Suriyeli ve Afganlar için yeni anayasa

Suriyeli ve Afganlar için yeni anayasa

Türkiye hangi yasa ile yönetiliyor? Anayasa ile mi? Hayır “bana yasa” ile…

Neden “bana yasa” diyorum peki? Nasıl demeyeyim? Cumhurbaşkanı Erdoğan parlamenter sistemdeyken anayasaya uymayınca anayasa ona uyduruldu ve Devlet Bahçeli’nin sistem tedariği ile bugünkü sisteme geçildi.

Ona yasa ile Türkiye’de rejim şahsileştirildi, şahıs rejimleştirildi. Bugün Türkiye, halkın iradesini çok daha fazla oranda yansıtan TBMM’den çıkan kanunlarla değil, modern fermanlar olan cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile yönetiliyor.

Oysa modern toplumlar kanunlarla, geri kalmış toplumlar fermanlarla yönetilir. Bugünkü iktidarın kavgalı olduğu Atatürk, cumhuriyetin ilk döneminde Türk milletine olan saygısından inkılapları bile kanunla gerçekleştirmişti…

Sizin anlayacağınız şu anda yürürlükte olan anayasa büyük bölümü değiştirilen 1982 anayasası değil, bana yasa anayasasıdır. Zaten 82 anayasasının değiştirilmeyen neredeyse bir ilk dört maddesi bir de vatandaşlık tanımının yapıldığı 66. maddesi kaldı.

Peki, bir kararname ile her istediğini gerçekleştirebilen, yeri geldiğinde kendi getirdikleri anayasa hükmünü bile dikkate almayan ve partili cumhurbaşkanlığını dahi elde etmiş olan Erdoğan neden yeni anayasa istiyor?

Bunun şifresi Erdoğan’ın Yeni Anayasa Sempozyumu’nda yaptığı konuşmada gün gibi ortaydı. Erdoğan yeni anayasadan “milletin çeşitliliğini yansıtan” diye bahsetti.

Erdoğan’a ve kendisinin içerisinden yetiştiği İslamcı ideolojinin mantığına göre Türk, Kürt, Çerkez, Laz Türk milletini değil milleti oluşturuyor. Millet kavramından anladıkları, millet kavramına yükledikleri anlam ise ümmet! Tabii bu unsurlara Türkiye’ye doldurulan Suriyelileri ve Afganları da dahil görüyorlar ama gelecek toplumsal tepkiden çekindikleri için şimdilik dillendirmiyorlar.

Elbette bir ülkede farklı etnik unsurlar olabilir ama bir ülkede çeşitli milletler olmaz.
Üniter devletlerin tek bir milleti olur o da kurucu ve asli unsurun adını taşır.

Mesela Fransa’da Fransız ulusu dışındaki etnik unsurların toplamı yüzde yirminin üzerindedir.
Bu etnik unsurlar Fransız ulusu ile akraba değildirler, tarihten gelen sosyolojik ve kültürel bağları da yoktur.

Fakat Fransa’da kimse kalkıp da anayasadaki Fransızlık kavramını tartışmaya açamaz. Bu gerçeklere rağmen Fransa Cumhuriyeti, ülke topraklarında herhangi bir ulusal azınlığın bulunmadığını, daha doğrusu hiçbir ulusal azınlığın resmi olarak tanınmadığını deklare eder.

Ana dilde eğitim ve özerkliğe kadar ilerleyebilecek temele sahip olan “Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi”, “bu sözleşme Fransa’yı böler” denilerek Fransa tarafından reddedilmiştir. Hatta bu sözleşmeyi imzalamayan tek AB üyesi ülke de Fransa’dır.

Peki, Türkiye bu anlamda Fransa ile kıyaslanamayacak durumda olduğu halde neden millet çeşitliliğinden ve bunun yeni anayasada yer almasından bahsediliyor?

Bunun cevabı çok açık…

Suriyeliler ve Afganlarla yeni bir toplum yaratılmaya çalışılırken, Yeni Türkiye’nin yeni toplumuna uygun yeni anayasa ile hedefe varılmak, boğazlanan cumhuriyete son çivi çakılmak isteniyor.

Menzilde, BOP’un dönüştürmeyi hedeflediği Türkiye’nin ulus devlet olarak şekillendirilmiş laik yapısı var. Gaye, Atatürk’ün laik ulus devletini çok uluslu ümmet devletine çevirmek.

Bunun için de iktidar partisi, Suriyeliler ile Afganları toplumun laik sosyolojisini değiştirecek demografik dönüşümün anahtarı olarak görüyor ve bu yüzden onları ülkede tutuyor.

TC ibaresi ve Andımız’ın kaldırılması, birçok yerden Atatürk’ün isminin silinmesi, ardından sığınmacı ve kaçaklarla Türk kimliğinin yozlaştırılması, Arapçanın güzel Türkçemizin üzerine kuma getirilmeye çalışılması süreci vs. vs..

Yeni anayasa devletin ve ülkenin Türk kimliğinin, Türk egemenliğinin imha sürecinde Lozan’ın rövanşı işlevi görecek. İşgal meşrulaştırılacak…

Meşrulaştırma görevi de MHP’nin olacak. Türk milleti kavramı Suriyeli-Afgan potasında eritilip çok uluslu ümmet devletine geçişin yeni anayasa ile zemin hazırlanırken MHP de bunu toplum algısında meşrulaştıracak! Mühürsüz olaylar geçerli sayılarak atı alanın Üsküdar’ı geçtiği referandumdaki rolünün benzerini oynayacak…

Oysa; Türkiye, tarihte daima karışıklık içerisinde olan ve her an karıştırılmaya müsait olan Balkan, Kafkas ve Ortadoğu coğrafyalarının ortasında bulunuyor. Bu alt kıtaların arasında ayakta kalmak, devletin eyaletlere, milletin etnisitelere, toplumun tarikatlara ve cemiyetin cemaatlere bölünmemesi ile olur…

Kaldı ki; ümmetçilik fikri tarihin hiçbir döneminde birlik sağlayamadı. Erdoğan’ın millet anlayışına benzeyen Osmanlıcılık fikri Osmanlı halklarını bir arada tutamaya yetmedi. Öyleyse soralım; böyle bir toplumda birlik ve beraberlik nasıl sağlanacak? Araplar Türkleri ümmet kardeşi olarak görmüyor ki...

Yazarın Diğer Yazıları