Bu ne baskı bu ne şiddet!

Orta Doğu'da özellikle sınır komşularımız Irak ve Suriye'de kanlı çatışmalar birbirini takip ederken, ülkemizde iç huzurun hatta güvenliğin bir türlü sağlanamaması daha büyük "tehlike" sinyalleri veriyor.

Gerçekten de etrafımızda "ateşten bir çember" oluşurken, Türkiye'nin gün geçtikçe, demokrasiden uzaklaştırılması, her şeyden önce halkımızın hem moralini hem de ekonomimizin durumunu bozuyor.

Bir yanda verdiğimiz şehitler, diğer yanda iktidarın özellikle, medyaya karşı giriştiği anlaşılmaz sert tutumu, ne yazık ki Türkiye'yi çağdaş dünyadan uzaklaştırıyor.

Kim ne düşünürse düşünsün, kim ne derse desin, hatta kim ne yazarsa yazsın;  her şeyden önce bir medya kuruluşuna veya mensubuna yapılan her türlü saldırıyı şiddetle kınamak gerekiyor.

Her ne kadar, son yıllarda, her alanında olduğu gibi medya sahasında, ülkemizde bir "ayrımcılık" görünüyorsa da, hatta çeşitli iddialar ortalıkta geziniyorsa da, medyaya karşı şiddetin hiçbir zaman tasvip görmemesi icap ediyor.

Bilinmelidir ki, demokrasiyle yönetildiğini iddia eden bir ülkede her şeyden önce "düşünce özgürlüğü" dolayısıyla basın hürriyeti önde geliyor.

Basın hürriyetini, zorbalıkla şiddetle, silahla susturmaya kalkışmak kadar, yasaların ters yorumlanması veya uygulanmasıyla aynı "cürüm" işleniyor.

Yani, medya mensuplarına, organlarına veya kuruluşlarına her şeyden önce ister şiddet, ister yönetim zoruyla, yapılan eylem ve girişimler mutlaka kınanmalı, kamuoyuna duyurulmalı gibi bir ilke, bizleri daima bekliyor.

Hürriyet Gazetesi'ne üst üste iki defa ve yazarı arkadaşımız Ahmet Hakan'a yapılan saldırıyı asla unutmamak ve hafife almamak bir demokrasi görevi oluyor.

Nitekim, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC), Basın Konseyi, İzmir Gazeteciler Cemiyeti (İGC), Gazeteciler Özgürlük Platformu (GÖP) gibi kuruluşlar bu tür işlevleri titizlikle yerine getirmiş bulunuyor.

Zaten bu kuruluşların, Star Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı Murat Sancak'a yapılan suikast girişimini de şiddetle kınadıklar hatırlanıyor.

Bu arada, bazı gazete ve gazetecilerin bu tür meslek kuruluşlarını tanımak istemedikleri "acı" bir şekilde anımsanıyor.

Oysa, düşünce gibi geniş bir alanda ve çeşitli zıt görüşler platformunda en azından mesleğe şiddet veya baskı uygulaması süreçlerinde bütün medya kuruluşlarının tavır almadığı da dikkatleri çekiyor.

Ne var ki, medyaya karşı girişilen son tecavüzlerin iktidarın ve devletin yüksek kademeleri tarafından hemen değerlendirilmedikleri de gözden kaçmıyor.

Öte yandan bunca dalgalanmadan, çelişkiden, ayrışımdan, ithamdan, çekişmeden, çatışmadan ve nihayet bunca baskılardan sonra, "medya" denilen gizemli ve güçlü dünyamızın içine düştüğü durumdan endişelenmemek elden gelmiyor.

Bu "dehşet" verici duruma nasıl gelindiğini araştırmaya yeltenebilenler en başta siyasi gücü görecekleri peşinen kabul ediliyor.

Çünkü bu "tehlikeli" süreç hep beraber yaşanıyor.

Her şeyden önce, nerden ve kimden gelirse gelsin; medyaya baskıların, daima "ters" sonuçlar doğurduğunu hatırlatmak hepimizin görevi sayılıyor.

Bir zamanlar, medya-siyaset-ticaret üçgeninde, tarafların birbirinden çok dikkatli ve dengeleri alt üst edecek davranışlardan, iddialardan, yayınlardan çekinmeleri bekleniyordu.

Şimdi ise, değer yargıları alt üst olurken; herkes, her kesim, birbirini itham etmek gereğini duyuyor.

"Medya dünya"nda, karşılıklı ithamlar, ortaya atılan iddialar, bir yandan mesleğimizi yıpratırken, bir yandan da insanı derin düşüncelere götürüyor.

Aslında, çoğu mesleklerde bir "yozlaşma"nın izleri sırıtıyor.

Hemen kesimde çarpıklıklara rastlanıyor.

Neyi eşelerseniz, altında bir "marifet", bir "tezgâh" çıkabiliyor.

Yıllar yılı, çarpık fikirlerle, yanlış yönetilmiş bir toplumda, bu "tahribat"ı bekleyenler, ne yazık ki, amaçlarına varıyor.

Diyeceğimiz odur ki, yıllar yılı "beyni yıkanmak" istenen toplumumuza maalesef bir "aşınma", bir "yıpranma" görünüyor.

Velhasıl, etrafımız bir "ateş çemberi" iken, demokrasiye dolayısıyla insan haklarına ve özellikle düşünce özgürlüğüne sıkı sıkıya sarılmak hepimize düşüyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları