Cumhurbaşkanlığı seçiminin anahtarı milliyetçilik (4)

Cumhurbaşkanlığı seçiminin anahtarı milliyetçilik (4)

"Kürt" unsurunu "uzaylı" kimliğine büründürmek isteyenler, apayrı bir dünyaya götürmek isteyenler, Türk-Kürt ayrımına girerek, ayrı ülke, ayrı devlet hayal edenler aşağıdaki satırları bir okusunlar:

"Türklerin, özellikle hâkim tabakadan giderek kopan Türkmen akınlarının Xl. yüzyılda Kürtlerin yoğun yaşadıkları coğrafyaya akın etmeleri iki halk arasında yoğun bir kaynaşmaya yol açtı. Kürtlerin nispeten yerleşik konumları, bu yüzyıllarda daha çok Türk boylarının erimelerine yol açıyordu. Siyasallaşmada Türkler, sosyalleşme de Kürtler nispeten hâkim konumdaydılar. Türk üst tabakaları, yerel siyasal kültürle bütünleşip çoğunlukla hâkim olurken, alt tabaka daha çok Kürtler içinde erimeyi yaşıyordu. İki halkın aynı sosyo-ekonomik ve kültürel ve dinî benzerlikleri yaşaması bu kaynaşmada önemli rol oynar. Feodal sosyal yapı, hem yerleşik, hem göçebe aşiret boylarında oldukça benzerdir. Çokça söylenen Türk-Kürt kardeşliğinin temel nedenleri kısaca böyle tanımlanabilir.

Tarihe baktığımızda, özellikle Büyük Selçukluların İran, Irak, Suriye ve Kürt illerinde kurulan imparatorluk ve daha sonra da özellikle Mervanîler, Artukoğulları, Eyyûbîler, Ak ve Kara Koyunlularda ve birçok küçük beyliklerde Kürt ve Türk üst tabakaları, dolayısıyla bağlı halk ortak vatan ve ortak devleti içiçe yaşama gibi bir olguyu temsil ediyorlar. Birbirleriyle çatışmalıdan ziyade, uzlaşmalı ilişki biçimini yoğunca beraber yaşıyorlar. Ortak Devlet anlayışı hiçbir kavimle birlikte, ne Araplar ne Acemler, ne Ermeni ve Bizanslılarla böyle yaşanmıyor. Kürt-Türkü veya Türk-Kürdü böyle oluşuyor. Belirgin bir özellik olarak bunu sürekli göz önüne getirmek, sağlam objektif değerlendirmeler için büyük önem taşır. Türk-Kürt kardeşliğine böyle bilimsel yaklaşmak büyük önem taşır."

Bu satırlar kimin biliyor musunuz? Herhangi bir milliyetçinin değil; PKK'nın başı, binlerce insanın ölümünden mesul Abdullah Öcalan'ın. Abdullah Öcalan, meseleyi kimlikçiliğe dökmese, baş olup bir bölge yönetme sevdası gütmese, daha açığı, kendisini Marxizm içinde eritmese, belki "bütüncü" çizgide yürüyecekti.

Abdullah Öcalan'ın, Türklerin ve Kürtlerin iç içeliğinden bahseden yukarıdaki sözlerini, idam cezası aldığı 1999 duruşmalarındaki yazılı savunmasından aldım. Bu sözler, savunmada "5. Türk-Kürt İlişkilerinde Kısa Tarih ve Bazı Temel Özellikler" başlığı altında yer alıyor.

*

Yeri geldikçe bahsettim... 3 Haziran 1999 Perşembe günü yapılan dördüncü duruşmanın ayrı bir yeri var. O gün şehit yakınlarının müdahalelerinden bunalan Abdullah Öcalan'ın avukatları duruşmaya gelmemişlerdi. Duruşmada şehit yakınlarının avukatlarından Fuat Turgut sık soru sormuştu. Birinde "Alp Urungu'yu tanıyor musun?" sorusunu sordu. A. Öcalan: "Türk tarihini az çok öğrenmeye çalışıyorum. Alp Urungu Orta Asyalıdır." cevabını verdi.

Sonra Fuat Turgut'tan "Sana Türk milliyetçisi diyebilir miyiz?" sorusu geldi. A. Öcalan: "Öyle değil de Atatürk milliyetçiliğine, kültür milliyetçiliğine inanıyorum. Atatürk milliyetçiliği Hititlere kadar gider." dedi.

Fuat Turgut yine sordu: "Ziya Gökalp'ın görüşlerine katılıyor musun?"

