İYİ Partili Dervişoğlu: “Kendi yarattıkları fukaralıktan siyasi rant elde etmenin peşindeler”

İYİ Partili Dervişoğlu: “Kendi yarattıkları fukaralıktan siyasi rant elde etmenin peşindeler”
İYİ Parti Grup Başkanvekili ve İzmir Milletvekili Müsavat Dervişoğlu, düzenlediği basın toplantısında, Türk milletinin iktidarın yanlış uygulamaları nedeniyle fukaralığa mahkum edildiğini ifade ederek, “İktidar ister kabul etsin ister etmesin, Türk milleti bu iktidarın yanlış uygulamaları nedeniyle fukaralığa mâhkum edilmiş, yardıma muhtaç hale getirilmiştir” dedi.

İYİ Parti Grup Başkanvekili ve İzmir Milletvekili Müsavat Dervişoğlu, düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Yanlış ekonomik politikalarla iktidarın vatandaşları yardıma muhtaç hale getirdiğini ifade eden İYİ Partili Dervişoğlu, “Emekli, dul, yetim, kıt kanaat geçime mecbur bırakılmış sabit gelirlilerin hanelerinde sefaletle baş başadırlar… İktidar ister kabul etsin ister etmesin, Türk milleti bu iktidarın yanlış uygulamaları nedeniyle fukaralığa mâhkum edilmiş, yardıma muhtaç hale getirilmiştir. Sokaklarda yandaşlardan gayri halinden memnun olan bir tek vatandaşa dahi rastlayabilmek mümkün değildir. Hükûmet, Türkiye’yi darboğazdan çıkaracak doğru tedbirleri almak yerine, kendi yarattığı fukaralığı yöneterek bundan siyasi rant elde etmenin derdine düşmüştür” ifadelerini kullandı.

Dervişoğlu şu ifadeleri kullandı:

Bugün 29 Mayıs İstanbul’un Fethi’nin 567. Yıldönümü…

Çağ açıp çağ kapatan bu mübarek fethi yürekten kutluyorum.

Medeniyetlerin beşiği bu güzide şehri bize miras bırakan Fatih Sultan Mehmet Han’ın ve kutlu ecdadımızın manevi huzurlarında saygıyla eğiliyorum.

Fethin ruhunu doğru anlayacak, kavrayacak ve ona layık olacak nesiller temenni ediyorum.

Peygamber taltifine mazhar olmuş büyük bir milletin mensubu sayılmanın gurur ve onuruyla hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli Basın Mensupları;

Bir yandan pandemiyle, bir diğer yandan da ekonomik sorunlarla boğuşuyoruz.

Türk ekonomisi korona virüs salgınına, tarihinde gördüğü en ağır krizlerden biriyle karşı karşıyayken yakalanmıştır.

Salgın, zaten zayıf olan ekonomimiz üzerinde yıkıcı bir tesir alanı oluşturmuştur.

Partili Cumhurbaşkanlığı Hükumet sisteminin yürürlüğe girdiği andan itibaren zirve yapan işsizlik çok daha vahim noktalara ulaşmış durumdadır.

İşsiz vatandaşlarımızın çektiği sefaletin yanında, asgari ücretle geçimini sürdüren 10 milyon vatandaşımız da açlık sınırının altında yaşamaktadır.

İcra dosyaları 25 milyona yaklaşmış, küçük ve orta ölçekli işletmeler iflas tehlikesiyle başbaşa kalmış, üretim düşmüş, esnaflarımız kepenklerini kapatma noktasına gelmiş,  çiftçi toprağa düşürdüğü terin ve harcadığı emeğin karşılığını alamaz hale getirilmiştir.

Emekli, dul, yetim, kıt kanaat geçime mecbur bırakılmış sabit gelirlilerin hanelerinde sefaletle baş başadırlar…

İktidar ister kabul etsin ister etmesin, Türk milleti bu iktidarın yanlış uygulamaları nedeniyle fukaralığa mâhkum edilmiş, yardıma muhtaç hale getirilmiştir.

Sokaklarda yandaşlardan gayri halinden memnun olan bir tek vatandaşa dahi rastlayabilmek mümkün değildir.

Hükûmet, Türkiye’yi darboğazdan çıkaracak doğru tedbirleri almak yerine, kendi yarattığı fukaralığı yöneterek bundan siyasi rant elde etmenin derdine düşmüştür.

Sorumluluk sahibi herkesi Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener’in çağrısına kulak vermeye, keyfiliği hâkim kılan ve tek adamlığı çağrıştıran Partili Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sisteminden vazgeçilerek, İyileştirilmiş Parlamenter Sisteme dönüşün yolunu açacak tedbirleri almaya davet ediyoruz.

