Kim devleti ve toplumu, kendi fikir, düşünce ve ideolojisine göre biçimlendirmek istiyorsa; ilk ele alacağı veya aldığı sistem, eğitim sistemidir. Çünkü eğitim, özünde bir “insan yetiştirme” düzenidir. Ancak eğitim alanında en sık görülen şey, kavram karmaşasıdır.
Öncelikle “Sistem” kavramı yanlış anlaşılıyor. Sistem, bir düzenek, bir organizasyondur ve birbiriyle ilişkili bölümlerden oluşur. Eğitimde sürenin değişmesi sistemin değişmesi demek değildir. Öğretim süresinin değişmesidir. Teknik dille söylersek alt sistem (parça-bölüm) değişimidir.
Bir ülkede kurulu eğitim sistemi, ekonomik, politik, sosyal ve siyasal sistemden bağımsız değildir. Üstelik eğitim sistemi, bu sistemlerin alt sistemidir. Onlara bağlı olarak çalışır ve varlık gösterir.
Türkiye’de tartıştığımız eğitim sistemi, üniversiteye öğrenci yetiştirme üzerine kuruludur. Dolayısı ile toplumsal, ekonomik ve siyasi gerçeklikten uzaktır. Halbuki, tüm sistemler, toplumsal gerçeğe uygun, ihtiyaçları karşılamak ve çözmek üzerine inşa edilmiş olmalıdır. Toplumun ihtiyaçları yok sayılarak, bu gerçeğe rağmen hiçbir sistem (ekonomi, sağlık, eğitim, hukuk vb.) kurulamaz. Bu durumda toplum göz ardı ediliyor, ülke hayal hayal aleminde yüzüyor demektir.
Halihazırdaki eğitim sistemimiz, ilkokuldan aldığı öğrenciyi, üniversite kapısından eline bir uzmanlık belgesi (diploması) vererek topluma gönderiyor. Bu durumda toplumun bilgi düzeyi yükseliyor ancak ihtiyaçlara yönelik eğitim üretimi yapılmadığından, kalifiye eleman artışı, ihtiyaç fazlalığı olarak ortaya çıkıyor. Bu yapının sonucunu hep birlikte yaşayarak görüyoruz. Okumuş işsizler ordusu ile karşı karşıyayız.
Konuya eğitim ekonomisi açısından bakıldığında, bu fazlalığın bir sonucu daha var. Emeğin ucuzlaması. Piyasa gereği bol bulunan mal ucuz olur.
Peki ne olması gerekiyor?
Toplumsal ihtiyaçların dikkate alınması gerekiyor. Başka bir ifade ile, başta ekonomik sistem olmak üzere, diğer sistemlerin girdi ihtiyacına yönelik olarak üretim yapması gerekiyor. Herkesi üniversiteye taşıyarak değil.
Emeğin değeri, mümkünse iş gücünün ihtiyaç fazlası vermeden dengeli oluşmasına bağlıdır.
Sonuç olarak, Türkiye’de kurulu eğitim düzeni, toplumsal, ekonomik ve bilimsel gerçeğe uygun değildir.
Bir diğer gerçek, bilimsel ve evrensel gelişmelerden doğan gerçektir. Artık yapay zekâ, biyo-mekanik dünya, yazılımlara dayalı yeni sanayi ve üretim dönemine girdik. Okullara yeni ders koymakla bu çağa uyulmuş ve giriş yapmış olmayız. Eğitim düzenini gelecek öngörüsü içinde programlamamız gerekiyor.
Olması gerekenler kısaca bu.
Peki, olanlar ne?
Eğitim fakültelerini işlevsiz kılarak burada verilen derslerin tekrarı olan “Eğitim Akademisi” diye bir yapı inşa etmek. Merak ediyoruz: Eğitim fakültesinde okutulan eğitim bilimlerinden farklı, onun üstünde, daha ileri hangi bilgiler verilecek ki böyle bir kuruma ihtiyaç duyuldu?
Ayrıca eğitim bilimlerinin bilmediği daha ileri bilgi var mı? Yok!
Bakanlığın yapması gereken şey, fakülte derslerini tekrar tekrar öğretmek yerine, nitelikli bir ihtiyaç analizine başvurduktan sonra, eğitim fakültelerinin sayısını azaltarak, toplumun ihtiyaçlarına göre öğretmen yetiştirme sürecini düzenlemek olabilirdi.
İlla eğitim akademisi kuracaksa da burayı, bilimsel bir araştırma merkezi olarak çalıştırıp, Türkiye’nin sosyal gerçekliğine uygun model okul önerileri tasarımı yapabilirdi. Geçmişte bunu denedik. Köy enstitüleri böyle bir çabanın ürünüydü. Gerçi bu enstitüler, öğretmen ihtiyacına yönelikti, ama “Üretim okulları” projesi olarak başarılı bir denemeydi.
Meselâ neden biri çıkıp “Kalkınma okulları” projesi yapıp bize önermiyor?
Türkiye’yi yönetenler, bir önceki yüzyılın ideolojik siyasi arızalarını bugüne taşımakla meşgul. Geçmişin siyasi önerileri, eğitim görüşleri, toplumsal varlığı inşa etme hayalleri dünde kalmadı mı? Şimdi yeni bir süreçte değil miyiz? İçinde yaşadığımız çağın, alışverişten tutunuz da, beslenme biçimine, sağlıklı yaşam modellerine kadar her bir özelliği ve bağlı olarak da ihtiyaçları değişik değil mi? İşte önümüzde internet basını var. Elektrikli otomobiller hayatımıza girdi. Bankacılık sistemi bile dijital oldu. Ve sen hâlâ diyorsun ki, “Ben Osmanlı’daki gibi öğrenci yetiştireceğim.”
Niye?
İleriye değil de geriye gitmenin hatalı olduğunu düşünerek tarihi donduracağını mı sanıyorsun?
Anlamıyorsunuz. Eğitim eskiden olduğu gibi salt terbiye vermek değildir. Salt ahlaki öğretim de değildir. Bunların yanında, her bir insan kişisi olan öğrencinin, doğuştan kendisine verili olan yeteneklerine uygun; bilgi, beceri ve yetenekleri, kendisi ve ülkesi için yaşamı boyunca kullanacağı istendik (istenen, kabul gören, faydalı) davranışlara dönüştürmektir. Bu eğitim fırsatı, yaşı küçük diye öğrenci kişinin elinden tarikat, cemaat, ideoloji, ana-baba baskısı nedeniyle alınamaz. Her bir kişinin bedeni, psikolojik kapasitesi, yetenekleri kendisine doğuştan verilmiş doğal bir haktır ve yine kendisine aittir.
Konuyu özetlersek, eğitim sistemleri toplumsal, ekonomik gerçeği göz ardı edemez. Çağın önümüze koyduğu gelecek yönelimli gelişmelerden bağımsız düşünülemez. Eğitim salt terbiyeden ibaret bir eylemler dizisi değildir. Eğitim, toplumsal gerçeği ve ihtiyaçları dikkate alarak bilinçli bilimsel bir çabanın programlanmış sürecidir.