Peşmergelerin insafına bırakılan soydaşlarımız!

Öncelikle, geçtiğimiz hafta; bu sütunda yer alan “Peşmerge petrolü ve Türkmenler” başlıklı yazımızın büyük ilgi uyandırdığını ve önemli bilgileri içeren katkıların yağdığını açıkça belirtmemiz gerekiyor.
Bir bakıma, “olumlu tepkiler” diye sayılabilecek görüşlerin odak noktasını “Türkmenlere büyük haksızlık yapıldığı” nı oluşturuyor.
Ayrıca, Türkiye’nin “gaflet” içinde büyük bir avantajını da yitirmek üzere olduğu fikrinde birleşiliyor.
Nitekim, yazımızın giriş bölümünde de; 
“Peşmerge petrolünün, dünya pazarlarına ulaşma faturasının bu kadar “basit” olmaması gerektiğine bütün dünya tanık oluyor.
Tabii ki, en fazla üzülen hatta “endişeye”, Irak’ın Kuzeyi’ndeki soydaşlarımız düşüyor.
Gerçekten de, “peşmerge petrolü ” Türk dış politikasının veya ekonomik durumunun bir başka “yüz karası” olarak tarihe geçmiş bulunuyor”  görüşleri yer alıyor.
Zaten, bunun aksini veya tarihi fırsatı düşünmek mümkün görünmüyor. 
Hatırlanacağı üzere; 1991 yılında Irak’ın Kuzeyinde 36. paralelde bulunan güvenli bölgenin ihdasıyla başlayan ve günümüze kadar devam eden bu süreçte aralıklı olarak ister legal ister illegal çeşitli yollarla bölge üzerinden Türkiye’ye tankerlerle petrol sevkiyatı yapılıyor. 
Son yıllar içerisinde Türkiye, Kuzey Irak’ta yüz binlerce varillik kapasitede ve 2016’da bir milyona varacak petrol üretimini planlıyor.
Ne yazık ki Türkiye, bölgeden aldığı ciddi petrol kokusunun etkisi altında kalarak, ilan edilen kırmızı çizgileri bir kenara bırakmış ve Bölgesel Yönetim’le (peşmergeler) yapılan üst düzey resmi görüşmeleri ziyaretleri sürdürüyor. 
Bu bağlamda, nereye varacağı belli olmayan, açılım sürecinin yanı sıra, Irak’ta yaşayan Türkmenler de devre dışı kalıyor. 
Öte yandan, Türkiye’nin geçirmekte olduğu sorunlara ek olarak, petrol konusuyla ilgili sıkıntının diğer bir boyutu ise ABD faktörünün ve büyük enerji şirketlerinin yaptığı lobicilik faaliyetlerinin dikkate alınıp alınmadığı bilinmiyor.
Diğer bir ifade ile yukarıda sözü edilen faktörlere rağmen Erdoğan - Barzani anlaşmasının geçerliliği ve bunun ötesinde garanti faktörünün de varlığının ileride söz konusu olabileceği seslendiriliyor.
Gerçekten de, daha şimdiden 29 Aralık 2013 tarihinde Bölgesel Kürt Yönetimi ile Merkezi Hükümet arasında yapılan görüşmeler neticesinde Türkiye ile yapılan antlaşmaların bir bölümü askıya alınmış durumda olduğu biliniyor. 
Belki de, şu sıralarda en büyük gelişme olarak; son yolsuzluk ve rüşvet operasyonları sonucu Halkbank’a yönelik Kuzey Irak yönetiminin Türkiye’den yana olan direnişi kırılmış ve Amerikan bankalarının kullanılmasının önerileceği bilgileri gösteriliyor.
Türkmenlerle ilgili büyük çalışmalar yapan Dr. Cüneyt Mengü sorunun önemli bir ayrıntısını şöyle özetliyor; 
 “Her gün durumları daha da kötüye giden ve Araplarla Kürtler arasında sıkışan Türkmenler ciddi bir çelişki ve arayış içinde girmişlerdir.
Ancak Türkmen halkının arzuladığı karşılanmamaktadır.
Türkiye’de bazı çevrelerin ve hatta Irak’taki bazı Türkmen siyasetçilerin de ileri sürdükleri yaklaşım kapsamında Türkmenlerin, Bölgesel Yönetim ile iş birliği yapması talep edilmektedir. 
Dikkat edilirse, ileri sürülen bu hipotezlerin boyutları açıklanmadığı gibi Kürt tarafının da Türkmeneli bölgesi üzerinde haksız iddiaları da kabul edilebilir gibi değildir. 
Başka bir ifade ile Türkmenler, Özerk Kürt Bölgesi’ne her şeyden vazgeçerek bir bölge vatandaşı sıfatıyla mı katılmalı, yoksa 1000 yılı aşkın bölgenin sahibi konumunda olan Türkmenler, ‘Özerk Bölge’ye siyasi yönden mi ortak olmalıdırlar? 
Irak toplam nüfusunun % 17 veya % 20’lik bir kısmı içinde yer alan Kürtler, hem özerk bölgeye sahip hem de bölgede tüm kurumlarıyla devlet gibi hareket etmekte ve ayrıca her türlü hakları da Irak anayasasının garantisi altındadır.” 
Nereden bakılırsa bakılsın, Irak’ın Kuzeyi’ndeki soydaşlarımız, elimizde petrol silahı varken, insafsız bir şekilde peşmergelerin insafına bırakılmış bulunuyor.

Yazarın Diğer Yazıları