Son söz veya çareler / Zeynep Uluant

Son söz veya çareler / Zeynep Uluant
Babam, gazeteci yazar Ergun Göze’nin aramızdan ayrılışının üzerinden 11 yıl geçti…

Rahmetli babam Ergun Göze’nin vefatından hemen sonra bilgisayarında tesadüfen bulduğumuz yazısı, adeta günümüze de ışık tutan bir vasiyet gibi… Vefatının yıldönümünde bu dikkat çekici yazıyı okurları ve sevenleriyle paylaşıyorum:

***

Türkiye, yüzyıllar boyu Rus tehdidine maruz kalmıştır.. 1944 te Rusya Türkiye’den Kars, Ardahan ve Boğazları istemişti. Türkiye 12 Eylül harekâtından önce de Sovyetlerin örtülü saldırısına uğramıştı. Bu istilâ ordularla ve silahla olmamıştı. Rejim dayatmak yoluyla ve ideolojik savaşla olmuştu. Bütün dernekler, sendikalar, teşekküller, gazeteler, dergiler, partiler çok az istisnası ile Marksizm-Leninizm’in etki sahasında idiler. Sokaklar “devrimci ve silahlı gençlerle” dolmuştu. “Güneşin fethi yakındı” “Devrim kansız olmazdı” Beş bin sağcı üniversiteli bu hareketlere katılmadıkları veya karşı geldikleri için şehit edilmişlerdi. İlk şehit edilen sağcı genç de Ruhi Kılıçkıran idi. Elçilikler taranmış, İsrail konsolosu kaçırılmış ve öldürülmüştü. Suikastlar jandarma kumandanına kadar terfi etmiş ve Başbakan Nihat Erim , Bakan Gün Sazak öldürülmüşlerdi. Bütün bu cinayetlerin, banka soygunlarının, üniversite işgallerinin, barışçılık propagandalarıyla Sovyetçi tahriklerin  ve her türlü anarşik hareketin mazereti ve tatlı bahanesinin adı sosyalizm idi. Yani Türkiye’ye bir rejim dayatılmak isteniyordu,. Eğer bu rejimi Türkiye’ye getirebilseler belki de Sovyetler hedeflerine varacak  yani sıcak denizlere çıkacak, Boğazlara hâkim olacaklar ve dünya dengesi değişecek ve Sovyetler de  dağılmayacaktı. Beş bin milliyetçi gencin şehâdeti bu felâketi önlemiştir.

SSCB’nin kendi içinde çökmesi ile,  parolası  “Dünya işçileri birleşiniz” olan bu rejim,  kendisi de çökerek dünyayı sahiplenme yarışından çekilmek ve “serbest pazar ekonomisine geçmek” zorunda kaldı. Türkiye kuzeyden gelen örtülü saldırıdan böylece kurtuldu.

Ama bu sefer ABD’nin petrol sahalarını kontrol ederek dünyaya hakim olmak yani SSCB’nin yerine geçmek  üzere Ortadoğu’ya yerleşme hamlesi Türkiye’yi  belki daha büyük bir tehlike içine attı. ABD’nin şakası yoktu. Önüne İsrail’i, yanına İngiltere’yi almış arkasına da AB’yi takmıştı.Yani  onu dengeleyecek bir güç de yoktu. Kendisini dünyanın tek hakimi görüyordu. Her bir  Amerikalı  ya bir Batman’di yahut bir Süpermendi.. ABD dünyanın jandarması değildi, dünya milletleri Nato kanalıyla  ona jandarmalık yapmalı o ise sadece kendi menfaatlerini devşirmeliydi. Komünist rejimin uzun gayri insânî uygulamaları ve neticede batmış olması dünyanın gözünde yıllarca ABD’yi bir cennet ve Amerikalıları bir melek haline getirmişti. Amerikalıların da dayattıkları bir rejimleri vardı: Demokrasi. Irak’a da demokrasi getirmişlerdi. Bu demokrasi bir milyon Iraklı’nın canına mal olmuştu ama olsun, demokrasiyi getirmişlerdi, Bağdat Müzesi’ni talan etmiş ve petrol bölgesine el koymuşlardı ya bundan âlâ demokrasi mi olurdu?    Gerçi Irak’a “Nükleer silahları olduğunu tesbit ettik onları imha edeceğiz” diye gitmişlerdi ve bulamamışlardı hattâ baştan beri böyle bir şey olmadığını bildikleri de ortaya çıkmıştı ama ne ziyan, yalandan kim ölmüştü ki?  Neticede Arap ekseriyetinin bulunduğu bir ülkeye Kürt bir cumhurbaşkanı tâyin edecek ve bir de Kürt bölgesi ayırarak bir cici demokrasi getirmişlerdi ya. Yetmez mi? Yetmezdi, buna bir de “globalizm’i eklemişlerdi. Globalizm’in parolası da “Dünya para babaları birleşiniz” idi. Irak’taki petrollerde dünya para babalarının ağızlarının değil beyinlerinin bile suyunu akıtmıştı. Bu projenin bir  adı da “BOP” idi. Büyük Ortadoğu Projesi . Türkiye başbakanı Tayyip Erdoğan da ilk günlerde “Biz büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanıyız” demiyor muydu?

