Çağımızın vebası ALZHEİMER

Çağımızın vebası ALZHEİMER

Ödüllü bilim yazarı Jay Ingram, "Belleğin Tükenişi / Yaşlanmanın ve Alzheimer Hastalığının Doğal Tarihi" adlı kitabında "21. Yüzyılın vebası" denilen hastalığının öyküsünü ve bu hastalığın doğasını akıcı ve çarpıcı bir üslup içinde okurla paylaşıyor. Annesi, babası ve teyzesi alzheimer olduğu için bu hastalar konusunda geniş gözlem ve deneyimlerine yaptığı araştırmaları da ekleyen Jay Ingram şu değerlendirmede bulunuyor:

Ben bu kitabı, aile bireylerimi demans (bunama) -büyük olasılıkla Alzheimer hastalığı- yüzünden kaybettiğim için yazmadım. Pek çok insanın bu hastalıkla ilgili az çok tecrübesi olmuştur. Bunların çoğu da bu konuda konuşmaktan çekinmez. Bazıları ise hastalığın nasıl bir şey olduğu ile ilgili birinci ağızdan tecrübelerini anlatır, ötekiler ise bir bakıcının ya da aile bireylerinden birinin ağzından yaşananları aktarır. Alzheimer hastalığı üzerinde daha fazla düşünmeye başladığımda, hastalığın anatomisini, doğal seyrini öğrenmek istedim. Aradığım, bakım önerileri, beslenme tarifleri ya da kişisel tecrübeler değildi. İstediğim bir bilimsel açıklamaydı: Hastalık neden kaynaklanıyordu? Sebebi neydi? Yaşlanmanın doğal bir sonucu muydu? Onunla nasıl başa çıkabilirdik?

Günümüzde Alzheimer'den korkmamıza karşın eskiden bu, bazıları için yaşlanmanın olağan bir sonucundan ibaretti. Alzheimer hastalığının ardındaki bilimsel sebepler oldukça karmaşık ve çok zorlayıcıdır. Herhangi tıbbi bir başka gizemli olgu kadar hayret verici olmanın ötesinde benzersiz bir niteliğe sahiptir. Hastalığın yaşattığı duygusal yorgunluk ve dünya çapında Alzheimer hastalarının sayısındaki artış ile bunun sağlık hizmetleri üzerinde yarattığı muazzam yük, Alzheimer konusunda çalışan bilim insanları üzerinde bir an önce bir tedavi yöntemi geliştirme açısından baskı oluşturuyor. Alzheimer hastalığı nihayetinde "yirmi birinci yüzyılın vebası" sayılır. Ne var ki aslında bu hastalık yalnızca yirmi birinci yüzyıla özgü değildir. Alois, Alzheimer'in adının bu hastalıkla birlikte anılmaya başlamasından çok önce tıp dünyası demans (bunama) konusunun farkındaydı ve bu hastalığı da bugün bizlere aşina gelen biçimde tanımlıyordu. Bu hastalığa, "Alzheimer Hastalığı" adının verilmesi, yüz yıl kadar önceydi. O zamanlar bu adlandırma kısa süreli bir heyecan yaratsa da bunun gerçek anlamda bir hastalık olarak tanımlanması 1970'lerin ortasını buldu. Öncesinde bu durum, yaşlılığın doğal seyrinin bir sonucu olarak değerlendiriliyordu. O zamandan buyana tek bir hastalık üzerinde odaklanma açısından neredeyse daha önce görülmemiş bir dönem yaşıyoruz. Alzheimer hastalığı, büyük olasılıkla toplam bunama vakalarının yüzde 75'ini temsil etse de bunamanın tek sebebi değildir. Bu vakaların çoğu bazı kötü proteinlerin etkisiyle bir tema üzerinde değişimler şeklinde görülür.

Kitabın ilk bölümünde, bir adım geriye giderek geçmişte insanların yaşlanma ve ölüm hakkında neler düşündüklerine yer veriyor. Günahkârlık hep ön planda olan bir düşünceydi ve bunama ise bunun cezasıydı. Öte yandan kurtuluş yolunda dürüstçe ortaya konan çabalar, uzun ve coşku dolu bir hayat sürdürmeyi sağlamanın yanı sıra bireye cennette de sağlam bir yer hazırlayabilirdi.