CUMHUR İTTİFAKI, MECLİSTEKİ KANUN YAPMA GÜCÜNÜ DEMOKRASİYİ GÜÇLENDİRMEK İÇİN DEĞİL, İKTİDARINI KORUMAK İÇİN BİR SİLAHA DÖNÜŞTÜRMEYE KALKIŞIRSA, UNUTMASIN Kİ; HİÇBİR SİLAH SAHİBİNE SADIK DEĞİLDİR.

Sayın Basın Mensupları;

Kamuoyunu meşgul eden bir diğer tartışma da Siyasi Partiler ve Seçim Kanununda yapılması düşünülen değişikliklerdir.

Türkiye’nin 12 Eylül’den miras kalmış bu antidemokratik siyasi partiler kanunundan kurtulması temel bir ihtiyaçtır.

İktidar kanadının üzerinde konsensus sağlanması icap eden temel yasalar üzerinde, yangından mal kaçırır misali birdenbire vaziyet alması dikkat çekici bir durumdur.

Bu konuda henüz bize sunulmuş bir çalışma yoktur.

Yapılacak ilk genel seçimde iktidarını kaybedeceğini düşünen Cumhur İttifakı, meclisteki kanun yapma gücünü demokrasiyi güçlendirmek için değil, iktidarını korumak için bir silaha dönüştürmeye kalkışırsa, unutmasın ki; hiçbir silah sahibine sadık değildir. Gün gelir kendilerini vurur ve siyasi tarihimiz bunun örnekleriyle doludur.

YASSIADA’YA ÖZGÜRLÜKLER VE DEMOKRASİ ADASI ADINI VEREN İKTİDAR MENSUPLARI ALIŞVERİŞ MERKEZİ AÇAR GİBİ BİR ORTAK İCRAATA İMZA ATMIŞTIR.

Sayın Basın Mensupları;

27 Mayıs 1960 tarihinde gerçekleşen ihtilalin 60’ıncı yıldönümünde, yargılamaların yapıldığı Yassıada’da bir tören düzenlendi.

Askeri müdahaleler Türk demokrasisinde açılmış büyük yaralardır.

Siyaset, bu olaylardan ders çıkarmak, demokrasi adına ve demokrasi çevresinde kenetlenmek durumundadır.

Önceki gün adada yapılan tören, maalesef demokrasimiz için bir başka kara lekedir.

Yassıada’ya Özgürlükler ve Demokrasi Adası adını veren iktidar mensupları alışveriş merkezi açar gibi bir ortak icraata imza atmıştır.

Demokrasinin en temel kurumları, siyasi partiler ve demokratik kitle örgütleridir.

Demokrasi tarihimizin elim bir olayını mekanında anmak isteyenler, eğer samimi olsalardı, orada Türk demokrasisinin tüm unsurlarını da görürdük.

Oysa hiçbir siyasi parti ya da sivil toplum kuruluşu davet edilmedi.

ANTİ DEMOKRATİK BİR DARBEYİ KINAMAK İÇİN FIRSAT BİLDİKLERİ AÇILIŞTA, ANTİ DEMOKRATİK BİR TABLOYU RESMETTİLER.

Siyaset sicilinde tek bir demokratik hamle bulunmayan Ak Parti iktidarının, 1960’ta yaşanan olaydan da en küçük bir ders çıkarmadığı anlaşılıyor.

60 yıl önce milli iradenin hapsedildiği adada, bugün demokrasi zindana atılmış, siyasi haklar ve hürriyetler gasp edilmiştir.

Milli birlik ve beraberliğin en üst düzeyde temsil edilmesini mümkün kılacak “Memleket Masası” önerimizi reddedenler, sadece hükumete destek verenlerin davet edildiği bir tören icra ederek, demokrasiden ve ona olan sarsılmaz inançtan pay alamadıklarını göstermişlerdir.

Anti demokratik bir darbeyi kınamak için fırsat bildikleri açılışta, anti demokratik bir tabloyu resmetmekten geri durmamışlardır.

Demokrasi Adası değil, sanki çiftlik açtılar.

Demokrasi Şehitleri rahmetli Menderes’i, Zorlu’yu, Polatkan’ı ve yüzlerce demokrasi gazisinin mücadelesinden nasiplenememenin ayıbı ve utancı onlara yeter.

“SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI DİYEMEDİĞİ BİR UYGULAMAYLA, YASALARA AYKIRI OLARAK ON BİNLERCE VATANDAŞIMIZA CEZA KESEN İKTİDARA BİR ÇAĞRIMIZ VAR;

DEVLETİN YÜKÜMLÜLÜKLERİNDEN SIYRILMAK İÇİN HUKUKSUZCA YAPTIĞINIZ BU İŞLERİN FATURASINI VATANDAŞIMIZA KESMEYİN.”