                Kısaltırsak bu gün ABD, İsrail, İngiltere üçlüsü ve AB bizden şunları istemektedirler. Türkiye demokratikleşmelidir. Bunun için de önce üniter devlet fikrinden tamamen vaz geçmelidir. Türkiye’de otuza yakın etnik grup olduğunu unutmamalıdır. Dünyada tam bağımsızlık devri de geçmiştir. Devletler bağımsızlığından vaz geçebilir ve geçmelidirler de insanlık bunu icap eder. Milliyetçilik zaten kökten zararlı bir şeydir, demokrasiye de muhaliftir.  Etnik milliyetçilik, bölgesel milliyetçilik, dînî milliyetçilik bunların hiçbirisi yapılamaz. Meselâ Kerkük’teki Türkleri korumak gibi bir yanlış asla yapılmamalıdır. Bu demokrasiye aykırı bir şöven milliyetçilik olur. Zaten orada Türk olmadığını Barzanî idaresi demokratik yoldan Kerkük nüfus ve tapu kayıtlarını yok ederek ortaya koymuştur da. Bütün bunlara göz yuman AKP iktidarı şimdi en zararlı bir görüş olan Türk Milliyetçiliğini önlemek için elinden gelen ve gelmeyen her şeyi yapmalıdır. Meselâ Ermeni Soy Kırımını kabul etmeli, Ermenistan sınırını açmalı, Karabağ’ı, Azerbaycan’ı insanlık aşkına unutmalı, buna mukabil Fener Rum patrikhanesinin ökümenikliğini kabul etmeli, Makaryos gibi büyük zalimler pardon âlimler yetiştirmiş olan Heybeliada Ruhban okulunu açmalıdır. Fener Rum Patrikhanesi zaten oldum olası ökümenikti ve bu sebeple 4 Eylül 1922 günü, Yunan Ordusunun Dumlupınar’a gömüldüğünün farkında olmayarak, bütün Rumları Yunan Ordularının zaferi için dua etmeye çağırmıştı. Olsun ne ziyanı var? Hem Türkiye Batı Trakya Türklerinin haklarını ve dini hürriyetlerini de unutmalıdır. Laiklik bunu icap etmez mi? Muhribinin kazara Amerikan donanması tarafından batırıldığını da, askerinin başına çuval geçirildiğini de unutmalıdır. Türkler büyük milletlerdir, üç kıta’daki Türk vakıflarını da unutmalı ama Anadolu’daki yabancı vakıfların haklarını iade etmeli ve mesela Kıbrıs’ın Rum kesimindeki vakıfları asla hatırına getirmemelidir. Büyük milletler böyle yaparlar.  Türkiye’ye demokrasi ancak böyle gelebilir.. Ancak o zaman ABD ile “Stratejik ortak” ve AB ile ucu açık müzakere halinde olabilir. Mukabili mi? Daha ne istiyorsunuz? Başbakanınızı, hanımını bakın nasıl Beyaz Saray’da misafir edip çocuklarına Dünya Bankası’nda iş veriyoruz, bakanlarınızın sırtlarını okşuyor hatta Türk usûlü sarılıp öpüyoruz.Bir milyon Ermeni yüz bin Kürt kestik diyen yazarınıza Nobel veriyoruz.

