Mart tezkeresinden Çankaya krizine...

Seçimlerden önce, AKP’nin dışında 27 Nisan süreciyle başlayan Çankaya krizi, tarafların karşılıklı saflaşmaları nedeniyle bu kez iktidar partisinin içine uzanmış durumda. Gül, Cumhurbaşkanlığı adaylığında direnirken, Başbakan Erdoğan da onun direncini ortadan kaldırmak amacıyla ilginç taktiklere başvuruyor. Gül adaylıktan vazgeçmezse, MHP’nin de 367 şartına yaptığı katkıyla Türkiye’nin onbirinci cumhurbaşkanı olacak. Çünkü böyle bir durumda, AKP milletvekillerinin Abdullah Gül’ü seçmemeleri kendilerini inkâr anlamına gelir. Seçmeleri durumundaysa kriz yeniden AKP içinden dışarı taşacak, sonuçları bakımından tehlikeli bir belirsizlik sergileyerek Başbakanın otoritesini, güçlü lider imajını sarsacak.

Abdullah Gül’ün Çankaya’ya çıkması amacıyla krizi körükleyenlerse bir takım cemaatler, medyadaki sözde ‘demokrasi’ yanlıları ve ortaya çıkacak krizden yarar umanlar. Bütün bunların hepsi “Gül seçilmezse demokrasi zaafa uğrar” gibisinden, kendilerinin bile inanmadıkları abartılı bir söylemi pişirip pişirip kamuoyunun önüne koyuyorlar.

AKP 2002 seçimlerinde Erdoğan’sız, Meclis’e girip 1 Mart tezkere kriziyle karşılaştığında da şimdi içinde yaşadığımız krizin bir benzerinin, daha karmaşık ve tehlikelisini yaşamıştı. Recep Tayyip Erdoğan yalnızca AKP Genel Başkanı kimliğiyle, Washington’da Başkan Bush’u ziyaret ederek, “Saddam problemi sizden önce bizim problemimiz” diye konuşmuş; Bush ve ekibi de bunu; Türkiye’nin, ABD’nin Irak işgaline askeri katkıda bulunması şeklinde algılayarak kolları sıvamışlardı. O zaman Abdullah Gül Başbakan, Arınç da Meclis Başkanı’ydı. Her ikisi de tezkerenin Meclis’ten geçmemesi için yoğun bir kulis yürüttüler. Arınç açıktan, Gül ise dolaylı olarak, şaşkınlık içindeki Milli Görüş yanlısı Erbakancılığın ABD karşıtlığıyla gençlik yıllarında şekillenmiş AKP milletvekillerine “Hür vicdanınızla hareket edin” mesajını veriyorlardı. İslami medyada özellikle Başbakan Gül’e yakın köşe yazarları tezkereyi engelleyen yorumlar yapıyorlardı. Sanki tezkerenin geçmemesi amacıyla post-modern bir cihad açılmıştı kamuoyunda. Barzani ve Talabani bir yandan, CHP ve Baykal öte yandan harekete geçmişlerdi. Cumhurbaşkanı Sezer açıkça söylemesine karşın tezkereye karşıydı. Zamanın Genelkurmay Başkanı Özkök ve MGK da “Biz karışmayız hükümet bilir” havasında topu Meclis’e atıyorlardı. Sonuç 1 Mart tezkeresi geçmedi. Tayyip Erdoğan tezkereden yana olmasına karşın başbakanlık koltuğunda oturmadığından bu tehlikeli süreçte, AKP’nin daha emekleme dönemindeyken parçalanma tehlikesine sürüklendiği süreçten sıyrılmayı başararak, başbakanlık koltuğuna oturdu. Açıkça milletvekillerini toplayıp tezkereye oy verin demekten çekinmişti. Nereye gideceği belirsiz ve tarihsel anlamda ABD’nin Irak’ı işgaliyle başlayacak zaman kesitinde belirsizlik stratejisi belki de kendi açısından en ideal olanıydı. Ne var ki Abdullah Gül de tezkerenin geçmesi için değil, geçmemesi için yarı dolaylı yarı dolaysız bir tavır içine girmiş, perde arkasında Erdoğan’la karşı karşıya kalmıştı. 1 Mart tezkeresinin geçmemesiyle Türkiye, Kuzey Irak’taki Kürt devletinin tehdit alanına girdi; PKK terörü yeniden can almaya başladı.

Bugün AKP içindeki Çankaya krizi bir anlamda tezkere krizine benziyor. Başbakan Erdoğan bir tarafta; Gül ve Arınç ise tezkerede olduğu gibi ittifak içindeler. Ne var ki burada bütün gözler Başbakan Erdoğan’ın üzerindedir. Erdoğan, Çankaya’ya uzlaşmayla kendi adayını seçtirmeyi başarırsa, tezkereden bu yana en zorlu ikinci liderlik imtihanını da vermiş olacak. Ayrıca bu imtihanla kazanacağı zaferin bir Pirus zaferi olmamasına da çok dikkat etmesi gerekiyor.

Yazarın Diğer Yazıları