Medya Arkası (06.09.2016)

Medya Arkası (06.09.2016)
Köşe yazarlarının bugünkü gündeminde G-20 Zirvesi, enflasyon rakamları, askeri hastanelerin Sağlık Bakanlığı'na devredilmesi, Adli Yıl açılış töreni, şehit Halit Şıltak'ın cenazesi ve Türkiye-Hırvatistan karşılaşması vardı.

Obama bildiğini okuyor ama Erdoğan da… / Murat Yetkin / Hürriyet

Star gazetesi dün İngilizce "YPG is terrorist" manşetiyle çıktı.

Habere göre Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 4 Eylül’de görüştüğü ABD Başkanı Obama’ya “Anladığı dilden” böyle İngilizce hitap etmiş, “YPG teröristtir” demişti.

Bu işin biraz hamaseti tabii…

Yoksa Erdoğan da biliyor Obama’nın YPG’nin ne olup olmadığını gayet iyi bildiğini.

Nereden mi biliyoruz. ABD Senatosunun Silahlı Hizmetler Komitesinde 28 Nisan 2016’da yapılan bir oturumdan.

Senatörler YPG’ye (2014’te Kobani’de başlayan) silah yardımına devam etmek isteyen Savunma Bakanı Ashton Carter’ı sorguya çekiyor. (Başkanlık sisteminin bu yönlerini de almak istiyor muyuz acaba?)

Senatör Lindsay Graham, Carter’a olabildiğince açık soruyor, Carter da açıkça yanıtlıyor: Evet, ABD yönetimi YPG’nin PYD’nin silahlı kolu ve PKK ile bağlantılı olduğunu biliyor. PKK’yı terörist saydığını da söylüyor Carter o ifadede.

Ve o oturumdan üç hafta kadar sonra, 18’i 19 Mayıs’a bağlayan gece Obama, Erdoğan’ı arayarak YPG’nin asıl gövdesini oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDF) koalisyonuna Münbiç’a alması için destek vereceğini söylüyor, Türkiye’nin engel olmamasını istiyordu.

Tıpkı bir yıl önce 2014’de Kobani’de yaptığı gibi.

Yani İngilizce değil, G20’nin yapıldığı ülkenin diliyle Çince de söylense Obama bildiğini okuyor, okuyacak.

Çünkü kendi hedefleri için ölmeye hazır bir grup elindeyken kendi askerini Suriye çöllerinde öldürtmek istemiyor, selefi Bush’un Irak’ta yaptığı gibi.

Obama bu amaçla PKK ile Makyavelist bir ilişki içinde, “amaç aracı meşru kılar” çizgisinde.

***

Fiyat artışı nasıl durdu? / Güngör Uras / Milliyet

Ağustos ayında tüketici fiyatları artmadı. Yüzde 0.29 geriledi. 12 aylık ortalama fiyat artışı yüzde 7.98 oldu. Ağustosta fiyat artışları nasıl oldu da durdu? Yıllık enflasyon nasıl olur da ortalama yüzde 8 olur?

Çok kişi bunu merak ediyor. Önce hatırlamakta yarar var. Türkiye İstatistik Kurumu fiyat hareketlerini izlerken ülke genelinde 417 maddenin fiyatındaki değişimi izliyor. Bu 417 maddenin bazılarının fiyatı artıyor, bazılarının ucuzluyor.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı enflasyon oranı bu 417 maddenin ortalama fiyat artışına dayanıyor.

Ayşe Hanım Teyzem bu 417 maddenin tamamını tüketmiyor. O nedenle Ayşe Hanım Teyzem’in enflasyon hesabı, ülkenin genel fiyat artış oranlarından farklı oluyor.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun ağustos ayı enflasyon oranını aşağıya çeken gıda fiyatlarındaki ve giyim fiyatlarındaki gerileme oldu.

***

Yaralı askerleri hastanede zehirlemek istediler / Saygı Öztürk / Sözcü

Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) ve askeri hastaneler Sağlık Bakanlığı'na devredildi ama bu durumun ülke insanının güvenliği üzerindeki etkisi hiç dikkate alınmadı. Sağlık Komutanlığı halinde teşkilatlanan GATA ve askeri hastanelerin ana görevi ülke insanını kimyasal, biyolojik, radyolojik, nükleer tehditlere karşı savunma, hava, uzay, su altı hekimliği, harp cerrahisi faaliyetlerini yürütmek olarak belirtilmişti. Ülkemizde sadece GATA ve askeri hastanelere verilen bir görevdir. 80 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı için hayati görevdi.
Şimdi bu görevin tamamı, ülkenin değişik bölgelerindeki 32 Asker Hastanesi, gazilerimizin bakımı için halkın desteğiyle yapılan rehabilitasyon merkezinin tamamı hiçbir araştırma gereği bile duyulmadan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile askerlerin elinden alındı.
Kimyasal, biyolojik, radyolojik, nükleer tehditlere karşı savunma görevi de yok edildi.

