Faiz ve risk

Merkez Bankasının bağımsız olması şart değil. Birçok ülkede de bağımsız değildir. Ancak birçok ülke de sıcak para girişi kontrol edilmektedir. Türkiye, dalgalı kur sistemi uygulayan, Kambiyo serbestliği ve  konvertibilite esasına geçmiş, dışa açık ve hatta fazlasıyla açık bir ekonomidir. Bunlar tartışılabilir. Ancak bu çizgide  Merkez bankasının bağımsızlığı bir denge unsurudur ve başka çözüm yoktur. 

Parantez içinde söylemem gerekir ki, bu konuda ideolojik düşünmeyi, her alanda olduğu gibi Merkez Bankası bağımsızlığını da kapitalist ekonomiye ve neoliberal politikalara bağlamayı iktisatçının çıkmazı olarak görürüm. MB bağımsızlık sorununu bu günkü şartlar altında tartışmak gerekir. Politikalar değişirse, bağımsızlığı da yeniden tartışırız.

Merkez bankası başkanının kararname ile değiştirilmesi yerli ve yabancı sermayede güven kaybına neden oldu. Bunun içindir ki aynı zamanda kurlarda ve Türkiye'nin dış borç iflas risk priminde (CDS) artış oldu. 

Giden başkan, enflasyonun düşmesine rağmen, risk yüksek olduğu için beklemeyi tercih etmişti. Bizim ekonomide aşırı kırılganlık olduğu için kur artışı kendinden daha yüksek Yİ-ÜFE artışı getiriyor. Ayrıca yüksek reel faiz de maliyet artışı yaratıyor. Bu maliyet artışları da TÜFE' ye yansıyor.

Meseleye talep yönünden bakarsak, Reel faizleri düşürürsek, talep artışı olur. Ancak yatırım artışı olmadığı için, arz- talep dengesi daha çok bozulur.

Maliyet artışları yanında, Türkiye de enflasyon da kronik yapı kazanmıştır. Şimdi yaşadığımız gibi talep olmasa da TÜFE artışı yaşıyoruz. Kronik enflasyona yapısal sorunlar neden oluyor. Başta piyasada oligopol ve tekel yapılar var. Rekabet olmadığı için maliyet artışları tüketime fazlasıyla yansıyor.

Yeni bir kur artışı olursa, TÜFE'ye yansıyacaktır. Kur artışı olur mu? Halen TL yüzde 30 dolayında daha düşük değerdedir. Bu kur artışını kısmen dizginliyor. 

Üretimde de düşme olduğu için ithal girdi talebi azaldı. 2019 Ocak- Mayıs 5 aylık ithalat, geçen senenin aynı dönemine göre yüzde 19.3 oranında geriledi. Bu azlma da kur üstündeki talep baskısını azalttı. Ne var ki, döviz piyasasında da spekülasyon ve maniplasyon vardır. Bu nedenle döviz kurları için kesin bir tahmin yapamayız.

Reel faizlere gelince... Mayıs ayı itibariyle son beş yıldır mevduatın yıllık reel getirisi eksi oldu. Haziran 2019 itibariyle, enflasyonda bir düşme olduğu için mevduatın reel kaybı da daha düşük, yıllık yüzde 0.92  oldu. Mevduatın eksi reel faiz getirmesi nedeniyle döviz talebi ve döviz mevduatı da arttı.

 

MAYIS AYINDA MEVDUAT FAİZİ YILLIK REEL GETİRİSİ

YILLAR

MEVDUAT FAİZİ

 

2014

-4,17

 

2015

-2,77

 

2016

-1,57

 

2017

-1,57

 

2018

-1,04

 

2019

-5,64

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bugün MB gösterge faizi yüzde 24, ortalama ticari kredi faizleri yüzde 27'dir. Faizler düşerse, ekonomide canlanma yaşanabilir. Ancak asıl sorun, yatırım talebi olur mu? Son çeyrekte yatırımlar yüzde 20 oranında geriledi.

Yatırımlarda gerileme, reel faizin yüksek olmasından değil, talep daralmasından ve güven kaybından ileri geldi. Güven kaybının temelinde hukukun üstünlüğünde geri düşmemiz yatıyor.

Ekonominin iç dinamikleri uzun süre hareketsiz kalmıyor. Faizlerde riski düşürmek için, bir istikrar planı yapmamız gerekiyor. Hukuk reformu ile Üretici ve tüketici güvenini artırmak gerekiyor.

Dahası Bankalar mevduat alırken, borç alırken yıllık faiz hesabı ile alıyorlar. Kredi verirken aylık faiz uyguluyorlar. Dünyada başka bir ekonomide böyle bir garabetin olacağını sanmıyorum. Aylık faiz uygulaması belirsizliğin ve istikrarsızlığın tescilidir. Bu garabetin bir yasayla düzeltilmesi gerekiyor.

Aksi halde Ekonomiye ivme kazandırmak veya enflasyonu düşürmek için faizleri düşürmek yalnızca popülizm düzeyinde kalacaktır.

 

Yazarın Diğer Yazıları