Sayın Basın Mensupları;

Son bölümde bir önerimizi ve hükûmetten bir talebimizi dile getirmek istiyorum.

Malumunuz olduğu üzere Covid-19’la mücadele kapsamında alınan önlemlerden biri de ‘Sokağa çıkma kısıtlamasıydı.’

Dikkat ederseniz adı, ‘Sokağa çıkma yasağı’ değil, ‘kısıtlaması’

Çünkü, iktidar bu uygulamayı, yasalar çerçevesinde yapmaktan kaçındı.

Yasalar çerçevesinde yapılsa, devletin de vatandaşına karşı yükümlülükleri devreye girecekti.

Herhangi bir nedenle sokağa çıkma yasağı ilan eden, işletmeleri kapatan devletin, vatandaşının ve işletmelerin ihtiyaçlarını karşılamak gibi bir zorunluluğu vardı.

Yasak yerine kısıtlama sözcüğünü kullanmak, pek tabiidir ki devleti bu yükümlülükten kurtarmaz.

Hal böyleyken;

Devletin şefkatli elini yok sayıp, cezada aslan kesilmek, devlet yönetimine de yakışmaz.

Olağanüstü Hal ya da Hıfzıssıhha Kanunu çerçevesinde, Anayasa ve yasalardaki haklar ihlal edilmeden uygulanması gereken sokağa çıkma yasağı nedeniyle, on binlerce vatandaşımıza para cezaları verildi.

Elbette uygulamaların amacına ulaşması için bazı tedbirler gerekliydi. Bu anlamda cezalar da muhakkak ki caydırıcı bir etkiye sahip. Ancak devlet ciddiyeti, her adımı yasalara uygun atmayı gerektirir.

Sokağa çıkma yasağı diyemediği bir uygulamayla, yasalara aykırı olarak on binlerce vatandaşımıza ceza kesen iktidara bir çağrımız var;

Devletin yükümlülüklerinden sıyrılmak için hukuksuzca yaptığınız bu işlerin faturasını vatandaşımıza kesmeyin.

BU SÜREÇTE ÇOK CİDDİ EKONOMİK SORUNLARLA, İŞSİZLİKLE KARŞI KARŞIYA KALAN MİLLETİMİZİN SIRTINA BİR DE 3 BİN LİRALARI AŞAN CEZA YÜKÜNÜ BİNDİRMEYİN.

Bütün vatandaşlarımız elinden geldiğince kurallara uymaya çalıştı, devletine isyan etmedi ve çeşitli fedakarlıklar yaptı.

Şimdi devlet düşen, bu fedakarlığı karşılıksız bırakmayıp, zaten kanuna-kitaba pek de uygun olmayan o cezaları iptal etmektir.

Bu süreçte çok ciddi ekonomik sorunlarla, işsizlikle karşı karşıya kalan milletimizin sırtına bir de 3 bin liraları aşan ceza yükünü bindirmeyin.

Devletin şefkatli elini uzatın ve cezaları iptal edin.

Basın açıklamasının ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Dervişoğlu;

KAPALI KAPILAR ARDINDA BİR SİYASİ PARTİLER KANUNU VE SEÇİM KANUNU DÜZENLEMESİ GERÇEKLEŞTİRMEYE GAYRET SARF EDİYORLAR. BUNUN NEDEN KAYNAKLI OLDUĞUNU DÜŞÜNMEK MECBURİYETİNDEYİZ

Ak Parti Grup Başkanı Naci Bostancı ve Ak Parti Grup Başkan Vekili Bülent Turan arasındaki Vekil transferi ile ilgili çelişkili açıklamaları nasıl buluyorsunuz?

Sayın Bostancı Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Grup Başkanı, sayın Turan da Grup Başkan Vekili. Her ikisinin arasında yaşanan bu fikri çelişkiyi izah etmesi icap edenler onlardır. Ne tür bir çalışma yapılıyor bilmiyorum. Kapalı kapılar ardında bir siyasi partiler kanunu ve seçim kanunu düzenlemesi gerçekleştirmeye gayret sarf ediyorlar. Bunun neden kaynaklı olduğunu düşünmek mecburiyetindeyiz. İktidar iktidarını kaybetme endişesine düşmüş ve bunu Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde çoğunluğuna güvenerek, yasa yetkisini kullanmakla telafi etmeye çaba sarf edecek gibi görünüyor. Dolayısıyla demokratik endişeleri ortadan kaldıran bir düzenleme olacağı kanaatini taşımıyoruz.

