Ademi merkeziyetçilik Sevr’i uygulamak olur!

Ademi merkeziyetçilik Sevr’i uygulamak olur!
Ademi merkeziyetçilik Sevr’i uygulamak olur!

Yeri gelmişken (Selcan TAŞÇI)

OYA AKGÖNENÇ
“Partimizi içeriden çökertme operasyonu uygulanıyor” açıklamasıyla yeniden dikkatleri üzerine çeken Oya Akgönenç 1990’lı yılların başından beri Milli Görüş vitrinin önemli isimlerinden. Halen Ufuk Üniversitesi’nde öğretim üyesi, 21. dönem Ankara Milletvekili ve şimdi Erbakan’ın Başdanışmanı...

 

 

 


Ademi merkeziyetçilik
Sevr’i uygulamak olur!

Tarih 29 Ekim, ebced meraklıları için ilginç bir buluşma; konuğumuz sıkça rejim tehdidi olmakla suçlanan “milli görüş”e mensup. AKP’yle sorunları çok; Cumhuriyet’le var mı yok mu? Okuyun, siz karar verin.

 

Saadet Partisi’nin olaylı kongreler dizisinden sonra Genel Başkan seçilen Necmettin Erbakan “9 ayda iktidar olacağız” diyor. Yapmadıkları şey değil; haliyle Türk siyasetinin bu tecrübeli ismine dikkat kesilmek gerekiyor bu ara.
SP tabanını göz önünde bulundurunca en çok AKP’yle yarışacak 2011 seçimlerinde. Bu yarışta muhafazakar seçmen niçin AKP’yi değil de Saadet’i tercih etsin? İki partiyi ayıran temel farklar, Abdullah Gül’lerin, Tayyip Erdoğan’ların hatta en son da Numan Kurtulmuş’un Milli Görüş gömleğinin düğmelerini sökmeye başladıkları kırılma noktalarında hangi politikaları, hangi kırmızı çizgileri duruyor?
Bunları Erbakan’ın Başdanışmanı Prof. Dr. Oya Akgönenç ile konuştuk. AKP’yle aralarındaki sınır çizgisini tek cümle ile özetliyor: “Biz karşımıza ne çıkarsa çıksın ”Bu işin milli olan tarafı neresi göster sonra karar vereyim “diyoruz, AKP’nin böyle bir cümle kurması olanaksız!”
ABD, Wilson prensiplerini uyguluyor
Akgönenç AKP’nin gayrimilli eğilimleri olduğuna dair kanaat belirtince esas aldıkları somut verileri de konuşmak gerekiyor tabii. Örneğin bir tartışma başlığı olarak gündemdeki yerini muhafaza eden “Kürdistan” projesi ve bu paralelde Türkiye-Irak-ABD ilişkilerinde AKP’nin üstlendiği rolü hayli sıkıntılı buluyor. Hatta ABD, Wilson prensiplerini hayata geçirirken, tarih bilgisinden yoksun iktidarın gözü kapalı olarak sürecin payandalığına soyunduğunu ileri sürüyor: “Sene 1917, Amerikan Başkanı oturmuş fetva veriyor. Neredeyse bir asıl önce ilan edilen bu metnin 12. Maddesi bugünkü talepleri içeriyor; bir Kürdistan’ın ve Ermenistan’ın kurulması. Bunun kararını alıyor ABD. AKP’liler Wilson Prensipleri’ni okurlarsa, orada ABD’nin ne biçim bir dost olduğunu görürler...”
Akgönenç bütün milli, dini, insani değerler bir yana “hukukun” gereği olarak bile Türkiye’nin Irak politikasının ABD’ ile ittifak olmaması gerektiğini savunuyor: “Saddam kötü bir diktatördü ona çok kızdın, haddini bildirmeye karar verdin. İyi de ”Sen dünyanın polisi misin?“ Diyelim bu ”iyiliği(!)“ yaptın, adamı astın da; git artık. Bütün entelektüelleri;  düşünen kafaları ortadan kaldırdılar. Ne kadar kadın varsa tecavüze kalktılar. Düğün alaylarına saldırdılar. Iraklıları hapishanelerde köpek gibi tasma takıp, çırılçıplak yerlerde sürüklediler ve bunu demokrasi, hukuk adına yaptıklarını iddia ettiler. Peki ben ne biçim bir insanım ki ABD’nin gelip benim komşuma bunları yapmasına izin veriyorum?”
 “Siz ne yapardınız” sorusuna cevabı Irak’ın toprak bütünlüğünü savunmak oluyor. Çünkü: “Irak’ı bölüp, oraya bir ”Kürdistan“ oturttular. Öyle bir noktada ki; Türkiye’ye bakıyor, İran’a bakıyor, Kafkasya’ya rahat geçiş imkanı sağlıyor. Bunu tespit ettiğin anda fark ediyorsun ki ABD’nin orada oluşu tesadüf değil. Kartal yuvasından her tarafı seyretmek, duruma hakim olmak için orada. Ben siyasetçi olarak bunu göremiyorsam yazıklar olsun bana...”
Akgönenç’in “parçalanma” endişeleriyle, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın; keza bir çok AKP’linin “ademi merkeziyetçiliği” ideal yönetim tarzı gibi yansıtması arasındaki “karşıtlık” dikkat çekici: “ABD’nin iki yanında iki okyanus var, Kanada ile Meksika’dan hiçbir tehlike yok orada uygulanabilir. Biz ise Ortadoğu ve Kafkaslar gibi karmakarışık bir coğrafyanın ortasında, 8 komşuya sahibiz. Burada ademi merkeziyetçiliğe kalkarsak ülke kopar ve dağılır. Ben bunu tehlikeli buluyorum.”
Ademi merkeziyetçiliğin Türkiye’ye etkisini, projenin “empoze merkezi”yle paralel düşünmek gerektiğini savunuyor: “Tarihi dökümanlara bakınca bu fikir zaten 1 yüzyıldır orada. Türkiye geçmiştede tamamen bu fikir üzerinden işgal edildi. Demek ki adamlar hala Sevr’den  vazgeçmemişler.”