Abdullah Öcalan'ın bir cevap vereceğini beklemiyordum ama verdi: "1922'de yazdığı Kürtler ve Türklerle ilgili yazısına tamamen katılıyorum."

Kültür milliyetçiliğini, ünlü sosyolog Prof. Dr. Orhan Türkdoğan'a sormuş ve şu cevabı almıştım:

"Aynı coğrafya üzerinde yaşayan farklı etnik grupların duyguda, düşüncede ve kültürde ortak görüşleri paylaşmasına denir."

Ziya Gökalp'ın "Türklerle Kürtler" başlıklı makalesi, Malta adası esaretinden döndükten sonra Diyarbakır'da yayınlamaya başladığı Küçük Mecmua'nın 5 Haziran 1338 (5 Haziran 1922) tarihli sayısında çıkmıştır.

Bütün bu yazdıklarım İmralı'daki Konuk kitabımızda yer alır. Birebir notlardır. Sonra şu notu düşüyorum:

"Gökalp, Türklerle Kürtlerin birbirinin ayrılmaz parçası olduğunu söylüyor. Şimdi okuyucularımıza soruyorum:

Makalenin sonunda geçen: 'Kürtleri sevmeyen bir Türk varsa Türk değildir, Türkleri sevmeyen bir Kürt varsa Kürt değildir.' sözünü daha önce en sık kim tekrar ederdi?

Hafızanızı yoklayın... MHP lideri merhum Alparslan Türkeş değil mi? Öcalan 'Atatürkçü' olduktan sonra Türkeş'le de aynı çizgiye geldi!"

Abdullah Öcalan, annesinin Türkmen olduğunu sık hatırlatır. Bu duruşmada da hatırlattı.

Alparslan Türkeş'in kız kardeşinin Vanlı bir Kürt'le evlendiğini yeri geldikçe söylemiştir. Eski HEP milletvekili Feridun Yazar "Kürt Kavşağında Bir Siyasetçi" kitabında Türkeş'le yaptığı görüşmelerinin detaylarını verirken bu evlilikten de bahseder.

Demem o ki, Türkiye'den kopmak için silaha sarılan Abdullah Öcalan, iç içeliğimizden bahsediyor, annesinin Türkmen olmasıyla övünüyor. PKK'ya karşı tavizsiz Alparslan Türkeş, iç içeliğimizi hatırlatmak için, kardeşinin evliliğini hatırlatıyor. Kimi kimden ayıracaksınız!

HDP'liler, "Çözüm/Çözülme" döneminde, Ak Parti iktidarının yol açmasıyla Abdullah Öcalan'la görüşmeye gidiyorlar, onu "Başkanım, başkanım..." diyerek yere göğe koyamıyorlardı. Ak Parti iktidarının tavizkâr tavrı, kanlı örgüt liderine itibarı, adamı havaya soktu. Yine eski sloganik tavrına rücu ettirdi. A. Öcalan'la pazarlığa oturulması demek, isteklerini sırala, verebildiğimizi verelim, demektir.

Verdiler ve kanlı dönemi başlattılar.

*

Önceki yazımda izafî milliyetçilikten bahsettim. İzafî, "görece, göreceli" diye açıklanıyor ve "görece" karşılığı şu not yer alıyor: "Bir şeye göre olan, varlığı başka bir şeyin varlığına bağlı olan, kesin olmayıp kişiden kişiye, zamandan zamana, yerden yere değişebilen, bağıl."

Milliyetçilik yükseldiğiyle, bunun ne manaya geldiğini herkes düşünmeli ama önce HDP/PKK düşünmeli.

Yukarıda Abdullah Öcalan'ın savunması da izafîdir, diyebiliriz. Ama bir gerçeği ifade etmediğini kimse söyleyemez.

Bırakalım kavgayı... Perspektifi daraltmayalım; geçmişten bugüne gelelim. Birlik, dirlik, diyelim.

Birlik, dirlik deyince...

Prof. Dr. Kadri Yıldırım, Allah gani gani rahmet eylesin, HDP milletvekiliydi. Sonra onlardan koptu ve ağır sözler etti. Birkaç defa burada anlattım. Konuşuyorduk... Bana kitaplarını gönderecekti. İkimiz de dil meselesinde hassastık. Belki ileride birlikte çalışma yapabilirdik. Ama ömrü yetmedi.

Bir yerde mutlaka elimiz birbirine uzanıyor. Bu elleri siyasîlerin, ülkemizde gözü olan dış mihrakların emellerine âlet etmeyelim.

Yazarın Diğer Yazıları