Yanlış şeyler…

Yanlış şeyler…

Kuş sütünün eksik edilmediği o saraylara layık sofralara çağrılmamaya alışıktı Türk basının cüzzamlı gibi, vebalı gibi "muhalif" olarak yaftalanan ve ezelden beridir "maske-mesafe" kuralının başka bir türlüsüne mecbur edilen mensupları!

Keza, çağrılsalar da, milletin açlığını konuşmak üzere, işsizlikten, aşsızlıktan, çocuğunu okula gönderirken cebine koyamadığı harçlığın, üzerine giydiremediği formanın, boğazından geçiremediği lokmanın utancıyla intihar eden ana-babaları sormak üzere oturdukları o sofralarda, bir yandan ''chia tohumu eşliğinde ejder meyveli smoothiel''erini yudumlayıp, bir yandan ''zencefilli somonlu suşi''lerinden atıştırırken, "menü"nün seçkinliğine dair güzellemeler yapmayı -herhalde- kendilerine yakıştıramazlardı

***

Daha ortada virüs salgının bulunmadığı günlerde bile, sanki koronavirüsün ennnn yeni, ennnn hızlı bulaşan, ennnn ölümcül varyantının süper taşıyıcılarıymış gibi muamele görmeye ve "karantina"da tutulmaya alışıktı bu ülkenin araştıran, soran, sorgulayan, toplumun da aynısını yapmasına, kendisine sunulanları bir akıl, mantık süzgecinden geçirecek şuurda olmasına, uyuşturulmamasına çalışan gazetecileri, habercileri, yorumcuları, yazarları…

 "Uçan saray"larda sürahinin etrafındaki bardaklar gibi dizilmek vazifesine layık görülmemek, onlar için kayıp değil kazançtı; "bir geziye daha davet edilmediklerine" bir gün olsun şaşırmamışlardı.

***

İstanbul''un boğaza nazır tarihi mekanlarında yapılan nice "basınla buluşma", "basınla kahvaltı", "basınla akşam yemeği", "basınla iftar", "basınla beş çayı", velhasıl basınla happy hour(!) etkinliğine dahil edilmemeye…

Ankara''daki sayısız bilgilendirme toplantısının, açılışın, kapanışın, törenin, resepsiyonun, kutlamanın, siyasi parti organizasyonlarının ve hatta "kamunun ve kamuyla arayı bozmaya cesaret edemeyen özel sektörün de tabii dev reklam pastası"nın dışında bırakılmaya, dışlanmaya, her nevi ambargoya alışıklardı.

***

Ve fakat…

Mikrofonu her eline alanın, söze "milletçe birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan günler" diye başladığı şu afet günlerinde, gazeteciler dahil her bir insanın "ölümüne" bir gayret içinde olduğu afet bölgesinde, üstelik de iktidarın kendini/derdini/mazeretini/savunmasını/izahatını "her kesime" anlatabilmeye en çok ihtiyaç duyduğu anda bile akreditasyon organizasyonu yapmayı akıl edebileceklerine, bunu uygulamaya koyabilecek derman ve zaman bulabileceklerine ihtimal veremiyor "vicdan"…

Ama işte alıştılar ya "OHAL" rejimine; doğrulttular hortumlarını, hortumlananlarını üzerimize; olağan ihtimallerin vukuunu söndürüyorlar yangını söndürmeye yetmeyen var güçleriyle!

***

Günlerdir gazete yazıları ve sosyal medya yorumlarında, Muğla Tarım ve Orman İl Müdürlüğü''ne atanması, AK Parti''den belediye başkan adayı olma sürecindeki "orantısız Erdoğan yağcılığına" bağlanan Barış Saylak, telefonla bağlandığı yayında feryat ediyordu;

-              Bir kişi ya, bir kişi de bunları yazmadan önce arayıp sormaz mı?

***

Çok değil birkaç saat sonra KRT''den İnan Demirel, Milas''tan şöyle bildiriyordu:

-              Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez''in, yangından zarar gören  Kemerköy Termik Santrali''ne gideceği ve orada bir basın açıklaması yapacağını öğrendik. Bazı meslektaşlarımız aranmış ve davet edilmiş. Biz de buradayız ama davet edilmedik. Yine de gazeteci olarak gitmek, santralle ilgili durumu yerinde görmek ve Bakan''a sorularımızı sormak istedik. Jandarma yolumuzu kesti; talimat verilmiş. Adımızı, hangi basın kuruluşundan olduğumuzu sordular. Listede adımız olmadığı için santral bölgesine alınmadık!

Tek KRT ekibi değil; FOX TV''nin günlerdir alevlerin içinden yayın yapmaya çalışan muhabiri Gülşah İnce de, Halk TV ekibi de, Tele 1 ekibi de dahil edilmemiş söz konusu "liste"ye.

Azıcık zora düşünce gazetecileri "masa başından atıp tutmakla", "gerçeği araştırmamakla", "aramamakla", "sormamakla" itham eden cümle AK Partili siyasetçi, bürokrat vesair buyursun söylesin:

-              Nasıl sorsunlar!

***

Ya, iktidar tarafından karpuz seçer gibi seçilmiş olanlar?

Meslektaşlarının bir bölümü jandarma tarafından engellenirken hiç mi utanmandılar afet bölgesinde ayrıcalıklı olmaktan?

Birinin bile mi aklına gelmedi; "onlar yoksa biz de yokuz" demek?

Biri de mi cesaret edemedi ortak olmamaya bu utanca?

Tek iktidar mı sanıyorsunuz bu baskı, korku, sindirme, susturma ikliminin sorumlusu; iktidar kadar, bu metotlara boyun eğerek , iktidarda "işe yaradığı", "doğru yolda olduğu" inancını pekiştiren kim varsa, hepsi suçlu!

***

Aynı günün gecesi…

Muğla, Marmaris, İçmeler…

Gerçeği ortaya çıkaracak soruları sormaları, mümkün olan her zeminde engellenen, her şeyi göze alıp sorabildiklerindeyse cevapsız bırakılan gazeteciler, Halk TV canlı yayınında, iğneyle kuyu kazarak kendi çabalarıyla ulaştıkları cevapları anlatıyorlardı; kamuoyundan saklananları…

Yaptıklarının "yanlış" olduğu zannına kapılan bir grup yayını bastı; "doğru" olan buydu çünkü; konuşmak yerine kırmak, dökmek, sövmek, saymak!

Takvim yaprakları hangi çağı, hangi yılı işaret ederse etsin, kafa "Kabataş(!)" çağında kalınca taştan, sopadan başka araçla iletişmek de mümkün olmuyor olmalı "homo sapiens" görünümlü "arkaik" bünyelerde!

***

Geçmiş olsun Gökmen Karadağ…

Geçmiş olsun İsmail Saymaz…

Geçmiş olsun Murat Ağırel…

Geçmiş olsun Salim Şen…

Geçmiş olsun Candan Yıldız…

Geçmiş olsun gazetecilik…

Geçmiş olsun vicdan…

Ve umut olsun Türkiye; ne yaparlarsa yapsınlar susturamıyorlar işte…

Yeter ki sen gönüllü uzatma boynunu giyotine…

Eğilmeden dur yeter ki doğruluğundan emin olduğun yerde.

Yazarın Diğer Yazıları