Eğitimde çok  geri düştük

Eğitim'in önemini vurgulamak için klişelemiş  olan doğru bir söz vardır; ''Eğitim bir toplumun geleceğidir.''

Türkiye'de eğitimin gerilediğini, uluslar arası kuruluşlar, eğitim verileri ve uygulamada karşılaştığımız sorunlar açıkça ortaya koymaktadır. 

1- OECD tarafından, kendi üyeleri ve diğer bazı ülkeler arasında her üç yılda bir, Uluslar Arası Eğitim Değerlendirme Testi(PİSA ) testi yapılıyor. Türkiye 2009 ve 2012 yıllarında Fen ve matematikte katılan 65 ülke içinde 43. ve 44. sıralardaydı. 2015 yılında 70 ülkeleri içinde 52. ve 49. sıraya geriledi.

Yalnızca OECD ülkeleri içinde Türkiye 2015 PİSA sonuçlarına göre sondan ikinci oldu.

2- Üniversite eğitimi popülizm kurbanı oldu.

Orta öğrenimde mesleğe yönlendirme olmadığı için 40 yıldır yükseköğrenimde birikme var. Geçmişte ve bugün bu sorun, açık öğretim, uzaktan eğitim gibi şark kurnazlığı ile çözülmek istendi.

2016-2017 yılında yükseköğrenime 1 milyon 316 bin 708 kişi kaydoldu. Bunların yarıdan azı 623 bin 904 öğrenci yani yüzde 47.75'i örgün eğitime kaydoldu.

Üniversite eğitimi kitabi bilgilerle sınıf geçmek değildir. Üniversite eğitimi süreklilik ister. Üniversite içinde öğrencinin bire bir öğretim üyesi ile çalışmasıdır. Üniversite içinde tartışmalara katılmaktır. Böylece öğrencinin asıl amaç olan analiz ve sentez yeteneği gelişecektir.

Dünyanın her tarafında açık öğretim var. Ancak bunlar ev hanımlarına, meslek sahiplerine genellikle işlerinde destek olacak bilgiler verir. Bazıları da çalışmayan hanımlarına yöneliktir.

Türkiye'de yanlış olan açık öğretimin , örgün eğitimin yerini ikame edilmek istenmesidir.

3- YÖK yüksek öğrenimde etkinliği bozdu

YÖK 1980 darbesinin eğitim sistemini kontrol etmek ve taraflı eğitim için getirilmiş bir kurumdur. Cunta yönetimi üniversite eğitimini tek düze bir kalıp içine soktu. Eğitim ve araştırmadan daha çok şekil şartı ön plana çıkardı. Fakülteler YÖK istemese ders koyamıyorlar. Bölüm veya program açamıyorlar. Gerçekte YÖK'tekiler en iyi bilim adamları değildir. Ama bilim adına her kararı verirler.

Üstelik bu güne kadar YÖK, değişen iktidarlara göre hep ideolojik gurupların, siyasi partilerin ve hatta tarikatların hakim olduğu bir kurum oldu.

Yükseköğrenim kurumları, idari ve bilimsel anlamda bağımsız olmadıkları sürece, iktidara gelen  her siyasi parti  onu kendi ideolojisi doğrultusun da kullanıyor. Bu nedenle de objektif ve tarafsız bir YÖK istemeleri mümkün görünmüyor.

4- Vakıf üniversitelerinde kalite farkı fazladır

Vakıf üniversitelerinden az  sayıda  bir  ksımı  kar  amacı  gütmüyor  ve  aileler tarafından destekleniyor. Bunlar uluslar arası sıralamalarda ön sırada yer alıyor.

Diğer vakıf üniversitelerinde, derslerin çoğu, dışarıdan gelenlere ders başı ücret şeklinde yapılıyor. Kadrolu öğretim üyelerine düşük maaş veriliyor. Akademik çalışma anlayışı dışında, sabah dokuz, akşam beş imza alınıyor. Öğretim üyeleri veya yardımcılarına memurların yapması gereken işler yaptırılıyor.

Bu üniversitelerin birçoğu araştırma görevlisi alıp yetiştirmiyor. Hazır öğretim üyesi almayı tercih ediyorlar. Yetmedi yine bu üniversitelerin çoğunda araştırma ve laboratuvar imkânları yetersizdir. Birkaçı hariç, Ar-Ge için yeterli kaynak ayrılmıyor.

Yine kampüs anlayışı yoktur. Apartmanlarda üniversite kuruluyor. Oysa üniversitelere, aynı zamanda öğrenci ve öğretim üyelerine sosyal ortam, tartışma ortamı yaratan kampüsler gereklidir.

5- Türkiye'de planlamanın kaldırılması ile birlikte eğitimde işgücü planlaması rafa kaldırıldı.

Açılması daha ucuz olduğu için iktisat ve işletme fakülteleri ihtiyaçtan fazla arttı. Bu nedenle eğitimli olanlarda ve özellikle yüksek öğrenimde, bazı dallarda arz fazlası var. Tıp gibi bazı dallarda ise arz eksiği var.

Yapılması gereken, iş gücü planlaması yaparak, yükseköğrenimde fakülteleri ve öğrenci sayısını geleceğin ihtiyacına göre planlamaktır. Eğitimde işgücü planlaması yapılmadığı için, Türkiye'de işgücü verimliliği düşüktür. Oysa İşgücü verimliliği, iktisadi büyüme ile küresel ekonomide rekabet şartlarını belirleyen faktörlerin başında gelir.

Aslında Kalkınmanın önemli bir şifresi, insan gücü potansiyelinin etkin kullanılmasıdır. Bunun için de mesleğe yönelme ortaöğrenimde başlamalı, yükseköğrenimde devam etmelidir. Herhangi bir alanda ihtiyaçtan fazla insan eğitmek kaynak israfı demektir. Ne var  ki, siyasi iktidar, herkesi İmam Hatip Liseleri'ne yönlendirmek istiyor. Birçok bakan da bundan övgüyle bahsediyor.

Bu şartlarda elbetteki ''Türkiye de eğitim sistemi nasıl düzelir?'' sorusunu tartışmak imkanı  bile yoktur.

NOT: Yazarımız Yavuz Selim Demirağ'a yapılan saldırı, Türkiye'nin huzuruna yapılmıştır. Bana ne demek lüksümüz yoktur. Zira Huzur ve hukuk hepimize her zaman lazımdır.

 

Yazarın Diğer Yazıları