Yeter ki Edirne alınsın!

Yeter ki Edirne alınsın!

Okuduğumdan beri Sadi''nin şu sözünü kendime ilke yapmıştım: "İki şey insanın ruhunu karartır: Susulacak yerde konuşmak ve konuşulacak yerde susmak"...

Ruhumu karartmamak adına bu söze sadık kalmaya çalıştım… O yüzden de bugüne kadar yazdıklarımın arkasındayım ve öyle olmaya da devam edeceğim… Kimin ne anladığı, benim neyi anlatmaya çalıştığımdan daha önemli değil…

Hani İbni-i Sina''ya atfedilen bir söz var ya: "Hiç kimse, görmek istemeyen kadar kör değildir"… Bu türden körlere neyi nasıl anlatabiliriz ki?

Hayata dair bütün hesabımızı "Acaba başka insanlar nasıl algılar?" endişesiyle yapamayız… Biz hak olanın yanında duralım, doğrularla yürüyelim, inandığımızı yapalım, gerisini Allah''a bırakalım… Nasıl sesleniyor Pir Sultan: "Kula gölge ise Allah''a âyân"… Yani kul bilmese de anlamasa da Allah görüyor…

 ***

"İkiyüzlülük sadece sahibi tarafından görülmez" diyen Wilkins ne güzel yakalamış bu aşağılık karakterleri… Onlardan tepeden tırnağa ikiyüzlülük akar ama bunu kimsenin fark etmediğini zannederler… Oysa herkes görür hangi zulalarda, her gün hangi sinsilikleri planladıklarını… Başları hariç her tarafları açıktadır ama görülmediklerini düşünürler…

Aslında çok yanılıyorlar… Çünkü başta büyük memeliler olmak üzere tabiattaki bütün canlılar iz bırakırlar… Onların ne yaptıklarının anlaşılması için tabiatta bıraktıkları ayak izleri, etrafa saçtıkları kokuları, dışkıları, postları, tüyleri birer veridir… Hem bilim insanları hem avcılar buradan sonuca giderler… Şu atasözü boşuna denmemiş: "Tilki ne kadar kurnaz olursa olsun avcı da o kadar iz bilir…"

Bilimsel bir makalede okumuştum: "İzin yakınında veya izle aynı hat üzerindeki yemek artıkları, hayvanın idrarını ve dışkısını yaptığını gösteren işaretler, izin yaşı konusunda araştırmacıya fikir verebilir… Büyük memeli türlerinin bir alandaki sayılarını belirlemek için sadece izlerden yararlanmak tartışma konusudur…

Kedi türlerinin toprak yüzeyini kazmaları, yaban domuzlarının çamura yattıktan sonra ağaçlara sürtünmeleri ile oluşan çamurlu ağaç görüntüsü, boz ayıların ağaç gövdeleri üzerinde bıraktıkları pençe izleri, et oburların bıraktıkları av kalıntıları örnek olarak verilebilir…"

***

Hayvanlar, genellikle türlerini satmazlar, düşmanla iş birliği yapmazlar… Bu karakter, daha doğrusu karaktersizlik, zaman zaman insanoğlunda görülür… İnsanoğlu, eğer çıkarına aykırıysa, tezgâhını bozuyorsa veya kıskançlığa sebep oluyorsa, grup içindeki türdeşini çok rahatlıkla hasımlara pazarlayabilir… Bilgi aktarabilir, iftira üretmesine yardımcı olabilir, ortaklık kurabilir, kısacası her türlü iş birliğine girebilir… Tam da "Edirne''yi Enver alacağına Bulgar alsın" psikolojisi!..

Söz hayvanlardan açılmışken ''akrepler''e temas etmeden geçmeyelim… Çok bilinen hikâyedir: Nehrin karşı kıyısına geçmek zorunda olan akrep, yüzme bilmediği için ne yapacağını düşünmektedir… O esnada kurbağayı görür ve ondan kendisini karşı kıyıya taşımasını ister…

Kurbağa "Yapamam, sen beni sokar zehirlersin" diye karşı çıkınca, akrep "Seni öldürürsem, ben de suya düşer boğulurum, o yüzden korkma, yapmam" der…

Bunun üzerine kurbağa yumuşar ve akrebe iyilik etmeye karar verir… Akrebi sırtını alır, karşı kıyaya doğru yüzmeye başlar… Kurbağa suda ilerlerken, akrep tarafından sokulduğunu ve gittikçe ölmek üzere olduğunu fark eder… Son nefeste sorar: "Hani beni sokmayacaktın akrep kardeş?" Akrebin cevabı klasiktir: "Ne yapayım kurbağa kardeş, benim tıynetim, benim huyum bu!.."

Akrepler de bu tabiatın bir parçası… Onlardan zarar gelmesini engellemek için huylarını bilmek ve güven gerektiren alanda rol vermemek gerekli… Yoksa her türlü başarıyı, zemini, ilişkiyi ve iyiliği zehirleyecek karaktere sahipler… Çünkü bu onların, kurbağa hikâyesinde olduğu gibi, huyudur huyu… 

***

Bu yazı, herhangi bir kişi veya kişilere, kurum veya kurumlara özel bir yazı değildir… Devletler, kurumlar, topluluklar ve insan ilişkilerine dair genel bir gözlem denemesidir…

Yazarın Diğer Yazıları