CHP tek başına aday açıklarsa

Türkiye’de siyaset, olağan düzlemde yol almıyor. İktidar, yerel seçimlerden sonra yeni bir strateji ile yol almak, hamle yapmak ve belki de bununla sonuç almak istiyor. Ancak yol da yöntem de olması gereken düzlemde, anayasal hukuksal mantığa göre ilerlemiyor.

Maalesef iktidar, elindeki gücü kayıp etme korkusuyla, içine sindiremediği demokrasiyi ve halk iradesini görmezden geliyor. Yarattığı siyasal, sosyal ve ekonomik bozgunun faturasını, muhalefete zor kullanarak, gene topluma kesmek istiyor. Çünkü muhalefetin toplumsal karşılığı var.

Muhalif siyasal önderlere, gazetecilere, siyaset adamlarına adliye ve kolluk gücü ile sindirme politikasına yöneldiniz mi, elbette bu kararınızın yine siyasal bir karşılığı olacaktır. Nitekim seçmen iradesi meydanlarda bunun karşılığını veriyor.

Tüm devlet bileşenlerini, kendi hiyerarşisi içinde bir bütün görmek yerine ayrıştırarak yönetmek hem devletin kendisine ve hem de idarenin bütünlüğüne zarar vermektedir. Türkiye’de, devlet bütünlüğü içinde, devletin bir alt birimi olan belediyeleri kimin yöneteceğine seçmen iradesiyle halk karar veriyor ancak tepe yönetimi, partisinden olmayan belediyelere, herkesin gözü önünde apaçık bir dışlama uyguluyor. İş yapamaz hale gelsinler istiyor. Hiç şüphesiz bu durum, olağan siyasetin işlediği, seçimleri ve demokrasiyi kabullenmiş, hukukun bütün inceliklerine önem veren bir ülkede asla beklenmeyen bir durumdur.

Seçmen iradesiyle iktidara gelen AKP, iktidar olduğu ilk dört yıl boyunca AB hedefine yürümeye başlamışken, aradan geçen 10-15 yıl sonra, Türkiye’yi Ortadoğu ülkelerine benzetti. Bu durum, Türkiye’nin gelişmiş uygar ülkeler seviyesinden koptuğunun göstergesidir.

Sadece ekonomide değil, hukukta, basın özgürlüğünde, eğitimde, sanatta, bilimde irtifa kayıp ettik.

Son dönemde başta İmamoğlu ve Ümit Özdağ olmak üzere, siyasetçilere ve gazetecilere yönelik sürdürülen hukuk garabeti, bir psikolojik yıldırma operasyonu ile iç içe yürütülüyor. Kolluk kuvvetini göndererek gazeteciyi ekranda program yaparken dışarı çağırıp, gözaltına almak, muhalif bir partinin genel başkanını önce “Cumhurbaşkanına hakaret” deyip, etrafını sararak lokantada yemek yerken, yediğini boğazına tıkıp, alıp, gece yarısı Ankara’dan İstanbul’a taşımak, iktidarın zor kullanma ve psikolojik yıldırma operasyonu değilse nedir?

Türkiye’de iktidar gücüyle estirilen bu olumsuz hava ve koşulların gittikçe zorlaşmağa başlaması, haklı olarak ana muhalefet partisi CHP’yi, hamle yapmaya zorluyor. CHP, “Cumhurbaşkanı adayımızı, tüm partililerime sorarak belirleyeceğiz” diye kendince bir ara çözüm üretmek ve yol almak istiyor. Bu normal. Normal olmayan demeyeyim de eksik olan diyeyim şudur: CHP, tek başına seçimi kazanacaksa bunu kendi partililerine sorsun tabi. Ancak, bir de diğer muhalefet var. Onlara da bir şey sorulması gerekmez mi? Dolayısı ile CHP’nin iyi niyetli aday belirleme çabaları, yarın yeni bir tartışmanın ve kırılmanın başlangıcı olmaması gerekir. Bu durumda, CHP, tüm muhalefete kapı aralamalı değil midir?

Evet öyledir.

Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi bize gösterdi ki, yönetme yetkisi tek kişide toplandıkça, yönetim, olağan çizgisinden sapıyor. Hatta iktidardaki tek kişinin salt devletin başı olmasının yanında bir de parti genel başkanı olması, siyasal sistem ve kimlik karmaşası yaratıyor. İşte bu sebepledir ki gelişmiş demokrasi ile yönetilen hiçbir ülkede Partili Cumhurbaşkanlığı diye, parti artı devlet başkanı güç birliğine dayalı temsil yoktur. Siyasal yetki paylaştırılmıştır. Cumhurbaşkanı ile parti genel başkanı ayrı kimselerdir. Türkiye’de iç içe tek kişide toplandığı için Erdoğan’ın hangi kimliğine göre konuştuğunu ayırmak çoğu kere zordur. Doğru dürüst bir başkanlık sistemimiz olsaydı belki bazı alanlarda iktidarı sınırlamak mümkündü. Ancak şimdi yeni rejimle birlikte parlamentonun işleyişi ve yapısı da iktidara göre biçimlendiğinden, demokrasinin boğazını sıkan el işini rahatlıkla görebiliyor.

Halk iktidarı değiştirmedikçe sistem kemerleri sıktığı gibi demokrasinin boğazını da sıkacaktır. Bu sebeple, tüm muhalefete, yaşanabilir bir ülke ve demokratik Türkiye için nitelikli bir aday belirleme görevi düşüyor. Bunun yolu da yine bir uzlaşma kültürü olan demokrasiyle çözümden geçiyor. Yani muhaliflerin Cumhurbaşkanı adayı, görüş birliği içinde kararlaştırılmalıdır.

Yazarın Diğer Yazıları