Ne ekersen onu biçersin

2012 yılı siyasette ve ekonomide negatife dönüş yılı olmuştur. Bu dönüş, Dünya Bankası (The World Bank) ''Türkiye'ye genel bakış'' raporunda özetle şöyle anlatılıyor...

''2012 yılından bu yana yaşanan gelişmeler, Türkiye'nin 2012 yılına kadar olan ekonomik performansının sürdürülmesi ile ilgili endişelere yol açmıştır. Avrupa'daki yavaş büyüme, kötüleşen jeopolitik ortam ekonomiyi olumsuz etkilemiştir. 2015-2016 döneminde ülkeye giren 3 milyon Suriyeli sığınmacıların yaşadıkları kent merkezlerinde yeni sosyal, ekonomik ve siyasi talepler doğmuştur. Türkiye'nin yapısal  kırılganlıkları çözmesi özel yatırımların yeniden canlandırılması, Avrupa ile olan yakınlaşma için önlem alması gerekir.''

Dünya Bankası'nın daha çok dış faktörlere bağlı değerlendirmesine, siyasi iktidarın ekonomi alanındaki yanlışlarını da katmak gerekir.

1- Dalgalı kur politikası sürdürülemez bir finansal yapı oluşturdu.

Her şeyden önce, 2001 krizi sonrası uygulanmakta olan dalgalı kur politikası, hızlı finansal dönüşüm ve liberalizasyon, sıcak para girişini artırmış ve üretim ithal ara malı ve hammaddeye bağlı başka bir ifade ile üretim dışa bağımlı bir yapı kazanmıştır. Doğal olarak da cari açık oluşmuştur.

2012 sonrasında bu defa döviz kurları aşırı değer kazanmış, maliyet ve fiyat artışına neden olmuştur. Kur artışı özel sektörün dış borç yükünün artmasına neden olmuş ve dış borçların çevrilmesini zora sokmuştur.

Türkiye'de vadeli döviz piyasası gelişmediği için, piyasada eksik rekabet olduğu için ve dolarizasyon olduğu için başka türlü bir sonuç bekleyemezsiniz. Hangi ekonomide olursa olsun bu tablonun sürdürülmesi mümkün olmazdı.

2- Popülizm nedeniyle kaynaklar etkin kullanılmadı.   

Popülizm siyasilerin iktidar olabilmek için verdiği tavizler ve siyasi iktidarların da seçim ve referandum aşamalarında oy toplamak için başvurdukları bir nevi topluma verilen rüşvetlerdir.   

2017 yılının 17-20 Ocak tarihleri arasında, İsviçre'nin Davos kentinde

yapılan Dünya Ekonomik Forumu (WEF) öncesinde, 750 dolayında uzmanın katılımı ile bir Küresel Risk Raporu yayınlanmıştı. Bu raporda dünyayı bekleyen en büyük riskin popülizm olduğu vurgulanıyordu.  

Aslında, popülizm öteden beri vardı... Ancak son yıllardaki kadar açık ve millî değerleri istismar şeklinde değildi.

 Siyasi amaçlı popülizm,  kaynak dağılımında etkinliği gözetmeden devlet imkanlarını (kadro ve bütçe) geçici veya sürekli kullanmaktır.

Bu anlamda kamu kaynaklarını popülizm için dağıtan siyasi iktidarlar sonraki seçimler için daha fazla taviz vermek ve daha fazla kamu kaynağı dağıtmak zorundadır. Bir ''Popülizm çıkmazı'' veya ''Popülizm kısır döngüsü'' içine girmiş olacaklardır. Bu yanlışın ne kadar sürdürülebileceği toplumun eğitim ve kültür seviyesine, siyasi bilinç düzeyine bağlıdır.

Bugüne kadar gelen hükümetler, popülizm için harcadıkları kaynakları, kamu üretken yatırımları için harcamış olsalardı, hem işsizlik azalacak hem de büyüme devam edecekti.

3- Devletin eli-kolu bağlandı

Piyasa ekonomisi ve liberal politikalar devleti dışlamak anlamında değildir. Çünkü piyasa ekonomisi tam rekabet şartlarını yerine getirmekte yetersiz kalıyor. Devletin piyasadaki oligopol yapıları ve kartelleri kaldırıp, rekabetin önünü açması gerekir.

 Enerji, ulaştırma ve haber­leşme sektörleri tek başına özel sektöre bırakıldığında ölçek ekonomilerinden dolayı tekelleşme ortaya çıkıyor. Bu yatırımların ya devlet tarafından yapılması gerekir veya devlet kontrolünde yapılması gerekir. Yap-işlet-devret modeli bu gerekçe ile uygulama alanı bulmuştur. Ancak bizde yap-işlet-devret modeline bir de bütçeden kaynak aktarmak eklenmiştir.

4- Hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı konusunda olumsuz bir imaj oluştu.

Özel yatırımların yapılmıyor olmasının temel nedenlerinden birisi bu sorundur.

Sonuç: Bir kısmını saydığımız bu yanlış politikalardan sonra ekonomide  başka ne bekleyebilirdik?

Yazarın Diğer Yazıları