Bugün Anayasa çiğnenir ya yarın?

Bugün Anayasa çiğnenir ya yarın?

Anayasa göz göre göre çiğneniyor. Yeni rejimin raconu bu. Son karar makamını çiğnemek, bütün kanunları Saray’a raptetmek.

“Tek adam rejimi” için 16 Nisan 2017’de oylama yapıldı, yüzde 51 oyla “Cumhurbaşkanlığı Hükûmet sistemi” denilen yeni rejime geçilirken, referandumda araya Anayasa’yı da koysaydınız, “Anayasa baş zatın iki dudağı arasındadır. Razı mısınız?” deseydiniz bari!

Diyemezdiniz... Kamufleyle rejim değiştirildi.

Gezi Davası’ndan tutuklanan Can Atalay’ın TİP’ten milletvekili seçilmesi için her yol açılacak, seçildikten sonra “Durun bi dakka!” denecek!

Böyle keyfilik diktatörlüklerde, tek adam rejimlerinde görülür. Aksini iddia eden varsa beri gelsin!

57 İslâm ülkesi var, birinde dahi demokratik haklardan bahsediliyor mu? Birçoğu sözüm ona “şerî” kanunlarla yönetiliyor.

İslâmda danışma” ve “şura” esastır. Farklı fikirler vardır ki, danışma ve “şura” esas alınmıştır.

Tek soru: Hz. Peygamber’in vefatından sonra demokratik teamüller var mıydı, yok muydu?

Başta vardı, diyeceksiniz. Sonra ne oldu?

Birbirini öldüren öldürene! Düşünebiliyor musunuz Hz. Peygamber’e halef olan Hz. Ebubekir’den sonra üç halef katledildi: Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali. Sonraki dönemlere hiç girmeyelim… Kan gövdeyi götürdü. İktidarlar ehil olsun, olmasın babadan oğula geçti.

Anayasanın hiçe sayıldığı bir zaman içindeyiz.

Şu notu eklemeden geçemeyeceğim: Hz. Ömer, hukukî isabetlerine güvendiği sahabenin Medine dışına çıkmasına izin vermezdi. Neden? Çünkü bir karar verirken, hakkaniyet için onlara danışırdı. Telefon yok ki, gittiği yerde haberleşsin. İster istemez, “Lütfen kalın!” demiştir.

Türkiye bir İslâm ülkesi ve 57 ülkeyi çatısı altında toplayan İslâm Konferansı Teşkilâtı’na üye. Üzüm üzüme bakarak kararıyor.

***

Kör topal ilerleye ilerleye Anayasa Mahkemesi’ne geldik.

Önce “demokratik” serencama bakalım:

İstiklal Savaşı’nı cumhuriyetçiler kazandı, padişahlık yıkıldı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda tek parti vardı: CHP. Yavaş yavaş çok partili hayata geçilecekti. 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kuruldu. Şimdi iktidar çevresinin ve yıkıcı kanadın el üstünde tuttuğu Şeyh Said, İngilizlerin desteğiyle sözüm ona “İslâm” adına etnikçi isyanı başlatınca, bu parti de “İslamcı” görülerek 1925’te kapatıldı.

1930’da Serbest Cumhuriyet Fırkası kuruldu. Aynı yıl sonunda o da kapatıldı.

“Tek adam” rejiminden “çok adam” rejimine geçiş bayağı sancılı oldu. 1945’te Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın, hemen peşinden Demokrat Parti’nin kurulmasına izin verildi. DP iktidara gelir endişesiyle 1946 seçimlerinde oylar aleni atıldı ama, oy sayma gizliydi. Hâliyle DP geride kaldı; ancak 61 milletvekili çıkarabildi. (CHP’nin milletvekili sayısı 397 idi.)

Cumhurbaşkanı İsmet İnönü vahametin farkına vardı, 12 Temmuz 1947’de kendisini her şeyi bildiği CHP’nin dışına çekerek bildiri yayınladı. Partiler arası şiddetli çekişmeyi yumuşatmak için demokrasiye vurgu yapıyordu.

Bu bildiriyi şimdiki acayip rejim mimarlarına özellikle hatırlatmak istiyorum.

İsmet İnönü, her şeye hâkim görünürken, sözleri kanun bilinirken, neden böyle bir bildiri yayınlama ihtiyacı duydu?

Esip gürlemek, kanun benim demek, memleketi uçuruma götürüyordu. Belki iç savaşa doğru gidilecekti. Muhalefet son derece sertti. Başbakan Recep Peker, sertliğe karşı sertlikle yürüyordu.

Sonunda açık tasnifle seçime gidildi. 14 Mayıs 1950, çok partili rejim için bir milattır. Ama bir türlü demokrasi, eşit şartlar gözetilerek rayına oturtulamadı. Sonunda darbe yapıldı. 27 Mayıs 1960 Darbesi.

Anayasa Mahkemesi’nin kapısı artık açılacaktı. (Devam edeceğiz.)

Yazarın Diğer Yazıları