2014’e başlarken kumpas üzerine

Balyoz adlı TSK’da önceden tespit edilen general-amiral ve subayları tasfiye etmeye yönelik operasyonu ilk kez,  “Ergenekon rüzgarının sert bir şekilde esmeye devam ettiği”  o günlerde  “Ters Cephe” adlı programda, programın katılımcılarından ve Taraf gazetesi yazarı olan Rasim Ozan Kütahyalı programda yayınlamak üzere getirdiğinde Türk kamuoyu ile birlikte duymuştum. Ordu ve askeri darbe konusunda uzman bir akademisyen olarak plan tatbikat seminerinde darbe planı yapılmasının mümkün olmadığını ileri sürmüştüm. Sadece Balyoz değil, Ergenekon örgütü iddiasının da tam bir siyasi tasfiye operasyonu olduğunu söyleyen birisi olarak, Balyoz’un Ergenekon operasyonunun devamı olduğunu görüyordum.
Ne zaman ki, yargı ve poliste Ergenekon-Balyoz-Casusluk vs. davaları geliştiren kadrolar bu kez iktidarın yolsuzluklarına yöneldiler, Başbakan Erdoğan Türk ordusunu, Türk subaylarını teslim etmek konusunda bir an dahi tereddüt etmediği yargı ve polis kadrolarına karşı “paralel devlet”, “casus”  ve benzeri en ağır ifadeler ile saldırmaya başladı. Erdoğan’ın başdanışmanı olayları en yakından bilen ve siyasi suç ortağı olduğu süreç için “orduya kumpas kurdular”  diye yazdı. Şimdi, ben belirli bir olayı kastetmedim dese de kimin neyi kastettiği gayet iyi biliniyor. 
2007’den buyana yaşanan süreç, askerde ve sivilde kimin, aslında ne olduğunu da bize göstermesi açısından çok öğretici oldu. Milliyetçi-ulusalcı, danışman, akademisyen diye ortada dolaşanların nasıl ortalardan kaybolduklarını, seslerini kestiklerini, yurtdışına kendilerini attıklarını gördük. Televizyonlarda Harp Okulu’ndan değil de iktidarın parti okulundan mezun olmuş gibi konuşan eski subayları gördük. Subay arkadaşlarının tutuklanması  “iyi oldu”  deyip, bir hafta sonra kendisi de Balyoz’dan tutuklananları gördük. Askeri hapishanede iktidardan korktuğu için tutuklu komutanının alanını iyice daraltan  “subayları” gördük. 
Bu süreçte bir de saf, temiz, delikanlı Türk çocuklarını da gördük.  Balyoz Davası’ndan esir bulunan Amiral Cem Aziz Çakmak onlarla ilgili duygularını şu şiirinde dile getirmiş: 
İhanet tohumları filizlenince
Ve yaşım elliye gelince
Hasdal’a vardığım o ilk gece
Tanıştım Mehmet’le.
Kahpe pusuların gölgesinde
Korkunun cesarete egemenliğinde
Hiç ama hiç çekinmedi, rütbesiz Mehmet
Ve görevi süresince bizimle birlikte çekti eziyet

***

Bıkmadan dolandı durdu çevremizde 
Bir yardımım dokunur mu diye
Havalandırma saatlerinde.
Pazar geceleri bir merak gözlerinde
Ziyaretçileri sayardı asılan listede
Sevinirdi sayıyı yeterli gördüğünde
Sinirlenirdi gelenler az ise.
Açık görüş günlerinde bir garip olurdu Mehmet
Gönüldendi büyüklere gösterdiği hürmet
Vazifesi olmasa da zevkle ederdi hizmet.

***

Ama çocuklar...
Çocuklara farklıydı
Babalara sarılan çocukları görünce Mehmet
Bir köşede sessizleşirdi çaresizce 
Gözyaşlarını gizlemeye çalışırken acemice.
İkaz etmesi istense de Mehmet
Gelip söyleyemezdi “Vakit tamam, bitti ziyaret.” 
İşittiği laflar için bir kez bile etmedi şikayet.

***

Tezkere zamanı geldiğinde 
Vedalaşmak zor oldu Mehmet’le
Boynuma sarıldı içtenlikle
Dedi “Her şeyi anlatacağım köyümde.” 
Ona söyleyebildiğim tek cümle,
“Görüşeceğiz elbet özgür günlerde”...
Derin bir acı hissettim gittiğinde...

***

Düşündün sonra, bir yanda Mehmet, 
peki ama ya diğerleri!
Bilerek susan, sinerek izleyen zihniyet...
Bir kenara bıraktım paylaştığım seneleri
Ve öğrendiğim değerleri
Ya unutulan insaniyet
Toplasam hepsini, 
Etmez bir tane Mehmet!
Özetle her subay bu süreçte askere gelen Türk gencine bakarken gerçek silah arkadaşının rütbesiz bir er olabileceğini de öğrenmiştir.

Yazarın Diğer Yazıları