 

Tayyip Erdoğan’ınki gömlekti;
Numan Kurtulmuş ceket çıkardı
Saadet Partisi’yle yollarını olaylı biçimde ayıran eski Genel Başkan Numan Kurtulmuş “kendi partisi”ni kurdu. Ama bu ayrılığın zamanlama, şekil ve sebepleriyle hâlâ “soru işareti”nden başka karşılığı yok Saadet cephesinde.
Akgönenç yüzünü kaplayan hayret ifadesiyle “Numan Bey’in ne yapmak istediğini anlayamadık” diyebiliyor sadece;
“Öyle bir hava yaratıldı ki sanki bir şeyler yapmaya çalışıyor da birileri onun önünü kesiyor. Oysa bir gün bile Numan Bey’in gelip de “şunu yapmak istiyorum” dediği bir konuya, bir kişinin bile “bu bize uymaz” diye itiraz etmişliği yoktur. Kendisine sormak lazım; ne yapmak istiyordun da önün kesildi bu partide?”
Artık milli görüş değiller
“Kasım ayında olağan kongre yapılacağı halde, partide ayrılık, para kaybı, hukuki sıkıntı gibi olağanüstü bir durum yokken neden Temmuz’da olağanüstü kongrede ısrar edildi? Genel İdare Kurulu kararı olmadığı halde niye “GİK kararıyla olağan üstü kongreye gidiyoruz” oldu bittisine başvuruldu? Neden kongre gecesi saat 01’e kadar Hoca ile birlikte olan Numan Bey arkadaşlarıyla konuştuktan sonra tavır değiştirdi?” gibi bir sürü cevabını bulamadığı soru var hâlâ Akgönenç’in kafasında? Ve o sorular arasında belki de en kritiklerinden biri şu:
“İki listenin 53 ismi aynı olduğu halde, sen çoğunluğu sağladıktan sonra zaman içinde istemediğin isimleri etkisizleştirme veya eritme şansına sahipken 6-7 bilemedin 10-12 isim yüzünden kavgaya değer miydi? Bu davanın sıkıntısını görmüş, hapsine girmiş, ama bu bayrağı taşımış, “milli olalım, örfü, adeti koruyalım, milli sanayiyi güçlendirelim, kendimize yeten bir ülke olalım” diyen bu insanlardan neden rahatsız oldun? Bu fikirlerin hangisi suç? Sen bu insanları atarsan, bu söylemi değiştirirseniz o zaman hakikaten milli görüş mü oluyorsun yoksa başka bir şey mi oluyorsun?”
Kavgayla mazlum olamaz
Kurtulmuş “başka bir şey” örneğin “yeni AKP” olmaya çalışmış mıydı dersiniz?
Akgönenç’e göre “bu tür bir vaade kanmış olabilir”:
“Sen yüzde 7’ye ulaştın havası verildi kendisine. Doğru geçmiştik bile. Ve tam o aşamada birileri ona dedi ki, “eskilerle aranı açarsan bu yüzde 7 veya 8, yüzde 12’lere fırlar”. Zannediyorum Numan Bey ve arkadaşları buna kandılar. “Ayrılır, mazlum oluruz, yüzde 12’yi buluruz” diye düşündüler. Bir kere masa devirerek mazlum olamazsın. Belki de Tayyip Bey’lere özendiler. “Onlar gömleği çıkardık dediler başarılı oldular hükümetteler, biz de niye bunu yapmayalım” dediler. Hatta “ne yani onlar gömlek çıkardı biz ceket mi çıkartacağız” diye üzüntülerini belirten arkadaşlarımız da oldu kendilerine....”
Birileri düğmeye bastı
Akgönenç’in hedefinde Numan Kurtulmuş’tan ziyade “birileri” var sürekli; “bölünme için düğmeye basan birileri”. İyi ama kim bu birileri?
Bu sorunun cevabını, iftar baskını konusunda yürütülen adli soruşturma bittiğinde öğreneceklerini söylüyor:
“Garip değil mi, iftar gibi dini bir yemekte gelecek birileri masaları devirecek. Öbür taraf diyor ki biz bunların kim olduğunu bilmiyoruz. Biz bakıyoruz tanımıyoruz. Peki bunlar kimdi? Kim bilet verdi de içeriye soktu. Biz en büyük ayrılığımızı yaşadığımızda Tayyip Bey’lerle bile kavgamız olmadı; Numan Bey’le ayrılmamız için bir sebep yoktu ki niye kavga olsun? Bir bölme hareketi için düğmeye basıldığı belli. Bu olayı kimin yaptırdığını bulduğumuz gün mekanizmanın kim tarafından idare edildiği de ortaya çıkmış olacak?”
Peki ya sadece “Aile boyu saadet” partisi olmasını istememişse Kurtulmuş?
 “Bir Fatih’in, Elif’in Ahmet, Mehmet, Hasan kadar orada olmaya hakkı var. GİK üyesi vasıflarına haiz mi bu insanlar? Haiz. O zaman neden ayrılsınlar?” diyerek böyle bir gerekçeyi haklı göremeyeceğini vurguluyor.
Sorular... Sorular...  Yine sorular
Saadet Partisi’nde yaşanan süreci Türk siyasetindeki dönüşümden ayrı tutmuyor Akgönenç. “Siyasetin yeniden tanzimi” yönünde benzer yansımaların değişik sebeplerle de olsa hemen her partide kendini hissettirdiğine dikkat çekiyor:
“Kesinlikle bir değişim mevcut. Önemli olan bunu kimin başlattığı? Medyanın da çok büyük rolü, manipülasyonu var; derhal işin içine girmesi dikkat çekici. Ama onun arkasında kimler var?”

