Casus uçaklar

Amerika’nın casusu uçağı RQ-170 Sentinel geçenlerde İran Devrim Muhafızları tarafından İran’ın doğusunda düşürülmüştü. İran ordusu komutanları bu uçağı Amerika’ya geri vermeyeceklerini söylediler. General Hüseyin Salami, uçağın İran hava sahasına girmesinin “düşmanca bir eylem” olduğunu belirtti ve “büyük bir karşılık görebileceği” uyarısında bulundu. “Bir ülkenin ulusal güvenliğine yönelik gizli ve önemli istihbarat elde etmeye çalışan tarafa, kullandığı saldırganlık sembolü geri verilmez” dedi. General haklı: Yiğide vur ama hakkını ver.
Salami, ABD’nin en son teknolojiye sahip olan ve özelliklerini sır gibi sakladığı Sentinel’in ele geçirilmesinin, “İran için bir zafer, ABD içinse bir yenilgi olduğunu” söyledi. Anlaşılan Sentinel elektronik yöntemlerle düşürülmüş... İranlı general “İnsansız hava araçları alanında en modern teknolojiye sahip ülkelerden biriyiz. ABD, teknoloji olarak İran’dan çok ileri değil” diyor. ABD de şimdi İranlıların Sentinel’i kopyalamasından korkuyor..
Tarih bazen başka şekillerde tekerrür ediyor. Bu olay bana; ülkemizin İran’a karşı, fakat kendi güvenliğimizi tehdit edecek “füze kalkanları” konuşlandırılmasını, ABD tarafından halkımızdan habersiz olarak Çiğli’ye nükleer başlıklı füzelerin yerleştirilmesini, böylelikle Türkiye’yi büyük tehlikeye sokmasını, sonra da hükümete haber vermeden kaldırılmasını hatırlattı.  Bu “Sentinel” olayı da gene 1960’da Soğuk Savaş döneminde ABD’nin CIA’nin “pilotlu” U 2 casus uçağı olayı krizini akla getirdi.
Tıpkı Kruşçev’in Çiğli füzeler krizinde dediği gibi...
1960’taki “U-2” pilotlu casusu uçağı olayı özetle şöyle: Olay Soğuk Savaş döneminde l Mayıs 1960’ta Başkan Eisenhower döneminde ve Sovyet Rusya’da Nikita Kruşçev’in Başbakanlığı sırasında cereyan etti. ABD’nin U-2 pilotlu uçağı Sovyet hava sahasında düşürülmüştü.
ABD Hükümeti uçağın maksadını ve misyonunu önce inkâr etti ama Sovyet hükümeti düşürünce uçağın enkazından ve sağ kalan pilotu, Francis Gary Powers’in itirafları ve uçakta kaydedilmiş fotoları ortaya çıkarılınca, ABD U-2’nin gerçek misyonunu itiraf etmek zorunda kaldı.
Bu olayın tam Rusya ile ABD ve öteki devletler arasında Paris’te yapılacak zirve toplantısından iki hafta kadar önce olması krize başka bir boyut kazandırmış ve ABD’yi çok müşkül ve mahçup duruma sokmuştu. ABD-Sovyet ilişkileri de büyük darbe almıştı.

***

U-2 misyonu ilk değildi... Başkan Eisenhower 1957 Temmuz’unda, CIA kontrolündeki U-2 uçaklarının Pakistan’da konuşlandırılması için zamanın Pakistan Başbakanından gizlice izin almış ve 9 Nisan 1960’ta Amerikan Hava Kuvvetleri pilotu Bob Ericson’un kullandığı CIA casus uçağı Sovyet hava sahasında yakanlamış ve Sovyet MIG uçaklarının müdahalelerine rağmen Pakistan’daki üssüne salimen dönmüştü.
Mayıstaki olaya gelince, işin ilgi çekici yönü; Lockheed yapımı U-2, 28 Mayıs’ta İncirlik üssünden Pakistan’daki üsse gönderilmiş...
U 2 düşürüldü, lakin pilotu Francis Gary Powers, paraşütle atlayarak kurtuldu ve Sovyet Güvenlik Kuvvetleri tarafından ele geçirildi.
Misyonu yönetenler Powers ele geçirildiği takdirde yutması için özel bir gümüş kap içinde zehir kapsülü vermişlerdi... Powers bunu yutmadı ve misyonu hakkında Sovyet tarafına bilgiler verdi.

