İlay Öksüz Kaldı / Zeynep Uluant

İlay Öksüz Kaldı / Zeynep Uluant
On iki yaşlarımdaydım, annem “Bugün Işınsu gelecek” dedi. Çocuk mahcubiyeti ve biraz da şuursuzluğu ile az sonra misafir odasındaki koltuklara karşılıklı oturmuş annemle sohbet eden genç bir kadın gördüm. Güzelliğine hayran kalmıştım. Duru, mânâlı bir güzellikti bu… Düşünüyorum da şimdiki aklım olsaydı diplerinden ayrılmaz bütün konuşulanları hafızama kaydederdim. Kim bilir belki de annem içerde oturmamı istemişti, hatırlamıyorum.

Aradan birkaç sene geçti ve kütüphanedeki kitaplarımızı büyük bir zevkle elden geçirirken Emine Işınsu’nun “Küçük Dünya” sına rastladım. Çok hoşuma gitmişti. O senelerden aklımda kaldığına göre biraz psikolojik, sosyal ama üslûbu akıcı bir eserdi. Bu arada annemin kendisiyle dostluğu sürüyor, onun vasıtasıyla Ayşe ve Töre dergilerine yazı yazmaya devam ediyordu.

Aradan birkaç sene geçtikten sonra bir yaz tatilinde, henüz bebek olan kızımın uyku saatlerinde bütün benliğimle âdeta gömüldüğüm bir kitapla tanışacaktım. “Çiçekler Büyür”. Bulgaristan’da Türklere yapılan zulmü anlatan bu hacimli kitapta İlay adlı cesur ve akıllı Türk kızı, propaganda cümlelerine ustalıkla gizlediği muhalif fikirler ortaya çıkana kadar mücadelesini bu şekilde sürdürüyor fakat mesele ortaya çıkınca insanlık dışı işkencelere maruz kalıyordu. Bu işkenceleri ona revâ gören acımasız Bulgar Stefan Karov’un adı şu anda bile aklımdadır. Denizin ve güneşin çevrelediği bu yaz tatili günlerinde, hiç gocunmadan her cümlesi gerçeği yansıtan bu müthiş romanı soluksuz okuyacaktım. Daha sonra diğer kitaplar, Ak Topraklar, Azap Toprakları, Sancı, Tutsak geldi. Kerkük Türklerinin dramını anlatan Tutsak da içimi başka türlü dağlayacak ve bu roman üzerinden “Kerkük’e Tutsak başlıklı bir yazı kaleme alacaktım. Hele şehit edilen ülkücü gençlerin tamamen gerçek acı hikâyelerinin canlandırıldığı romanlar âdetâ onların aziz ruhlarına ve hatıralarına birer hediyeydi.

Aradan seneler geçti ve ben kültür, sanat ve edebiyat dünyamızın önemli isimleriyle sohbet tadında Hasbihaller adını verdiğim mülâkatlar yapmaya başladım. Ankara’ya yolumuzun düştüğü bir gün Işınsu ablamı da arayarak randevu talebinde bulundum, hemen kabul etti, bu kendisiyle, bu derece yakından ilk görüşmem olacaktı. İyiki de görüşmüşüm. Bakınız bu ânı ve daha sonrasını o satırlarda nasıl anlatmışım? “Uzun zamandır istediğim bir görüşmeyi gerçekleştirmek üzere Ankara’da Emine Işınsu’nun kapısı önündeyim. Henüz küçücük bir çocukken gördüğüm ve güzelliğiyle küçük zihnime yer eden bu usta romancımızın hemen bütün kitaplarını bir solukta okuduğumu zevkle hatırlayarak merak ve heyecan içinde zile basıyorum. O da ne? Bana kapıyı açan sanki Halide Nusret Zorlutuna. Geçen yıllar onu annesine ne kadar da benzetmiş. Göz pınarlarında birer damla yaş ile boynuma muhabbetle sarılarak beni karşılıyor. Önce pek mânâ veremediğim bu gözyaşlarının tıkalı olan gözyaşı kanallarından ileri geldiğini daha sonra anlıyorum.

Onunla birlikte beni karşılayan dünya tatlısı bej renkli İran kedisi bir şirinlik numunesi… mini mini ağzından dışarı taşan pespembe diliyle, tatlı tatlı mırıldanarak yanıbaşıma çörekleniveriyor. Müptelâ olduğu puronun dumanıyla bu yavrucağı da zehirlediğini üzülerek söyleyen Emine Işınsu’nun genç sayılabilecek yaşına rağmen sağlığının maalesef pek de yerinde olmadığını görüyorum. Anlattığına göre yedi sekiz senedir, çaresi bulunmayan, müzmin bir barsak hastalığı ile uğraşıyor. Belki e bedeninin ince ve narin olması bu hastalıktan kaynaklanıyor.”[1]

Evet, 2005 yılında yaptığımız ve hayatımın en güzel hatıralarından biri olarak saklayacağım o gün ne güzel ki kayda geçti. Kendisine “faşist karı” diyerek, eserlerini satmayan kitapçılardan, Tutsak romanını yazarken Alparslan Türkeş’ten bilgi almasına, romanlarını yazarken tuttuğu plan defterine ve puro içmeden yazmaya başlayamamasına kadar pek çok şeyden konuşmuştuk. Kendisiyle daha sonra 2009 senesinde gene Ankara’da bir toplantıda karşılaştık. Fakat sağlığının iyice bozulduğu her halinden anlaşılıyordu, çok üzülmüştüm zira yazar olarak daha çok eser verebilecek yaştaydı. Meğerse o menhus hastalık, alzeimer onu da pençesine almış. Bundan sonra ondan aziz dost ve yakını olan Yağmur Tunalı vasıtasıyla haber alabilecektim. Kendisine derin bir sevgiyle gönülden bağlı eşi aynı zamanda dâvâ arkadaşı, eşi İskender Öksüz bu zor devreyi ona gösterdiği ihtimamlı alâkayla, tebriğe şâyan bir fedâkârlıkla geçirdi. Allah ondan razı olsun.

Evet, İlay ve onun şahsında Türklük dâvasına gönül veren büyük bir okuyucu kitlesi öksüz kaldı fakat o dâvalar Emine Işınsu’nun usta kalemiyle ebediyen yaşayacak ve genç nesillere taşınarak unutulmayacaktır. Dürüstlüğüyle nam salmış Kerkük mutasarrıfı Avnullah Bey’in torunu, örnek Müslüman Türk kadını Halide Nusret Zorlutuna’nın kızı Sevgili Işınsu Ablam! Artık o aziz büyüklerinin yanındasın, Allah’ın rahmeti üstüne olsun.

 

[1] Hasbihaller. Zeynep Uluant.Kubbealtı Neşriyatı. 2007