2. ve 3. Bölümler, ilk Alzheimer hastası olan August Deter'den başlayarak Alzheimer hastalığının başlangıcının öyküsünü anlatıyor. Sessiz geçen onlarca yılın ardından Alzheimer'in sonunda dünya çapında bir tehlike olarak kabul edildiği 1970'li yıllara kadar geliniyor. 5. Bölüm'de büyük olasılıkla Abraham Trembley ile ilk kez tanışacaksınız. Trembley, "ölümsüz" hidrası ile herkesin dikkatini üzerine çekmiş dahi bir bilim insanıydı ve yaşlanmanın biyolojisiyle ilgili çalışmaları başlatan kişiydi. Daha sonra 6. Bölüm'de son 175 yıl içinde insanların yaşam beklentisindeki şaşırtıcı artış olgusuna ve James Fries'in, "morbidite sıkışması" kuramına yakından göz atacağız.

TÜBİTAK Yayınları Tel:(0312) 222 83 99

***

Zafer, zora talip olanındır

Araştırmacı yazar Remzi Özmen, "Türk Devlet Felsefesi" adlı kapsamlı çalışmasında tarihimizden istifade ederek milletimizin engin devlet tecrübesi ışığında önemli tespitlerde bulunuyor:

Cihan devleti olmanın vasıflarını yaşattığımız ölçüde cihana nizam verebiliriz. Böylesi ulvi bir meseleyi dert edinenlerin karakterinde milletin uğruna feda olmak vardır. Tıpkı Kürşad gibi, Oğuz Kağan gibi Bilge Kağan gibi, Osmangazi gibi, M. Kemal Atatürk gibi zora talip olmak vardır. Bir milletin yükü kendisini

sevenlerin omzundadır, bunu farkındadır, sorumluluktan kaçınmaz. Tarih içerisinde milletin sırtında yaşanan hiçbir saltanatı kendisine ölçü almaz. Sefahat içerisinde yüzmeleri hoş görmez, benlik duygusundan kurtulmuş, enaniyet, gurur, kibir gibi şeytani vasıfları dışlar. Bir Vatansever devleti yönetirse önce milletine hadim olduğunu unutmayarak işe koyulur, Toplumculuktan taviz vermez, adaleti, ilmi ve ahlakı merkeze alır; ceberutluğu, cehaleti ve ahlaksızlığı dışlar. Türk Devletleri Tarih sahnesinde çıktığı günden bugüne en yüksek noktada bulunduğu dönem ne ise hedefi daima onu yakalamak olur. Kuşkusuz bir milletin tarihi o millet için en büyük zenginlik kaynağıdır. Eğer faydalanılmıyorsa bu yer altında atıl bekletilen işletilmeyen ve terk edilmiş bir madene benzer ki bu da var olan zenginlikten

mahrum kalmak anlamına gelir. O halde bize düşen mazi- ati bağlantısını sağlam zemine oturtmak ve devlet kültürümüzden ilham alıp bu mecrada yürümektir.

Bilgeoğuz Yayınları Tel:(0212) 527 33 65

***

HAFTANIN KİTABI:

Sırlar ifşa edilirken

Gazeteci yazar Sabahattin Önkibar, yeni kitabı "Derin ve Gizli Devlet Gazetecisi Olarak İtiraflarım"da yakın siyasi tarihimize dair birbirinden ilginç soruların cevaplarını açıklıyor:

*Erdoğan Siirt seçimlerinin yenilenmesi karşılığında Baykal'a ne söz verdi? *Erdoğan ve Büyükanıt'ın Dolmabahçe görüşmesindeki büyük sır ne? İkili kimin cumhurbaşkanı olmasında anlaştı? O kişi neden aday bile olamadı? Büyükanıt tutulmayan söze rağmen neden hep sustu? *Emine Erdoğan - Hayrunnisa Gül kavgasının perde arkasında neler vardı? *AKP'yi kapatma davasında Pentagon nasıl bir rol oynadı? *Önder Sav'ın Baykal'a operasyonda yer almasını kimler, nasıl sağladı? *AKP'li milletvekiline "Ben MİT Müsteşarlığı değil, CIA şube müdürlüğü yaptım" diyen kimdi? *Muhsin Yazıcıoğlu telefonda Fethullah Gülen'e en son ne söyledi?