 

Türküz; ‘Ne mutlu Türküm diyene’ sözü niye rahatsız etsin
Yine “dışarıdan dayatıldığına” inandığı için AKP’nin ortaya koyduğu “açılım”lara da karşı çıkıyor Erbakan idaresindeki Saadet Partisi.
“Osmanlı’nın bölünmesi de bu şekilde olmuştu” diyerek giriyor söze Akgönenç:
“Gerek Kürtleri, gerek Alevileri” siz azınlık hakkı isteyin “ diye kışkırtmaları fevkalade tehlikelidir. Çünkü Osmanlı’nın bölünmesi bu şekilde olmuştur. Türkiye diyor ki ”biz bir bütünüz“ niye azınlık olsunlar...”
AKP’nin Kürt açılımı gereği “Ne mutlu Türk’üm diyene” yazılarını kaldırmaya girişmesine hayli tepkili:
“Biz Türkiye’de yaşıyoruz, Türküz. Türk kimliği bu ülkede genel bir kültür ismidir. ”Ne mutlu Türküm diyene“ sözü ile niye sorunumuz olsun?”
İsviçre’de protokol çok sinir!
Ermeni açılımı hele hele de iki ülke arasında imzalanan “protokol”ü hatırlatınca üslubunu sertleştiriyor tecrübeli hoca:
“Bir kere o protokolü imzalamak için neden İsviçre’yi bulduk? Çok sinir bir şey bu. İsviçre hukuki olsa, tek taraflı propagandaya dayanan ve Ermeni soykırımı olduğunu kabul etmeyenleri hapse koymayı öngören bir kanun çıkarmazdı değil mi?”
Türkiye’nin Anı’nın tamiri de dahil olmak üzere bugüne kadar Ermeniler’e yapabildiği kadar fazla jest yaptığını düşünüyor Akgönenç. Ve hemen uluslararası ilişkilerin “jest” esasına dayanmadığını, dış politikada “0 sorun” isteyen bir hükümetin “iki tarafın da rızası” faktörünü gözden kaçırmaması gerektiğini hatırlatıyor:
“Kardeşim ben seni öldürme kararı vermedim ki 1915’te. Ne İngiliz, ne Rus arşivinde böyle bir şey var. Zaten olsaydı çoktan ortaya çıkarırlardı çarşaf çarşaf. Sadece tehcir var. Peki neden? Çünkü sen gelen Ruslarla işbirliği yaptın bana saldırdın da ondan, Fransızlarla işbirliği yapıp Türkleri öldürdün de ondan, Türkleri canlı canlı fırına attın da ondan, çengellere astın da ondan... Bunun  hesabı sorulmuyor da, biz şimdi suçluymuşuz gibi sen niye bağırıyorsun şimdi? Bakın Azerbaycan toprağının yüzde 21’i hâlâ Ermenistan’ın haksız işgali altında. Hâlâ bir küsur milyon insan kaçkın diye vagonlarda yaşıyor. Bu sebepler ortadayken sen diyorsun ki ”sınırı kaldırdım.“ O zaman sormazlar mı  sana ”sınırı kapatma sebebine ne oldu?“ Bu konuda ”Karabağ’daki işgalin kaldırılması şartsız önkoşul olmalıdır.“

 


Yarın: ABD İstiyor diye İran’dan vazgeçemeyiz


---------------------------------------------------------------------------------------

Yasal Uyarı:
Yayınlanan dizi-röportaj yazısı/haberin tüm hakları Yeniçağ Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş'ye aittir. Kaynak gösterilse dahi dizi-röportaj yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan dizi-röportaj yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın