanına yerleşti çoktan bültenlerde!

"Yine mi" tepkisine mazhar her gelişme, bilin ki sıradanlaşma eşiğinde. Ee, kaçımız "yine mi" demeye başladık, ülkemize kontrolsüzce girip, ülkemizde kontrolsüzce yaşayanların yol açtığı kötülüklere?

*

7 yıl içinde bu kadar büyük değişimi, bu kadar dirençsizce benimseyebilmiş bir ülke ve toplum tipolojisi için, cerrah olma hayaliyle büyüyen Göktuğ''un, 2043 yılına gelindiğinde, ancak ve ancak bir Suriyeli''ye ait hastanede "temizlikçi" olabildiği; bu işi de ancak Arapça konuşmak şartıyla yapabildiği, evden işe, işten eve gidip gelirken bile Türk olduğunu gizlemek zorunda kaldığı, kendi ülkesinin sokaklarında sanki bir suçlu gibi saklanarak dolaşabildiği bir "gelecek senaryosu"  ihtimal dışı mıdır sahi?

Bugün için evet "ütopik" olabilir ama memleketin dönüşüm hızı paralelinde değerlendirildiğinde "asla olmaz" şey midir?

*

Hiçbirimizin, bir avazda, bir an bile tereddüt etmeden, ferahlıkla "Olmaz öyle şey" diyemediği bu "ihtimal"e, süresi 10 dakikayı bile bulmayan, "kamu spotu" tadındaki kısacık bir filmle dikkat çeken Hande Karacasu''ya, devletimizin verdiği ilk tepkinin "ifadesine başvurmak" olması karşısında oluşan haklı galeyan haline bakınca düşünmeden edemiyor insan; murat bu mu acaba?

Bu "sığınmacı", "kaçak", "mülteci", "göçmen", -resmî statüsü de konjonktüre göre sürekli değiştiği için adını bir türlü netleştiremediğimiz- belanın müsebbibi olarak, def etmekle de yükümlü olanlar fena halde çarşafa dolandıklarından, besleye besleye doymak bilmez bir deve dönüştürdükleri bu sorunun kendilerini de yemesine ramak kaldığını anladıklarından, çareyi "doğal seleksiyon"un hikmetine mi sığınmakta buldular?

*

Bu "ihtimal" de en az Karacasu''nun filmi kadar "ütopik" elbette ama insan işkillenmeden edemiyor işte;

Bir yandan toplumu Suriyeli, Afgan, Pakistanlı vesair kaçak, kontrolsüz, denetimsiz göçmenlerle alakalı "provokasyonlara" karşı uyarıp da, öte yandan, artık burnunun ucuna kadar dolmuş olan aynı toplum için "bardağı taşıracak damla" anlamına geleceği açık gözaltıların, ifade almaların gayesi ne?

Normalde belki ancak on binlere ulaşabilecek bir videoyu milyonların dikkatini çeker hale getirerek verilen örtülü, tersten desteğin bir manası vardır herhalde…

YAVAŞ ATIN TEKMESİ…

Malum; artık bayramların önemli bir bölümü telefon mesaisi.

Bu tele-bayramlaşmalardan birinde karşımdaki ses, biraz hınzır bir gülüşle "Yüzde 60''la geliyoruz" dedi.

Yıllarca MHP teşkilatlarında görev yapmıştı ve "Geliyoruz" diye içselleştirdiği de Cumhur İttifakı''ydı.

"Nasıl olacak?" diye sordum; geçim sıkıntısını, açlık sınırında devam eden yaşamak savaşını, kiraları, faturaları, ekmeğin, sütün, yumurtanın fiyatını, bir kesim için bir paket makarnanın bile artık lüks sayıldığını işaretle…

"Doğru" dedi; "Sıkıntı büyük."

"Ama" diye geldi gerisi:

-              Hiç öyle bir hava da yok!

"Yok" dediği toplumsal infialdi. Ülkenin içinde bulunduğu şartlarla, milletin içinde bulunduğu sükûnet arasındaki tezatın şaşkınlığı içindeydi.

"Suç" varsayılan atasözlerinden mi değil mi bilmiyorum ama, iktidarın bel bağladığı bu emsalsiz sessizlikse eğer birinin hatırlatması gerek kendilerine;

"Yavaş atın tekmesi pek olur" diye.

BÖYLE MUHALİF MEDYAN OLACAĞINA…

Muhalif televizyon kanallarından birinde, muhalif gazetelerin yazarları toplaşmış Gezi Davası''nda verilen kararları tartışıyor.

Beraatla kapanmış bir dosyanın nasıl böyle bir davaya evrildiğini, davanın "siyasi savcı(!)"larını, hükmün konjonktürel zeminini ve elbette hiçbirimizin inkâr edemeyeceği hukuksuzluk silsilesini anlatırken, içlerinden biri, şöyle dedi:

-              Bu insanlar gerçekten suçlu olsaydı, yandaş medyada, Ergenekon, Balyoz''daki gibi operasyonel bilgiler görürdük; "İşte belgeler", "İşte deliller" diye…

Ne bu şimdi?

Adı bile operasyonel olan "Ergenekon" yaftalı süreçte ve "asrın iftirası" olduğu şüphe götürmez Balyoz sürecinde, yandaş medyanın haysiyet cellatlığına soyunduğu kişiler "suçlu"ydu yani öyle mi?

Görün artık, "muhalif medya"nın nasıl ve ne için dizayn edildiğini!

Yazarın Diğer Yazıları