Türkiye’de birbirine giren gündemi hem takip etmek ve hem de her birine ilişkin yorum ve çözümlemeleri (analizleri) yapmak kolay değil. Bu arada bazı konular uzmanlık gerektiriyor.
Şimdi başlıktaki konulara ilişki görüşlerimizi sırayla ele alalım.
HEYBELİADA RUHBAN OKULU.
Öncelikle milli siyasetin konusu. Türkiye’nin beka sorunuyla ilgili. İkincisi, Türkiye-Yunanistan ilişkilerine dokunan bir konu.
Tarih bize Kurtuluş Savaşı yıllarında Patrikhanenin ihanetini haber veriyor. Nasıl silah deposu haline getirildiğini, Mavi Mira Cemiyeti başlığı altında ondan fazla derneğin (cemiyetin), bağlı olduğu Osmanlı Devleti aleyhine nasıl yıkıcı faaliyetler içinde bulunduğunu, silah ve cephane dahil, istihbarat çalışmaları yaparak bunu Yunanistan’la paylaştığını öğretiyor.
İhanetin tüm kadroları, Heybeliada Ruhban okulundan yetişmiş, Osmanlı yurttaşı papazlar, metropolitlerdi. En meşhurları, Trabzon Metropoliti Hrisantos ile İzmir Metropoliti Hrisostomostu. Yunan işgal ordusunu bu adam karşılamış, binlerce Türk’ün ölümünde parmağı vardı. Benzer şekilde Trabzon Metropoliti Hrisantos ise 1919 Paris Konferansında Karadeniz’de bir Pontus devleti kurulması için delege seçilmiş ve savunmuştu.
Kasaca Patrikhane, Yunanistan’ın Türkiye’de işini kolaylaştıran tüm yeraltı kanallarını dini görünüm altında kullanmıştı. Bu sebeple Mustafa Kemal tarafından “İhanetle” suçlanmıştı.
Lozan görüşmeleri sırasında Türkiye Ruhban okulunu istemedi. Çünkü okul hem siyasi ve hem de dini bir kurumdu. Ancak başta İngiltere olmak üzere batılı devletler buna itiraz etti. En sonunda Heybeliada ruhban Okulu’nun siyasi tarafı ortadan kaldırılarak dini bir kurum olarak kalmasına karar verildiyse de bir süre sonra okul kapandı. Çünkü Türk Milli Eğitim sisteminin dışına çıkmaktaydı. Okuldaki öğrenci sayısı taşıma öğrencilerle yerli sayısını aşmıştı.
Şemdi patrikhane “Ekümeniklik” hevesiyle okulu açıp, İstanbul’un Fener semtinde Ortodoks Hıristiyan bir Vatikan modeli inşa ederek bölgenin adını yeniden Kostantinepol haline getirmek istiyor. Sonrasında ne olacağı belli. Dokunulmaz hale gelecek.
Peki ne yapılmalı?
ABD’de Erdoğan Trump görüşmesinde Erdoğan’ın “Üzerimize ne düşüyorsa yapacağız” sözünü, tarih bilinciyle, olumsuz yanıtlanması gerekiyor. Çünkü üzerimize düşen okulu hiç açmamaktır.
TBBM YENİ DÖNEMİ.
Maalesef Türki’de mevcut iktidar, ortaklarıyla birlikte, olağan siyaseti, gerilim üzerinden yönetiyor. “Milli birlik bilinciyle (şuuruyla) yılda bir kere de olsa toplumu kucaklamak yerine, ayrımcılık ve karşıtlıklar üzerinden kutuplaştırmayı seviyor.
Türk Parlamentosu/ Meclisi, en parlak ve en zor dönemini, kurulduğu 1920’den İkinci Meclis dönemine kadar, başarı hikayeleriyle tamamladı. Tam ve gerçek anlamda sahici olarak milletin iradesiydi. Üzerinde parti lideri ve egemenleri yoktu. Hükümeti meclis, yani kendisi kuruyordu. Her kim bakan olacaksa tek tek her birini oyluyor, sorguluyor, gerekirse görevden alıyordu.
Mustafa Kemal başkanlığında özgür irade ile Kurtuluş Savaşını yöneten meclisti. Ve Dünyada bir örneği daha yoktu ve halen daha yok.
Siyaset, doğası gereği, partilerle işlevselleştiğinde ister istemez, her parti kendini haklı göstermek için ötekini rakip görerek, toplumsal bütünü siyasal parçalara böler. Bu bölünmeyi, rekabet havasından koparıp düşmanlaştırırsa, toplumsal kavgalar ve çatışmalar (yakın tarihte yaşayıp gördüğümüz gibi) derin krizlere sebep olur.
AKP ve iktidar ortakları, şimdi şu an, hukuku siyasallaştırdıkları için ana muhalefeti düşmanlaştırmaya, ötekileştirip, halkın gözünde toptan suçlu olarak göstermeye çalışıyor. İşte bu nedenle siyasal alan huzurlu değil, karışık.
CHP ve İşçi Partisi yeni yasama döneminde mecliste yapılan törene gelmedi.
Halbuki olağan siyaset, tüm gelişmiş demokrasilerde görüldüğü gibi, kavga sebebi değil, ülkeyi yasal sınırlar ve kurallar içinde yönetme yarışıdır. Bu sebeple de rekabetçidir, ama düşmanlık yaratmaz.
KAAN
Sadece askeri alanda değil tüm sanayide “Yerli ve milli” olmak özlemimizdir. Cumhuriyeti kuran Atatürk bunu başlatmıştı. Sonradan gelen iktidarlar, Batı ile yarışmak ve onlara yetişmek yerine kolaycılığı seçti. Dolayısı ile Atatürk’ün “Muasır medeniyet” çağrısı boşa düşürüldü.
Önce Kıbrıs savaşıyla başlayan savaş sanayimiz, Gölcük tersaneleri, ardından, savunma sanayi vakıfları, 99’larda kurulan Savunma Sanayi Müsteşarlığı, ardından bu yapının bakanlığa dönüştürülmesi her bir Türk yurttaşını sevindirdi. Bizim milletimiz, bir şeyler yapıp üretmeyi, Batılılarla yarışmayı, üretilenlerle gurur duymayı seviyor. Ben de seviyorum.
Halk, İha-Sihalara, Kızılelma uçağına, üretilen füze ve toplara, tanklara övgüler düzüyor. Yaptıklarıyla gurur duyan bir millet olmak istiyor. Lakin iktidar oy alma pahasına hepsini kendine mal edip, millete yalan dolanla hayal kırıklığı yaşatıyor. Halbuki, devletin kasası, herkesin, hepimizin kasası. Vergiyi hepimiz ödüyoruz. İş başındaki iktidarlar düşen görev, hepimizin parasını doğru dürüst işleterek milletin beklentilerini karşılamaktan ibaret.
Ne oldu şimdi?
Uçak yaptık satıyoruz derken, Dışişleri bakanı tersini söyledi. Bunun üzerine iktidar telaşa düştü. “Yerli motor yapıyoruz, 1030’da tamamlanacak” diyor.
Peki, o zamana kadar TSK’nın 5. Nesil uçak ihtiyacı ne oluyor? Benzer şekilde deniz altı takip gemilerini kim üretiyor? Tüm sistemi birbirine bağlayan elektronik yazılım ve teknolojileri kim kuracak?
Yunanistan’ın Türkiye’nin önüne geçtiğini bilmeyen kaldı mı?
İktidardakiler, halen daha “yapıyoruz, ediyoruz” diyor. 25 yıldır oturdun oturdun, aklına geldi, şimdi yapıyorsun öyle mi?