​​​​​​​Yanaşma politika dönemi bitti

Atlantik eksenli dünya düzeninin sonu geldi. ABD, kendi çıkarı için bütün ittifak ülkelerini, teker teker dışlamakla bu durumu hızlandırıyor. Onlara göre Türkiye, bir şamar oğlanı. İstedikleri zaman döverler, istedikleri zaman severler.

Artık o dönemin bittiğini ve dünyanın yeni düzeninin yeni kapı araladığını görmüyor veya görmek istemiyor.

Bir şey daha: Türkiye'de halen daha birçok kişi, ABD desteği ile iktidar olacağını sanıyor.

Eskiden böyleydi.

NATO üyesi bu ülke, askeri bir ortaklıkla elini vermiş, kolunu kaptırmış, sonrada ABD'siz dans edemez olmuştu. Lakin dünya siyaseti yön değiştirdi. Özellikle, Sovyetlerin dağılmasıyla, Türkiye, Rusya karşısında kendi gücünü gördü. Rusya'nın nüfuzlu insanları 1991'den sonra Türkiye'ye geldiklerinde, 10-15 dolar maaşla çalışan, Türk toplumunun en alt tabakasındaki insanların seviyesinde bile değildi.

Nitelikli, saygın Rus kadınları, Türkiye'de  "Nataşa" olmuştu.

Ayrıca, dev sanılan Rusya'dan Karadeniz'e getirilen ev araç gereçleri, hatta otomobilleri, kısacası ürettikleri teknoloji çok berbattı.

Hantaldı.

Kendi teknolojisini beğenmeyen Türk toplumu, Rusya ile kendisinin yaptığını kıyaslayınca kendisine daha fazla güvendi. Anladık ki, biz istersek, herkesi korkutan, aya giden Ruslar kadar hatta onlardan çok daha iyi teknoloji üretebilirmişiz.

Sonunda Putin geldi ve yerlerde sürünen Rusya'yı ayağa kaldırdı.

Ruslar şanslıydı.

Türkiye ise şanssız.

Niye?

Çünkü Türkiye'deki iktidarlar halen daha Atlantik desteği ile işbaşına gelinebileceğini düşünmekteydiler. Parti kuranlar, hükümete gelmek isteyenler ABD'nin yolunu tutmaktaydı.

AKP'de bunlardan biriydi.

Refah Partisinin eski Adalet Bakanlarından Şevket Kazan, Korkut Özal'ın ABD büyükelçisi Morton Abramowitz'le Refah partili isimlerinin buluşmalarına ön ayak olduğunu söylemişti. Zaman Kazan'ı haklı çıkardı. Refah'tan AKP çıktı ve 2002'de iktidar oldu.

İktidara giden yolda ABD izleri var mı?

Tartışılır ama var. ABD'nin siyasal iktidarları el değiştirmede kullandığı toplum mühendisliği belli: Birincisi darbeler, ikincisi toplumsal kahramanlar yaratmak.

28 Şubat'ı unutmayalım.

Şiir yüzünden hapis yatmayı  hatırlayalım.

Bir de başörtüsü gerilimlerini yanına ekleyelim.

Toplumsal yönlendirmeler hep dini motiflere vurgu yapıyor değil mi?

Topluma verdiği mesaj açık: "Bu ülkede birileri, senin dinini, onun sembollerini, onu savunan kimseleri sürekli aşağılıyor, dışlıyor, hapsediyor." Mesaj buysa bu durumda toplum olarak sen ne yapacaksın? Seçimlerde bunun hesabını soracaksın.

Nitekim toplum gereğini yaptı.

Sonra, bu yolla iktidara gelenler dini değerlerin iyi, doğru, güzel saydığı her ne varsa bizzat kendileri tersyüz etti o başka..

ABD hegemonyası, 1991'deki Irak işgaliyle yerini Asya kökenli stratejiye bırakmağa başladı. Çünkü Çin ve Rusya önemli güç merkezleri haline geldi. O da yetmedi, Türkiye toplumsal olarak fark ettiği kendi gücünü siyasal alanda kullanmağa başladı..

Bağımsız karar alma özgüveni sayesinde ABD eksenli karar sürecinin kendisine zarar verdiğini hatta kendi büyüme ve gelişmesini durdurduğunu anladı. Geldiğimiz noktada bizdekiler gibi ABD'de halen daha, ambargo uygulayarak, ceza keserek Türkiye'yi yanında tutacağını sananlar var. Hâlbuki Türkiye, içinde bulunduğu coğrafyasının gereği ve hem de zorunlu olarak karşılaştığı (mesela Akdeniz'deki kuşatma) sebebiyle, tarihin önüne koyduğu gerçekle yüzleşmek zorunda kaldı. Türkiye, coğrafyasının kendine verdiği göreve salt Antlantik politikalarına bağlı kalarak yürütemez. Onu bırakıp Rus çıkarlarına hizmet ederek de yürütemez. Türkiye, kendi ayakları üzerinde, çıkarına uygun kiminle ayrılıp birleşecekse onunla yürüyerek varlığını koruyabilir.  Bu sebepledir ki Kanal İstanbul gibi yatırımlar, muhalefete inat yahut sürekli iktidarda kalma amaçlı olarak yapılamaz. Montrö gibi, uluslararası anlaşmalar, dönemsel politikalar üzerinden gözden çıkarılamaz. En az yüz yılın hesabını üzerinden bakamayanlar susmalıdır.

 

Yazarın Diğer Yazıları