SİLAHLI KUVVETLER KÖTÜRÜMLEŞTİRİLİYOR

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının güvende yaşaması, hayatının tehlikeye girmemesi için geliştirilen silahlara karşı kullanılacak nükleer, biyolojik, kimyasal (NBC) elbiselerinden gaz maskelerine, aşılara, ilaçlara, DNA'larla oynanarak yaratılan hastalıklara karşı nasıl korunma sağlanabileceğine varıncaya kadar GATA ve askeri hastanelerin geniş görevleri var.
“Balyoz”, “Ergenekon”, “Casusluk” gibi sahte, kumpas davalarla emir komuta yapısı yıpranan, elinden en önemli istihbarat kaynağı olan Genelkurmay Elektronik Sistemler (GES) Komutanlığı çeşitli bahanelerle alınıp MİT'e devredilen Türk Silahlı Kuvvetleri, son çıkarılan KHK'lerle adeta kötürüm hale getirildi.
Bir de “Harp Cerrahisi” var. GATA ve askeri hastanelerin muhatabı milletin TSK'ne emaneti er ve erbaşlar olduğundan ona göre teşkilatlanmış. Yani Sağlık Bakanlığı'nın hastanelerine benzemez. GATA'da çocuk kalbi ameliyatı yapan merkez yoktur. Buna karşın yoğun cerrahi merkezleri, yanık merkezleri oluşturulmuş, doktor sayısı ve uzmanlıkları bu ortama göre ayarlanmış. Savaşta veya barışta terörle mücadelede yaralananları önce en uygun araçlarla kurtarmak, sonra tekrar görevine döndürmektir.
Bugüne kadar TSK'nin aldığı tedbirler, askeri hastanelerin yetenek üstünlükleri sayesinde çatışmalarda yaralananlardan kayıplar yüzde 3'tür. Gelişmiş kabul edilen ülkelerde dahi bu oran yüzde 10'dur. Sadece bu bile askeri sağlık teşkilatına dokunulmaması, emir komuta birliğinin bozulmamasının gerektiğini gösterir. GATA ve askeri hastanelerin Sağlık Bakanlığı'na devri nedeniyle emir komuta ve teşkilat yapısı bozuldu, bu koşullarda çalışmayı uygun bulmayanlar ayrılmaya devam ediyor.

***

Yargı tartışmasında kim haklı / Etyen Mahçupyan / Karar

Adli yılın Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde yapılması hararetli bir tartışma yarattı. AK Parti’liler bu açılışın ‘milletin’ en üst sembolik makamı olan Cumhurbaşkanlığı’nda yapılmasını demokratik buldular. Hakimiyet ‘millete’ ait iken yargı erkinin de aynı milletin en üst noktasındaki makamın mekanında açılış yapmasından doğal ne olabilirdi? CHP’liler ise adli yıl açılışının tarafsız olmadığı apaçık bir Cumhurbaşkanı’nın ‘sarayında’ yapılmasını ‘vesayet’ olarak nitelediler. Kuvvetler ayrımı ilkesinin geçerli olması gereken bir rejimde yargının yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanı’nın hamiliğine girmesi kabul edilemezdi…

Mesele şu ki, her iki yaklaşımın da haklı olduğu yönler var… AK Parti’liler açısından bakıldığında yargının niteliğini ve geçmiş performansını dikkate almadan böyle bir tartışmanın anlamı yok. Yargı on yıllar boyunca jakoben bir resmi ideolojinin, darbeci bürokratik müdahale geleneğinin parçası oldu. Kendi varlık ve işlevini askere endeksli olarak tanımladı. Şimdi artık bürokratik ‘oligarşinin’ uzantısı olmaktan çıkıp siyasete ve ‘millete’ endeksli olması gerekiyor. Kısacası meseleyi rejimle siyaset arasında tanımladığımız takdirde AK Parti’liler haklı…

