Cübbeli’nin fetvası da işe yaramadı

“Cübbeli’yi bilirsiniz. Her daim karşımızda. 31 Mart seçimlerinden üç gün önce bir fetvasını yayınlamıştı. Ak Parti’den başka partiye oy vermek caiz değil. Oy veren günahkâr olur, diyordu.

Bu popüler fetvacı İsmailağa Cemaati’nde yetişti.

Çok önce evimiz İsmailağa Sokağı’nda idi. Cübbeli, o sokakta koşuşturan yarı yetişkin çocuklardan biriydi muhakkak.

O sokağa girdiğinizde ayrı bir dünya içinde kendinizi buluyordunuz. Çocuk nihayet; koşuşturacak, oynayacak. Çocuklar da sarıklı, cübbeli, şalvarlı idiler.

Cemaat apayrı bir dünya idi. Televizyon seyredilmesi “caiz” görülmezdi. Kravat takmak da “caiz” değildi. Bir bayram namazında, Cemaatin şeyhi Mahmut Efendi, vaazında kravattan “yular” diye bahsetmişti. Ben de camideydim.

Din bağlantılı cemiyetlerde “câiz” kelimesinin uhrevî bir manası vardır.

“Câiz” Arapça bir terim. “Cevâz”dan gelir. Caiz de cevaz da günlük hayatımızda kullanılan kelimelerdir. Terim olarak “Dinen veya hukuken yapılmasına izin verilen veya serbest olan fiilleri ifade eder.” (Ali Bardakoğlu, Câiz, TDV İslâm Ansiklopedisi)

Cübbeli Efendi, Ak Parti’den başkasına oy verilmesini caiz görmüyor ve özellikle hangi partilere oy verilmesinin caiz olmadığını sıralıyor.

Kendisine has cafcaflı laflar eden Cübbeli, Ak Parti’ye oy toplama fetvasından önce, İsmailağa Cemaati’yle ilişiği kesilmişti. İsmailağa Cemaati’nin “İsmailağa İstişare Heyeti” imzasıyla attıkları uzun X (tivit)’te, Cübbeli için: “Mahmud Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimizin âhirete irtihâliyle başlatılan ve özellikle son altı aydır Cübbeli Ahmet Hoca tarafından yayınlanan telefon görüşmeleri, gizli ses kayıtları, zuhûrât ve rüya yığınlarıyla kirli bir yola bürünen propaganda doğrultusunda kamuoyuna da yansıdığı...” deniliyor, son paragrafta ilişkilerine son verildiği belirtiliyor:

“Bir süredir kendisiyle yapılan istişarelere rağmen tavrını değiştirmemekte ısrar eden, ihvânımızı ve kamuoyunu yanlış biçimde yönlendirmeyi sürdüren Cübbeli Ahmet Hoca, söz ve davranışlarıyla tarîkatımıza ve hizmetlerimize zarar veren biri hâline gelmiş ve Hasan Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimizin şeyhliğini kabul etmemiştir. Bu gerçeğe binaen kendisinin tekkemiz ve cemaatimizle hiçbir ünsiyetinin kalmadığını, görüş ve açıklamalarının cemaatimiz açısından hiçbir bağlayıcılığının bulunmadığını ihvânımıza ve tüm kamuoyuna saygıyla duyururuz.”

Cübbeli, tekkeyle bağının kesilmesinden sonra özellikle Ak Parti için fetva vermesi, yine İsmailağa Cemaati’yle bağlantılı mı? Biliyor ki, cemaat varıyla yoğuyla Ak Parti’nin ardında.

Dinimizin nasıl çıkar ilişkilerine âlet edildiğinin en bariz örneği Cübbeli’nin fetvası. Parti tercihinin “câiz”le, “cevâz”la, “günah”la ne alâkası var!

Böyle bir cevaz veren küfre girer mi, girmez mi? Hocalarımız buna açıklık getirmeli.

“Toprak Hattı Grubu”nun bu meselede bir bildirisi var. Dini işlerine geldiği gibi yorumlayan ilâhiyatçılara karşı bir bildiri. Buna sonra geleceğim.

Cübbeli’nin akla ziyan, dine ziyan fetvasına göz atalım.

Cübbeli Efendi, muhalefet partilerini kastederek: “Bunlara mı teslim edelim yani.” diyor ve şöyle devam ediyor:

“Onun için mecburen fıkıha göre konuşuyorum. Ehven-i şerrin tercih olunması vaciptir. Vaciptir ne demek başka çıkarın yok, mecbursun. Bunu yapmadığı anda günahkâr olur. Şu anda Cumhur İttifakı'nın dışındaki Yeniden Refah, Saadet vb. adaylarına özellikle İstanbul, Ankara gibi kazanamayacakları kesin ama Cumhur İttifakı'na kaybettirip CHP'yi, DEM'i teröristleri kazandıracağı kuvvetle muhtemel olan yerlerde bunlara oy vermek caiz değildir. Bunlar mesuldür. Günahkâr olur ve azaba gider. Sana ne bu işlerden diyemezsin. Ben adama vacibini, günahını anlatmak zorundayım.”

Adam kendisinde nasıl bir yetki görüyor ki, “Ben adama vacibini, günahını anlatmak zorundayım.” diyor.

Şuna oy verirsen günah, buna oy verirsen sevap diyen bir adımın aklında zoru mu var, diye insan şüpheye düşer diyeceğim ama adamın aklı başında... Öyleyse Cübbeli kendisini ne yerine koyuyor? Ötesini söylemeyeyim. Beni de günaha sokacak!

“El-Hükmü illâ lillahi” (“Hüküm yalnızca Allah’ındır.”) (Yusuf suresi, 12/40,67)

Yazarın Diğer Yazıları