Başkan olan Cumhurbaşkanının seçimi

Cumhurbaşkanlığı seçimi zaten aşırı derecede gergin olan Türk toplumunu 2 seneden buyana yoğun bir şekilde meşgul ediyor. Ağustos 2014 yaklaşırken gerginlik giderek artıyor. Sadece kimin cumhurbaşkanı olacağını tartışmıyoruz. Cumhurbaşkanı olmak isteyen Erdoğan cumhurbaşkanı olurken, başbakanlık yetkilerini de beraberinde götürüp başkan olmak istediği için gerilim daha da artıyor. 1950’den buyana düşe kalka parlamenter demokrasiyi öğrenen ve parlamenter demokrasi kültürü geliştiren bir toplum, şimdi Başbakan Erdoğan’ın kişisel kaprisinden dolayı, Türkiye için bir ihtiyaç olmamasına rağmen başkanlık rejimine geçmeyi tartışıyor. 
AKP grubunda her şeyde olduğu gibi başkanlık tartışmalarında da Erdoğan’ın mutlak hakimiyeti var. AKP grubunda 1950-1960 arasında Menderes Hükümetlerine karşı DP grubunun sahip olduğu medeni cesaret ve bağımsız düşüncenin zerresi bile görülmemektedir. Bülent Arınç başta olmak üzere birkaç AKP’li dışında kimse Erdoğan’ın kişisel kariyer planlaması ve güç ihtirasını sorgulamamaktadır. TBMM Anayasa Komisyonu’ndan başkanlık sistemini geçiremeyen Erdoğan, şimdi Ağustos 2014’te cumhurbaşkanı seçildikten sonra fiilen başkanlık rejimini oluşturmayı ve 2015 sonrasında başkanlık rejimine geçmeyi hedeflemektedir. 
Türkiye başkanlık rejimini tek parti döneminde yaşamıştır. Esasen Atatürk ve İnönü’nün tarihsel şahsiyetleri ve sistemin tek parti niteliği fiili başkanlık rejiminin önünü açmıştır. Ancak 1950 seçimlerini başında Adnan Menderes’in değil, Celal Bayar’ın olduğu Demokrat Parti kazandıktan sonra Cumhurbaşkanı olan C. Bayar, herkes Fuat Köprülü’yü başbakanlığa atayacağını beklerken, Adnan Menderes’i başbakanlığa atamıştır. Yani Menderes’i başbakanlığa 1950’de halk değil, Bayar seçmiş olmasına rağmen artık çok partili yaşama geçen bir Türkiye’de Bayar, fiili başkanlık uygulamasını devam ettirmeyerek, parlamenter demokratik kültürün gelişmesinin önünü açmıştır. Oysa Atatürk’ün başbakanı ve bakanı, İnönü’nün hem başbakanı ve bakanı olan Bayar fiili başkanlık nedir gayet iyi bilmektedir. Atatürk, Bayar’ı 1937’de başbakanlığa atarken,  “Bayar, komutanları ben atarım. Büyükelçileri ben atarım. Valileri ben atarım. Gerisini sen yaparsın” diyerek, dış işleri, iç işleri ve savunma işlerini ben düzenlerim diyerek, başbakanın sınırlarını çizmiştir. Bayar, artık demokrasiye geçen Türkiye’de Menderes’e böyle bir sınır çizme ihtiyacı hissetmemiştir. 
1950’de demokrasiye hem de tek parti dönemi anayasası ile geçerken, parlamenter demokrasiye geçen Türkiye şimdi, 65 sene sonra Erdoğan’ın  “hem cumhurbaşkanı hem başbakan olacağım” istekleri  ile siyasal istikrarsızlığa sürüklenmektedir. 
Öte yandan cumhurbaşkanlığı tartışmaları öyle bir üslupla yapılmaktadır ki sanki Ağustos 2014’te cumhurbaşkanlığı seçimleri demokratik bir ülkede çok adaylı olarak değil de, sadece Erdoğan’ın adının bulunduğu bir pusulanın sandığa atılması şeklinde olacak. Oysa, Türk siyasi kültürünün güzel bir cümlesi vardır:  “Gururlanma Padişahım senden büyük Allah var.”  Bu cümle padişahlara bile  “sınırlarının”  olduğunu hatırlatması anlamında önemlidir. Erdoğan da  “Erdoğan’dan büyük Allah’ın olduğunu”  hatırlamalıdır. Seçim sandığından ne çıkacağını bugünden bilmek mümkün değildir. 
Erdoğan’ın karşısına çıkacak ve sadece toplumsal muhalefeti değil, bunun ötesinde AKP’ye oy vermekle beraber yüksek geriliminden rahatsız olan seçmenleri de kendisine kanalize edebilecek toplayıcı bir aday, Erdoğan’ın ihtiraslarını sandığa gömebilir. Dileriz CHP ve MHP böyle bir aday bulabilirler.

Yazarın Diğer Yazıları