Ne istiyor bu Hüda-Par veya Dem? 18. yüzyıl boyunca İngiltere ve Rusya’nın, 20. Yüzyılda Abd’nin, sürekli tahrik edip besleyip büyüttüğü, bölücülük üzerinden yürüttüğü mücadele ile Türkiye’den ayrılıp yeni bir devlet kurmak istiyor. İşin özeti bu. Bunun için de kendine geçmiş isyancılardan kahramanlar yaratarak, kitleleri peşine takmağa çalışıyor.

Seyit Rıza, Şeyh Sait, Şeyh Ubeydullah bunlardan birkaçı.

Bu adamların her biri, adı üstünde isyancı. Devlete, siyasi, hukuki, milli birliğe karşı silah kullanmış kişiler. Ordu ile savaşmış kimseler. Haliyle yakalanıp cezalandırılmışlar.

Din adamı olmak veya şeyh, hacı, hoca olmak, silahlı birlik kurup devlete baş kaldırmayı haklı çıkarır mı?

Çıkarmaz.

Nitekim, bırakın Türkiye’yi, hiçbir devlet buna izin vermez, yumuşak davranmaz. Çünkü kurulu sistemin bizzat kendisine başkaldırıyor. Devletten daha ötesi var mı?

Yok.

Öyle ise dertleri ne?

Dertleri, onların başaramadıklarını demokrasi, insan hakları, hukuk, barış, insanlık, temel haklar gibi olağan devlet içinde demokrasilerin hoşgörüsünü kötüye kullanarak Kürt kitleleri yeniden başkaldırmaya ikna etmek.

Sanki Türkiye’de Türk etnik kesim bütünüyle sisteme hakimmiş gibi konuşuyorlar. İnsan ister istemez sormadan edemiyor. Türkiye Cumhuriyeti devletinin neresinde tam anlamıyla etnik olarak TÜRK’lerin bizzat kendisi hâkim?

Sorun cevabı herkes tarafından biliniyor. Hiçbir yerinde.

Türkiye’de bütün devlet kadrolarına Türk etnik gruplarından başkaları alınmaz, Devlet başkanından bütün bakanlarına kadar yine Türk etnik kesimden insanlar atanır, devletin içine Türk etnisitenin dışında tek bir kimse sızmaz da sen gelir dersin ki, “Arkadaş, bize neden ikinci sınıf muamele yapıyorsunuz?”

İşte o zaman sahiden haklı olursunuz. Türkiye’de hangi etnik gruptan olursa olsun, anayasal olarak herkes kariyer başarısı oranında en tepe noktasına kadar yükselebilir. Çünkü her bir kişi, etnik kimliği ne olursa olsun, vatandaş/yurttaş olarak Türk kabul edilerek ayrım gözetilmez. Tabi iktidardaki partilerin ideolojik tutumları yüzünden bu haklarını mülakatlarda kayıp etmeleri mümkündür. Ancak bu durum, politik sapmadır. Yasal bir karşılığı yoktur. Başka bir ifade ile devletin amacı, kurumsal politikası değil, işbaşına getirilen iktidarın yasaları dolanarak yaptığı bir siyasal kötülüktür.

AK Parti, Cumhur ortaklarıyla birlikte, Hüda-Par’ı, siyasal geçmişini, amacını bilindiği halde hem meclise sokmuş ve hem de kendi milletvekilleri ve partililerinin katılımıyla yapılan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş değerlerine açıkça itiraz eden bir toplantının sonuç bildirisine imza atmış, kurumsal olarak da sessiz kalmıştır. Bu durumda sormamız lazım: Ne yani, düşman, başına sarık sarıp, ayağına şalvar giyip, eline 33’lük bir tesbih alır da vatanı bölerse, yaptığı duaya âmin mi diyeceğiz?

Açıklanan çalıştay bildirisinde, 110 yıl öncesine vurgu yapılarak, “Kürtleri birbirinden ayıran Skyes-Picot sınırları sembolik hale getirilmeli” denilmektedir. Bunun anlamını devlet kademelerinde görev yayıp da bilmeyen var mı? Muhalefetin ağzından çıkan laf semaya yükselirken anında harekete geçen hukuk sistemi niçin suskun?

Skys-Picot anlaşması ortadan kalkınca, Suriye’nin kuzeyi, Irak’ın Barzani bölgesi artı Türkiye’de PKK ve Hüda-Par’ın şeyhlerinin istediği coğrafya bir araya gelir. Böylece ortaya ne çıkar?

İran’ın dışarda kaldığı büyük Kürdistan ortaya çıkar.

Bir kısım Ak partili milletvekili ve eski siyasetçilerle, Hüda-Par’lılar ve sözde kimi aydınların altına imza attıkları bildiri bu. Bunu okuyunca, kendimi, Osmanlı Devleti’nin son demlerinde sandım.

Önüne gelen bir şey istiyor.

Her etnik grubun eli Türklerin boğazında. Yakamıza yapışan: “Ver” diyor. “Burası bizim.”

1910’dan başlayıp, 1923’e kadar ölesiye vuruştuk. Bittik. Tükendik, lakin tarihten silinmedik.

Milyonları şehit verdik.

Kanımız oluk gibi aktı.

Bir vatan, bir ülke ve bir devlet kurarak ayağa kalktık, ama bir önceki asırdan kalan düşmanlıkları bitiremedik. Su uyusa da düşman kesinlikle uyumuyor.