Bizim de İYİ Parti olarak yetkili organlarımız, siyasi partiler kanunu ve seçim kanunu üzerinde gerekli çalışmalar yapıyorlar. Hem parlamentodaki hukukçu milletvekillerimiz de hem de genel merkezimizde seçim ve hukuk işlerinden sorumlu başkanlığımız ve onların kadroları ile ve genel sekreterimiz de bu konuyla ilgili çalışmaların içerisindeyiz. Önümüze bir metin geldiğinde değerlendirmeleri kamuoyu ile paylaşacağız.

BURHAN KUZU'NUN YARGIYI TESİR ALTINDA BIRAKAN KENDİNDEN ÖNCE DE BUNU YAPMIŞ OLAN SİYASİLERLE KENDİNDEN SONRA YAPMAYA DEVAM EDEN SİYASİLERİ AÇIKLAMAK GİBİ BİR MECBURİYETİ VARDIR; SİYASİ NAMUSU VARSA

Burhan Kuzu’nun geçenlerde çıkmış olduğu bir televizyon programında Uyuşturucu baronu İranlı Zindaşti'nin tahliye edilmesiyle ilgili yargıya baskı yaptığı iddiasına yönelik “Türkiye’de yargıyı arayan ne ilk ne de son siyasetçi benim bunlar doğal şeyler” dedi. Ayrıca “2014’te yasa değişti. Dava açılmadan hakimi aramak suç olmaktan çıkarıldı.” diye bir savunma yaptı bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Demek ki kendi işledikleri suça yasal düzenleme yaparak bir kılıf hazırlamışlar. Beni ilgilendiren şu; “Bu kabil yargılamalarda arayan ne ilk siyasetçiyim ne de sonum.” diyor. Burhan Kuzu’ya eğer fikir namusu var ise kendisi siyasetçi kimliğin ötesinde de akademisyen; bilimsel bir namusa sahipse kendinden önce arayanları ve kendinden sonra da aramaya devam edenleri açıklamalıdır. Bunu yapmadığı müddetçe bu Sayın Kuzu’nun üzerinde gölge olarak kalmaktan öte Adalet ve Kalkınma Partisi'ne bir karanlıkta bırakma durumunu ortaya çıkarır. Dolayısıyla bu da aslında onların cevaplaması icap eden bir soru. Ben İYİ Parti’nin bir parlamenteri olarak İYİ Parti’de siyaset yapan biri olarak siyasi geçmişi ve ihtisabatı olan birisi olarak yargıya siyasetin müdahale etmiş olması halini esefle kınarım. Bu büyük bir ayıptır. Bu bir ne akademisyene yakışır ne bir siyasetçiye yakışır ne de adaletle nasiplenmiş; “Devletin dini adalettir.” diyen bir anlayışın bireylerine yakışır. Bu utanç verici bir durumdur. Yasa ile falan temizlenmez; tevili kabil değildir. Dolayısıyla Burhan Kuzu'nun yargıya müdahale eden yargıyı tesir altında bırakan kendinden önce de bunu yapmış olan siyasilerle kendinden sonra yapmaya devam eden siyasilere açıklamak gibi bir mecburiyeti vardır; siyasi namusu varsa.

FETÖ KONUSUNDAN HDP, PKK KONUSUNDAN EN FAZLA İSTİSMARA YÖNELENLERİN VE BU KONUDA SİYASİ RAKİPLERİNİ İTHAM ALTINA ALMAYA KALKIŞANLARIN ACI BİR İTİRAFIDIR.

Burhan Kuzu bir de Fetö ile ilgili bir açıklamada bulundu. “Bizim camiada o dönemde FETÖ’yle hiç aram olmadı bir durum söz konusu değil. Herkes bir yerlerderinden tuttu. Daha sıkı ilişkisi olan oldu daha az ilişkisi olan oldu.“ diyor.

Bu FETÖ konusundan HDP-PKK konusundan en fazla istismara yönelenlerin ve bu konuda siyasi rakiplerini itham altına almaya kalkışanların acı bir itirafıdır. Bizim zamanımızda demekle bırakmaz; her zaman onların bu cani örgütle, emperyalizmin kölesi ve uşağı olan bu örgütle yakın ilişkiler olmuştur. Bu ilişkilerin ötesinde bir kısım insanların makamlara, bir kısım partilerin iktidarlara taşınması noktasında da bu örgütün gayretleri herkesin malumudur. Tarih doğruları yazacaktır. Hiç kimsenin bundan zerre şüphesi olmasın. Bu konuyla alakalı zaten suçlulukları tescilli kişilerle alakalı olarak görüş beyan edip kamuoyunu da gereksiz meşgul etmeye yerinde bulmam. Her önüne gelene diyorlar ya FETÖ, HDP, PKK bu ilişkilerin hepsinden aslında bunların mahkumiyetleri vardır. Bu konularda kamuoyunun malumudur.

İlgili Haberler