Öte yandan konu CHP’liler açısından ele alındığında, ‘yargının işlevi ne olmalı ve gelecekte nasıl olacak’ sorusu sorulmadan yapılacak argümanların hiçbir anlamı yok. Yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı işin esasıysa, yargının hiçbir siyasetin uzantısı haline gelmemesi veya gölgesi altında kalmaması lazım… Diğer bir deyişle meseleyi siyasetin ‘içinde’ tanımladığımız anda da CHP’liler haklı…

Yapılan tartışmalar büyük ölçüde bu noktada tıkanıyor. Eğer taraftarlık duygusu içinde yaklaşıyorsanız meseleyi tarihsel ve ideolojik bir ayrışmanın merkezine oturtup öylece bırakabilirsiniz. Ne var ki söz konusu iki cenah birlikte yaşamaya devam edecek ve geleceği oluştururken geçmişi de beraberinde taşıyacak. O nedenle her iki tarafın da bu iki konuma mesafe alıp tartışmayı derinleştirme şansını kullanmasında yarar var.

***

Bir 15 Temmuz şehidi kepçeyle gömülseydi / Ertuğrul Özkök / Hürriyet

PAZAR günü Güngör Mengi yazmış. Kanat Atkaya da yazmış...

Bir ıstırap yumruğu oturdu ümüğüme...

Manzara şu...

Hava sıcak...

Hoca mezarın başında duayı hızla okumuş, sıra şehidin üzerine toprak atmaya gelmiş.

Lakin görev icabı orada olan zevat, devlet erkânı sıcaktan bunalmış, mezarın yanından çekilip gölgeye sığınmış.

Zevatın acelesi var... Onların acelesi olunca, hoca da pürtelaş...

Şehidimizin canını alan kurşun, ata ata bitmemiş...

Üzerine serpilen toprak da ata ata bitmiyor bir türlü...

O an hocanın gözü biraz ilerideki kepçeye takılıyor.

Ey duygusuz makine, gel kardeşim, yığ toprağı şehidin üzerine...

Bitsin telaşlı devlet erkânının çektiği bu zulüm...

Terör örgütü PKK’nın, Pervari’de şehit ettiği Piyade Uzman Çavuşumuz Halit Şıltak’ın cenazesi kepçeyle gömüldü iyi mi...

Aradan günler geçti, bakıyorum ne o mahallede, ne bu mahallede kimsenin umurunda değil...

Mezar başındaki zevatın yiğidimize yaptığı bu hoyratlığı, bu sakilliği nasıl duyuracağız Ankara’daki zevata...

Bugün canımızın acıdığı bir başka yerden mi seslenmeliydik...

Şunu mu demeliydik...

Beyler bu muamele bir 15 Temmuz şehidimize yapılsaydı ne hissederdik...

Biraz onu hissedelim işte...

***

Obama samimiyetini kanıtlamalı! / Güngör Mengi / Vatan

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ABD Başkanı Obama Çin’de G20 Zirvesi’nde bir araya gelerek “Terör ve Suriye” konularını görüştü.

Erdoğan “PYD terör örgütüdür, sınır ötemizde PYD koridoruna izin vermeyeceğiz” derken Obama her zamanki yuvarlak sözlerden ve ABD Dışişleri’nin “IŞİD’in olmadığı yerlerde operasyon yapamazsınız” benzeri çıkışlarından biraz daha netliğe geçmiş göründü.

Bununla birlikte, fotoğraflarda ve konuşmalar sırasında “samimi görüntüler vermesine” rağmen örneğin Suriye’de “Türkiye’yi neden Esad, PYD-PKK ve IŞİD’le karşı karşıya getirdikleri” konusunda bir açıklama yok.

Yıllardır sık sık tekrarladıkları dışında sadece “15 Temmuz darbesini yapanların adalete hesap vermesi için çalışacağız” cümlesi biraz ümit vadediyor.

Söz değil, sonuç!

FETÖ darbe girişimiyle ilgili sözleri, Türkiye’nin yaşadığı sıkıntılı süreç ve suçluların adalete hesap vermesi konusundaki vurguları güzel.

Aslında bunu “daha önce yapmamış olduklarını” Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konudaki konuşmalarından öğrenmiştik.

Peki, şimdi nasıl bir farklılık olacak?

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş aynı sıralarda ABD İç Güvenlik Bakanı Jeh Johnson’la görüşme yaparken şöyle dedi:

“İki ihtimal var. ABD ya Gülen’i iade edecek veya bir an önce tutuklanmasını sağlayacak.”