Bir “kara mizah” gibi gelen şu yukarıdaki satırlar AKP’nin iktidarıyla Türkiye’nin tanıştığı acâipliklerin bir kısmıdır. Bu rivayetler daha önce yoktu. Hele Türk siyasetçilerinin ağızlarında asla mevcut değildi. Demek ki AKP iktidardan indirilirse veya en azından ezici çoğunluğunu kaybeder ve bir daha kazanamayacağı belli olursa Türkiye’nin karşısında bulunduğu tehlike önlenebilir.

Bunun düşünce ve anlatım yanı kolay hem çok kolaydır. Çünkü AKP hangi meseleyi eline almışsa ya yüzüne gözüne bulaştırmış veyahut yapar gibi yapmış fakat hiçbir şey becerememiştir.

Kıbrıs konusunda “Çözümsüzlük çözüm değildir” diye babalanarak ve “Bir adım öndeyiz” diye dayılanarak başlattığı yeni politikası ters tepmiş hiçbir çözüme varamamıştır. Rumlar onları söz vererek aldatmış ve Annan planına hayır demişlerdir. Annan planı kadük olmuştur. O gece Sayın Gül televizyona çıkmış sesi titreye titreye  bundan böyle “Kıbrıs’ı tanıtacağız” demiş, Talat ise ”İzolasyonların kaldırılacağına söz verildiğini” söylemiş ve yıllarca beklemişti. Şimdi Eylül 2009 ABD seyahatinde ise Annan Planı gereği kadük olan Annan Planının bir daha Rumlar tarafından oylanması teklifinde bulunmuştur. Bu bir siyasetin ve zihniyetin ebedi iflasıdır. Çünkü Kıbrıs’ı Türkiye’nin elinden tam  porsiyon kurtarmak için her türlü dolabı çeviren güçlere karşı “Siz Anadolu olunca federasyon yapın, üniter devleti bırakın, çünkü modası geçti, bağımsızlık da paylaşılabilir ” diyorsunuz, Kıbrıs olunca da aman üniter devlet olsun federasyon olmasın, bağımsızlık sadece Rumların olsun diye yırtınıyorsunuz” bile diyemiyor ve bu gerçeği de kendi milletinden saklıyorsunuz.

Böylece ortaya çıkıyor ki “Çözümsüzlük Çözüm değildir” vecizesi de çözüm değilmiş.”Bir adım öndeyiz” lafı da siyaseti bir adım dahi yürütemiyormuş. Sadece daha önceki “Çözümsüzlüğü siz uzatıyorsunuz, böylece bizim statüko durumumuz sağlamlaşır” temelindeki siyasi haklardan yapılan tâvizler milli zarar hanesi yazılır. Bunu da ödeyecek AKP sermayesi değil ya. 

AB’ye girmek için TBMM’ye fazla mesai yaptırmaya kadar varan fedâkarlıkların neticesi ise ortada. Her şeyin ucu açık. Sadece ucu değil başarısızlığı ve sonuçsuzluğu da. Patinaja bırakılan bâzan o bile olmayan bir müzâkere.

Ama en irkilticisi Kürt ve Ermeni açılımı. Millet büyük bir endişe ve hayret içinde beklemektedir. Bunu çok iyi bilen Başbakan da “Ne bahasına olursa olsun, partimize ne kadar oy kaybettirirse kaybettirsin bu işin sonuna kadar gideceğiz” demek zorunda kaldı. Demek ki seçimi kaybetse bile güvendiği bazı şeyler var.

Gelelim demokratik açılıma.

AKP’nin en uzak olduğu şey demokrasidir. AKP iktidarı tam bir “Tek Adam” iktidarıdır. Belediye başkanlarını, milletvekillerini, parti idarecilerini, bakanları ve hatta cumhurbaşkanı adayını bile tek başına o seçiyor.. Bu geniş iktidarını kullanarak da demokrasiye büyük hizmet edebilir. CHP meydan okuyor “Dokunulmazlıkları demokratikleştirelim hatta kaldıralım”  diyor, AKP yani Tayyip Bey alay ediyor. Duymazdan geliyor.