Kırmızı Kedi Yayınları Tel:(0212) 244 89 82

***

Polisiye sevenlere

Doğan Satmış tarafından kaleme alınan "Bir Kaçamak ve... Mina" adlı polisiye romanın kahramanı Mina, kendini şu cümlelerle tanımlıyor: Günümüz Türkiyesi'nin iddialı ama sıradan kadınlarından biriyim. Plazada çalışan, rezidansta oturan, hayalleri olan ama ayakları yere basan, topluma duyarlı bir insanım. Hayatı yaşamayı, gezmeyi, eğlenmeyi, dolaşmayı, keşfetmeyi, mekanlara takılmaya severim. Bu kitapta olduğu gibi mekanları, adıyla sanıyla gerçek haliyle herkese anlatmayı isterim.

Lüks merakım yoktur ama olursa da hayır demem. Sosyal medyayı da severim, takip ederim, cep telefonum elimden düşmez. İnsanları gözlemlerim. Aşıkları izlerim.

Ve bazen, insan hayatının bir günde nasıl değiştiğini görünce şaşırırım. İşte bu kitapta, hayatı bir günde değişen bir insan öyküsü var.

Gezegen Yayıncılık Tel:(0212) 325 71 25

***

KÜTÜPHANEMDEN:

Bir kalem ustasının yarım kalan eseri

Cumhuriyet sonrası Türk edebiyatında şiir, roman, öykü, deneme, inceleme alanlarında verdiği yapıtlarla çok yönlü bir sanat adamı olarak kendine seçkin bir yer edinen Ahmet Hamdi Tanpınar'ın tamamlayamadan hayata veda ettiği "Aydaki Kadın" romanıyla sizleri tanıştırmak istiyorum. Adam Yayınları 1987 baskısında Güler Güven kitabın ilginç hikayesini şöyle anlatıyor:

Tanpınar, ölümünden önce Aydaki Kadın adlı bir roman üzerinde çalışıyordu. 1954'te kendisiyle yapılan bir röportajda bu romandan şöyle söz eder: "Aydaki Kadın diye bundan (Saatleri Ayarlama Enstitüsü) çok ayrı, çok başka, daha derin ve ferdî meseleleri ele alan bir romanım var. Fakat ne zaman bitireceğimi bilmiyorum." Yazarın ölümüyle yarım kalan bu romanın taslakları, 1974'te Tanpınar'ın İstanbul Türkiyat Enstitüsü'ne verilen diğer evrakı arasında karışık biçimde bulunmaktaydı. Aydaki Kadın'ı kitap haline getirebilmek için önce, yaklaşık 4 bin sayfayı bulan evraktan ayırmak gerekti. Daha sonra birden fazla taslağı bulunan ve sayfalarının çoğu numaralandırılmamış olan roman, yazarın plan ve notlarına dayanılarak, kendi içinde düzene sokuldu. Taslak sayısındaki farklılık yüzünden ve tek taslaklı bölümler iki ya da üç taslaklı bölümlere göre daha az işlenmiş olduğundan metnin bütününde olay örgüsü, kişi adları, dil vb bakımlardan yer yer dengesizliklerin, tutarsızlıkların ve tekrarların görülmesi kaçınılmazdır. Tanpınar yaşasaydı, romanın bu biçimiyle yayımlanmasına katlanamazdı sanırım. Ama bu yapıttan ya bütünüyle yoksun kalmak ya da bize kalanla yetinmek zorundayız. Yine sanıyorum ki Tanpınar bizim yerimizde olsaydı o da ikincisini seçerdi. Yarım kalmışlığı içinde de olsa Aydaki Kadın'ın, Tanpınar'ı sevenleri sevindireceğini düşünüyorum.

                                                                                                                   (Ahmet Yabuloğlu)