ABD, İngiltere gibi ülkeler “Hareketler sözlerden daha yüksek sesle konuşur” lafını iyi bilirler. Yani önemli olan sözler değil, sonuçlardır.

Aynen Suriye için yaptıkları açıklamalarla, uygulamalarının tamamen farklı olması gibi!

***

Güzel başladık / Selçuk Dereli / Sözcü

Fatih Terim'in oyuncu tercihleriyle ilgili çok eleştiri olsa da, orada yaşananları en iyi bilen kişi Terim olduğuna göre, onun bu kararına saygı duymak gerekiyor. Avrupa Futbol Şampiyonası'nda şu an olmayan tüm futbolcular vardı. O takım, Hırvatistan karşısında tel tel dökülmüş, rakip tarihi farkı kaçırmıştı. Her futbolcu için geçerli olmasa da Fatih Terim'in ilerleyen dönemlerde Arda başta olmak üzere bazılarına yeniden forma vereceğini düşünüyorum.
Birbiriyle ilk defa oynayan, genç ve tecrübesiz isimlerden kurulu bir takımla sahadaydık. En büyük eksikliği, orta sahada takımı yönlendirecek oyuncu konusunda yaşadık. Şans faktörü sayesinde, 2-3 farkla geriye düşeceğimiz ilk yarıyı, en iyi oyuncumuz olan üst direğin de katkısıyla berabere tamamladık. Bu oyuncu kadrosu ancak bir şans golü bulabilirdi, o gol de en iyi zamanda yani ilk yarının bitmesine saniyeler kala geldi. Tabi ele avuca sığmayan Emre Mor'un tehlikeli bir noktadan kazandırdığı serbest vuruşu ve Hakan Çalhanoğlu'nun da hakkını teslim edelim. Top rakibe çarpıp kaleciyi yanılttı ama Hakan'ın topun başına geçmesi bile Hırvat barajını fazlasıyla tedirgin etti.
Dedik ya, gol o kadar güzel bir anda geldi ki, ikinci yarıya futbolcularımız üzerindeki baskıyı atmış ve özgüvenli şekilde başladı. Rakip ciddi pozisyonlar yakalasa da ayakta kalmayı başaran bir Milli Takım izledik. Genç futbolcu kardeşlerimi kutluyorum.

***

 Skor bizi aldatmasın / Cem Dizdar / Fanatik

‘Futbolcu kaynağı kıt’ bir ülkede değilmişiz gibi milli takımın yarısından fazlası takımlarında oynayamayan oyuncular!.. Yetmez, takımlarında oynayanların bazılarının - kaleci hariç - pozisyonları farklı.. O zaman planımız neye dayanacaktı? Bizim için bile belirsiz olan çiçeği burnunda Emre Mor’un doğaçlamalarına mı? İlk 10 dakikadaki cılız etkimizi kıran Hırvatlar topu gezdirmeye başlayınca sahadakiler dahil hepimiz olan biteni izlemeye koyulduk! Toplar direklerden dönerken kendini savunmaya çalışan takımımız ‘düşük kalite’ modundaydı. Hırvat takımı çeşitli hücum denemeleri yapıp zaman zaman da etkili olurken, duran top ya da Emre merkezli saldırılarda şut aramaktan öteye geçemedik. Gol dahil bulmadık da değil!..

Topal çekip çevirdi

İkinci yarının ilk 10 dakikasını hasarsız atlatıp da savunma formunu top gezdirmeye evirince ‘marifetli Hırvatlar’ın etkisini de kırmayı başardık. Topu kenarlara taşıdıkça oyun enine genişledi ve böylece topu kapmaya uğraşan Hırvatlar’ın birbiriyle bağları koptu. Orta sahamızın savunma önüne gelme konusundaki çevikliğiyle birlikte oyun kısa sürede dengeye oturdu ve savunmayı çekip çeviren Mehmet Topal’ın kritik son müdahaleleri rakibin hücum arzusunu örseledikçe de tempo lehimize işler hale geldi. Mandzukic’e hedeflenmiş yüksek toplar dışında seçenek üretemiyorlardı ki 70’ten sonra bir ara anlaşılmaz biçimde düzenimiz dağıldı ve yine ‘gömülerek oynama’ hastalığı nüksetti. Ama başta fauller olmak üzere oyun çeşitli vesilelerle durdukça kurduğumuz / yakaladığımız tempo dengesi yeniden oluştu.