Gencecik yeğenim öldü benim. Avrupa Şafak Hastanesi'nde

Gece sabaha karşı telefonum çaldı.
Esra Kalafat aradı. Yeğenim.
"Dinçer'i (Yurttaş) kaybettik" dedi.
İnanamadım.
Bir kaç kez sormuşum. "Ne diyorsun ne demek" diye.
O da sabırla anlattı, ağlıyordu zaten o sırada.
Kalktım. Gaziosmanpaşa'daki Avrupa Şafak Hastanesi'ne gittim hemen.
Bir şeyi yoktu. Ya da ben bilmiyordum. Zaten söylemezdi böyle rahatsızlıklarını.
İstinye'de rahatsızlanmış. İstinye Devlet Hastanesi'ne gitmiş. Orada kalp bölümü bulunmadığını söyleyip ambulans çağırmışlar. Ambulans da bu hastaneye getirmiş. O kadar yolda bir sürü hastane olmasına rağmen buraya taşımışlar.
Orada öldü benim yeğenim. Gözümün nuru.
49 yaşındaydı daha.
Sevdiği karısını, çocuklarını bırakıp gitti.
Annesini, kardeşlerini, akrabalarını bıraktı arkasında.
Öğretmendi. Ama öyle böyle değil ha. Müthiş bir öğretmendi. Ayaklı kütüphaneydi bilmediği bir şey yoktu. Edebiyat öğretmeniydi ama tarih, coğrafya her şey ondan sorulurdu.
İtiraf edeyim.
Benim pek akrabalık ilişkilerim yoktur.
Ama Dinçer bambaşkaydı benim için.
Diyeceğim o ki;
Türkiye'deki saçma sapan sağlık düzeni nedeniyle öldü benim gözümün nuru.
İstinye'den Gaziosmanpaşa'daki o saçma sapan hastaneye kadar başka hastane yok muydu da oraya getirildi benim canımın içi.
Stent takılırken güzel kalbine nasıl oldu da öldü benim hayatımın içi.
Nasıl nasıl nasıl?
Sadece ben kaybetmedim bir değerimi.
Türkiye büyük bir insanı kaybetti.
Türkiye çok ama çok önemli bir öğretmeni kaybetti.
Türkiye çok ama çok bir bilge insanı kaybetti.
Türkiye büyük bir değerini kaybetti.
Ah be Dinçer ah.
Yaktın bizi.

Yazarın Diğer Yazıları