Mademki “Bu dünya etme bulma dünyası…”
Bunun adına ne denir bilemiyorum…
Ne denilirse denilsin, sonuçta bir yere çıkıyor.
Birinden biri kazanacak!
Hangisi kazanır bilmem.
*
Hani açlık var ya şu açlık!..
Hani şu yoksulluk!..
Şu parasızlık var ya, gözü kör olasıca!..
İnsanı canından bezdiriyor daha ötesi var mı?
*
Bir insan aç kalırsa nereye kadar durur, nasıl yapar bilemiyorum.
Bugün, yurdum emeklisi -ister kabul edilsin ister edilmesin- aç…
Yoksul…
Ve dahi fakir bırakıldı!..
*
Bu ne demektir.
Bu, ‘Bir kenara atılmış, kaderine terk edilmiş” demektir gibi algılansa da kader değildir.
*
Kader; ‘İnsanın; kendi iradesi dışında, her tür tedbirin alınmış olmasına rağmen, başına gelenlerdir.’
Ben öyle biliyorum.
Bugün öyle mi ya?
Bugün, bir başkasının teamülen -yani bilerek ve isteyerek- ortaya konulan eylemleri sonucu yaşanılanlardır.
Benim ülkemde bugün yaşanılan fakirlik kader değildir.
*
Oysa yurdum insanının başına gelenlerin hepsi de:
İlgili ve yetkililerin o insanları -üretime katılmadıklarını(!) düşünmüş olmalarından- göz ardı edilmiştir.
Onların yani emeklilerimizin bugün bu hâle düşmeleri kaderleriyle ilgili değildir.
*
Ülkeyi yönetenlerin onlarla ilgili alacakları tedbirle…
Önemsemeyle…
Dikkate almayla…
Bilimle…
İlimle…
Samimiyetiyle…
Ahlakla…
Adalet ve hakkaniyetle…
Ve hatta duyguyla, duygusallıkla ilgisi vardır.
*
Ne de güzel demiş şair:
‘Güneş balçıkla sıvanmaz’ diye!..
Sıvanmıyor işte…
Sıvanamıyor güneş balçıkla…
*
Kim ya da kimler sahip çıkılması gereken kesimi üzmek ya da çaresiz bırakmak adına, elinden geleni yapıyorsa, bir yerde bir tarafın bileti kesilir…
*
Çünkü; “Keser döner sap döner; gün gelir hesap döner!” diye, ne de güzel söylemiş atalarımız!..
Ama bu keser hangi tarafa döner keser ‘Bilmem!’ diyemeyeceğim.
*
Bilirim elbette… bilmez olur muyum hiç!..
Kim aç ve yoksul bırakılmışsa
Fakir ve muhtaç hâle getirilmişse…
Tehditler edilmişse…
Ve onun da bir atımlık mermisi varsa, bu bir atımlık mermiyi, kendisini yoksullaştırandan yana niye kullansın ki?
O, vatandaşın canını yakmış…
Yaşam standardını kötüleştirmiş…
Ona karşı eşit ve adil davranmamış…
Muhannete muhtaç etmiş ve sonra da gelmiş ocağına düşüvermiş!..
*
Ondan sana fayda olmaz!..
Senden ona oldu mu ki ondan sana olsun!..
Seni ayağa kaldırmak için o bir atımlık, ya da bir sıkımlık mermiyi senden yana niye kullansın ki?
*
Hani bir kemancı şarkısı vardır bilirsiniz!
“Hâlime bak dertli çal kemancı
Başımın tacı…
Gitme, bu gece sen de kal!
Benim halim çok acı” der ya, hani ‘Gider’ ve dertliyi inim inim inletir ya… hani mısralarında...
O da:
“Hâlime bak beni anla, baş tacı…
Yapma, etme gör beni,
Benim hâlim çok acı” diye yalvardığı hâlde
Duyulmamışsa…
Yok sayılmışsa…
Onu yok sayana hâlâ ilgi duyuyorsa, onda bir sıkıntı yok mudur Allah aşkına!..
*
Şimdi de ondan bir atımlık mermisini “Bana oksijen olarak kullan” deniliyor.
*
Yapmayın!...
Etmeyin!..
Onun da bir aklı ve kalbi var, o da insan.
İnanır… sahip çıkar da bir yere kadar!..
Belki de onun için o yerdir bugün!..
Çünkü o torunlarının yanında mahcuptur…
Üzgündür!..
Yaşlı da olsa, onun onlarla ilgili hayalleri vardır.
Siz - onun güneşinin balçıkla sıvanmayacağını anlayınca- hayallerini balçıkla sıvadınız.
Torunlarıyla arasına girdiniz!..
Size o kadar çok yalvardı, yakardı ki onu anlamadınız…
Dikkate almadınız…
*
O da ‘Gün ola harman ola…’ deyip, şimdi de kendi gücünü kullanacak!
Evet, “Ne tarafa?” diye sorma!
Senden tarafa değil, elbette kendisinden yana kullanacak!..
Doğruysa da yanlışsa da...
Ama senden yana olmayacak bu kullanış
Olacak kendisinden yana!...
Hani, ‘Bu dünya etme bulma dünyası’ ya!..