***

ABD Hükümeti, Powers’in zehir hapını yuttuğu ve konuşamayacağı zehabı ile misyonunun alıcıdan meteorolojik araştırmalar yapmak olduğunu, fakat yolunu şaşırdığını söyleyerek konuyu örtbas etmek istediyse de sağ kalan Powers gerçekleri açıkladı; üstelik düşen uçağın, sonra medyaya gösterilen enkazında da tartışılmayacak deliller vardı. Kısacası bu olay ABD için büyük bir fiyasko idi. Sovyet Rusya, olayı BM Güvenlik Konseyi’nde olağanüstü celseye getirdi ve ABD’yi dünya önünde müşkül durumda bıraktı.
Sovyet Hükümeti Ağustos’ta Powers’i yargıladı. Pilot suçunu itiraf etti ve mahkeme tarafından casusluk suçundan 3 yıl hapse ve 7 yıl ağır hizmete mahkûm edildi. Ancak bir yıl yattıktan sonra iki hükümet arasında yapılan müzakereler sonucunda 10 Şubat 1962’de Sovyet casus Rudolf Abel ile Berlin’de takas edildi.
Powers yurda dönünce âdeta hain muamelesi gördü. Hava Kuvvetleri’nden ihraç edildi, bir süre Lockheed şirketinde tecrübe pilotluğu, sonra da yangın söndürme uçakları pilotluğu yaptı ve bu esnada uçağı düşünce 1977’de öldü.

***

Kıssadan hisse: Casus uçakları artık pilotsuz...

Kayıtlar için
Geçen hafta bu köşede İsmet İnönü konusunda, özellikle Anadolu’ya geç katıldığı konusunda yazdıklarıma tepkiler aldım. Önce vefanın azaldığı bir zamanda İsmet Paşa’ya vefakârlık beni çok duygulandırdı. Tepkiler yumuşaktan serte kadar uzanıyor. Benim de savunma hakkım doğdu. Önce babam Kılıç Ali dolayısıyla İsmet Paşa’ya “buruk” olduğum için yazdığım söyleniyor. İtiraf edeyim: İnsan olarak babam Atatürk’ün yakın çevresinde olduğu için tasfiye ettiği ve ölene kadar üzdüğü için Paşa’ya buruğum. Ama Paşa’yı sevmez saymaz değilim ve Türk tarihindeki mümtaz hizmetlerini asla inkâr edemem. Ben Paşa’yı çok sever ve sayarım. Beni de çok himaye etmiştir. Medyun-ı şükranım. Babamla arası iyi değildi ama buna rağmen Başbakanlığında ben Basın Yayın Genel Müdürü iken bana özel ilgi gösterdi. Yazdıklarım, yani Anadolu’ya geç katılması konusunda kitaplardan değil, olayı en yakın tanıklarından kendim bizzat duyduklarımdır. Ve başka bazı anılarda da bunlar vardır. Tabii bunlarda da mülâhazat hanelerini açık bırakmak gerekir.
Tarih çelişkilerle doludur. İsmet Paşanın devlet adamlığını, Garp Cephesi’ndeki başarılarını, Lozan’ı ve en nihayet Türkiye’yi 2. Dünya Savaşı’ndan korumasını kim inkâr edebilir? Ben İsmet Paşa’nın resimlerini duvarıma asmışımdır. Asla oradan ve gönlümden indirmem.
Yazdıklarım sevgili Özden İnönü Toker’i rencide etmişse ondan da özür dilerim...
Son bir not: Mustafa Kemal Paşa’ya Sivas’ta ilk katılan ve emrine giren Kazım Karabekir Paşa olmuştu. Sonra ayrı düştüler. Karabekir’in,  Rauf Bey’in ve Ali Fuat Paşa’nın asıl sorunları İsmet Paşa ile idi.  Mustafa Kemal’in tarafsız kalmasını istiyorlardı. Fakat Atatürk ölünce İnönü Atatürk’ün yakın çevresini hemen tasfiye ederken, asıl muhalifleri Karabekir’i TBMM Başkanı, Ali Fuat Cebesoy’u Münakalât Bakanı, Orbay’ı da Londra’ya  Büyükelçi yaptı. Talihin mi cilvesi, yoksa İsmet İnönü’nün mü?..

Yazarın Diğer Yazıları