Partilerin ocak bucak teşkilatlarının kurulmasını ve demokratik tatbikatın yaygınlaştırılması, milletvekili adaylarının büyük bir kısmının delegelerce seçilmesine ise hiç râzı değil. Karma liste yapılması demokratik imkânını asla istemiyor. Yolsuzlukların soruşturulmasını ise kanun yoluyla önlüyor. Hatay’daki Ali Dibo olayını ortaya çıkaran milletvekilini partisinden ihraç etti. Öte yandan o olayın kahramanı olan milletvekilini de Adalet Bakanı yaptı. Bu antidemokratik kanunların kaldırılmasına hiç yanaşmıyor. Bakanlarının kendilerini bilmeyiz ama oğulları âbâd oldular. Kendi oğulları da, burslu okurken zengin oldular. Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir demokratik ülkede buna izin verilmez.

AKP zulmü bütün zulümleri geçmiştir. Ergenekon Davasında gösterilen, şiddet, acele, ihtimam, genişletme, neticeye varmak gayreti ile Deniz Feneri davasındaki, kasıtlı yavaşlık, sürüncemeye bırakma, aldırmamak, bu iki dâvânın neticesi ne çıkarsa çıksın  bu zulmün bir göstergesidir.  Aydın Doğan grubuna kesilen astronomik para cezası hele istenen astronomik teminat da ikinci göstergesidir.

Ermeni soykırımını tanımak meselesi Türk miletinin hedefini ve yaşama hakkını elinden almaya gidecek çok alçakca bir iftiradır. Kürtçülük ise Avrupa’nın suni bir millet yaratmak için giriştiği asırlık  gayretin zehirli meyvesidir. Eski Sanayi Bakanlarımızdan, faziletli devlet adamı, büyük Türk Münevveri Mehmet Turgut, üzerine Kürt milliyetçiliği bina edilmek istenen Kürt Kültürü konusunda şu soruyu sormaktadır:

“Bir Türk Musikisi, Bir Türk camisi, Türk Kervansarayı, Türk Konağı,Türk çeşmesi, Türk minaresi,  Türk Medresesi, Türk hattı vardır. Kürt camii, Kervansarayı, konağı, medresesi vs var mıdır?. Yoktur… Batının Osmanlı’dan ayırmak istediği her yerdeki azınlıklar için muahedelerde ayrı okullar açılması şartı getirilmiştir. Kürtler niçin böyle bir şey istemediler. Çünkü böyle bir şeye ihtiyaç duymayacak kadar Türktüler, Bu duyguyu yıkmaya çalışan Batıdır. İktidar Batı’ya uymamalıdır. Çünkü ekseriyet yine ayni kanaattedir. Türk-Kürt Aradaki fark bir folklor farkıdır. Ege Türk halkoyunları ile orta Anadolu oyunları arasındaki fark gibi.” 

 Bu bakımdan ve bu esaslar dâhilinde AKP demokratik yoldan kolayca indirilebilir. Ve ancak demokratik yoldan indirilmelidir.

AKP’nin gömlek değiştirmiş bir parti ve kurucularının da siyâsi ve vicdâni kanaatlerini tebdil ettikleri ve bunda musır oldukları ortadadır. Bir çok gerçekleri gizledikleri de. O halde kaosta unutulan veya unutturulan şeyler yeniden ve her tarafta her ağızdan tekrarlanmalıdır.   

Ama bunun en büyük engelleri sırasıyla şunlardır:

1-AKP Medyası: Sabah, Star, Zaman, Yeni Şafak, Bugün, Kanal 7,Samanyolu,Ülke ve Kanal 24 ve bilinen diğer   televizyonlar. Hiçbir partinin bu kadar geniş yelpazeli bir medyası olmamıştı.

2- Belediyeler. İş, insan, sermaye, ihale kaynağı

3- Yerli ve yabancı Vakıflar

3-Cemaatler

4-Muhalefetin hatâları

5-Ordu’nun hatâları.

Bütün bunları bir anda telâfi mümkün olmadığı için kısa, orta ve uzun vâdeli tedbirler düşünülmelidir.

A-Ya iki üç partiyi birleştirip iltihak etmek

B-Veya bir partiye iltihak etmek

C- Yahut yeni bir demokratik platform meydana getirmek

D-Seçim işbirliğine gitmek

E-Medyada mutlaka yer almak sesini duyurmak.

F- Bu arada kamuoyunu etkilemek için değişik demonstrasyonlar yapmak yani demokratik baskı gruplarını harekete geçirmek. Kamuyu bilgilendirmek.