Meclis’te “APO’ya özgürlük” sloganlarıyla başlayan gündem, CHP lideri Özel’in; herkesin, çok hem de çok önemsemesi gereken “Nadir elementlerin ABD’ye verilmesi” konusuyla sürdü. Öte yandan “Eğitim sisteminde yeni düzenleme” söylemleri tartışma konusu olarak önümüze düştü.
Sırasıyla gündeme bakalım.
APO’YA ÖZGÜRLÜK
Özgürlük isteminden önce “Türkiye’ye barış ve kardeşlik” getirecek olan DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit’in Meclis grup toplantı salonundan yükselttiği sese kulak kabartalım: “Umudu kuşanan, özgürlüğe yürüyen Diyarbakır’dan, kadim şehirden, Kürdistan’ın dört bir yanından özgürlük, eşitlik ve Öcalan’ın özgürlüğü için yürüyen kadınlar hoş geldiniz.”
Diyarbakır’dan salona getirilen kadınlar bu seslenişe, “Apo’ya özgürlük” diyerek karşılık verdi. Verdi de ne oldu?
Hiçbir şey.
Güya Cumhur ortaklarından BBP Genel başkanı itiraz etmiş de ses yükseltmiş. Siyasi etkisi yetersiz olan BBP’nin ister samimi isterse siyaseten olsun itiraz etmesinin hiçbir önemi yok. Zaten onun itirazına ne Bahçeli’den ne de AKP’den tek bir ses çıkaran olmadı.
DEM grubunda yaşanan bu olay ile asıl kazanan yine bölücüler oldu.
Yaptılar ve oldu.
İtiraz var mı?
Soruşturma var mı?
Anayasayı hatırlatan ve buna göre işlem yapmaya kalkacak gücü olan var mı?
Yok!
İşte bu.
Burada kazanan belli, asıl olan şu: Peki, kim kayıp etti?
Türkiye!
Neden? Çünkü aynı meclis çatısı altında ve grup toplantısında konuşan sözde milliyetçi bir parti olan MHP Genel Başkanı, "Gerekirse Milli Dayanışma ve Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'nda görev yapan milletvekillerinden bir grup İmralı'ya giderek yüz yüze görüşme sağlamalı mesajlar ilk ağızdan alınmalı ve kamuoyuyla paylaşılmalıdır" dedi.
Kim taviz versin isteniyor?
Türkiye.
Kim tüm yaptıklarıyla değerli hale getiriliyor?
PKK’nın kurucu lideri Öcalan.
İste asıl mesele bu.
NADİR ELEMENTLER
Bu konuda şahsım ve arkadaşlarımız halkımızın dikkatini çekmek için yazdık, yorum yaptık. Ancak, ana muhalefet lideri Özel’in grup toplantısında, üzerine basa basa konuyu yeniden gündeme taşıması, Türkiye’nin geleceği açısından çok önemli.
“Nadir elementler”, adı üstünde “Nadir” olan, her ülkede, her bölgede ve yeryüzünde bol bulunmayan, bazı ülkelerin sahip olduğu, diğerlerinin sahip olmadığı elementtir.
Başka?
Söz konusu elementlerin özellikle elektronik sanayi ve teknoloji için vaz geçilmez değerde olmasıdır.
Çin’den sonra Türkiye’de bol miktarda bulunduğu belirtilmektedir. Kısaca, Türkiye’nin, tıpkı petrol gibi özel öneme sahip en önemli zenginlik kaynağıdır. Petrolümüz çok yok, ama nadir elementlerimiz var. Ve satıcı olarak da neredeyse tek pazar durumundayız.
ABD, bu kaynaklara el koymak istiyor.
Çünkü teknoloji üretimindeki üstünlüğü buna bağlı.
Türk kamuoyu, “vahşi maden işletmeciliği” ile Türkiye’deki neredeyse tüm madenlerin yabancılara satıldığını biliyor. Başta petrol olmak üzere limanlar, madenler, su kaynakları, bir ülkenin yaşamsal, varoluşsal en temel kaynaklarıdır. Emperyalistler bir ülkeyi işgal ettiklerinde bu kaynaklara el koyuyor. Kurtarıcı olarak milliyetçiler ülkeyi kurtardıklarında da gene öncelikli olarak bu kaynakları yabancıların elinden alıyor.
Niye? Çünkü ekonomik bağımsızlık olmadan milli bağımsızlık olmaz.
Öyle ise?
“Nadir elementler” beka meselesidir.
EĞİTİM SİSTEMİ
Her konuda olduğu gibi eğitimi de bilimsel değil politik olarak tartışıyoruz. Böyle tartıştınız mı, politik gerçeklik ile, bilimsel gerçeklik bir yerde çelişiyor, sonra da buradan ister istemez çatışma ortaya çıkıyor.
Milli Eğitim bakanı bilim adamı, akademisyen değil mi?
Öyle, ama kimse onun ağzından bilimsel kavramları içinde taşıyan eğitimle ilgili bir cümle çıktığını duymadı. Duyamaz.
Çünkü kendisini bilim adamından çok, politik adam olarak görüyor olmalı. Ondan önce de pek çok bilim adamı eğitim bakanı oldu. Lakin eğitim sistemi bir türlü ülkenin temel gerçeklerini kavrayarak, onu çözen bir mekanizmaya, yani sisteme dönüştürülmedi. Bu durumda eğitim sistemi kadar, eğitim bakanları ve onun üzerinde duran siyasal sistemin aktörleri de yönetim sistemi de sorunlu demektir.
Şimdi tutturmuşlar okulların öğretim sürelerini yeniden ayarlayacağız diyorlar. 5-3+3 giden öğretim süresini 4+4+4 yaptılar. Bunlar, eğitim denilince ya dini eğitim ya da okulların öğretim sürelerini uzatıp kısaltmak anlıyor.
Halâ eğitimi, gelişme, ilerleme, bilimsel değişimi kavrama ve dünya ile paralel gitme, kalkınma, ilerleme, insan kapasitesini çağın ihtiyaçlarına göre geliştirme olarak anlamıyor. Tıpkı Osmanlı’nın son dönemine kadar, o günkü yönetimin konuyu anlayıp değişimi göremediği gibi.
Osmanlı’yı salt dini eğitim batırdı ve yıktı. Ne zaman anlayacaksınız? Dini öğretmek başka, eğitim sistemini dini eğitim olarak kurup yönetmek başkadır.
Sorun eğitimin süresi değil. Eğitim sisteminin kendisi yanlış. Asıl sorun, kalkınma kafasına sahip olmamak, çağı anlamamakta ısrar, ülke gerçekliğini kavramak ve buna uygun vaziyet almamaktır. Ne zaman anlayacaksınız?