Nasıl yaşardık?

Bizler, benim yaşımdakiler “ara kuşaktanız”. Buna “Fetret kuşağı” da denir. İki dönem, iki devir arasında kalanlar, sıkışanlar!
Bugün harcıalem olan, artık kanıksadığımız şeylerin öncesindeki hayatı hatırlayanlar -bizler- çok az kaldık...
Bizim gençliğimizde Josephine Baker adlı sütlü kahve renkli bir şarkıcı vardı. Türkiye’ye gelince yer yerinden oynamış, onu dinlemek, görmek için koşmuştuk. Şimdi gençlerin Madonna konserine koştukları gibi...
Bizim gençliğimizde Salih adlı şimdi rahmetli olmuş bir çizer vardı. Zamanın mizah dergisi  “Akbaba”nın arka kapağında geçmiş dönemlerin adetlerini, yaşamını anlatan çizgiler çıkar bizler de ibret ve hayretle bakardık.
Ben çizer değilim; bugün bu köşede eskinin yaşam tarzını hem nostaljimiz olarak hem de bu günlerimizin kıymetini bilsinler diye gençlere anlatmak istedim. Herhalde onlar da sonra bugünü, sonrakilere anlatırlar!

***

Bizim çocukluğumuzda televizyon yoktu. Şimdi ilerideki nesillere HD ve üç boyutlu televizyon devrediyoruz.
Çocukluğumuzda radyo henüz başlamıştı. Ben ilk radyoyu daha doğrusu “Telsiz telefonu” bir akrabamızın evinde gördüm. Alıcının üstünde de baklava şeklinde bir anten vardı. Hoparlör henüz yoktu. Neşriyat kulaklıkla dinleniyordu. Hayretler içerisinde kalmıştım. Telsiz telefon sonra radyo oldu ve bundan sonra TV başlayıncaya kadar olanlar... Galatasaray postanesinin üzerindeki stüdyodan neşriyat yapılırdı.
Talihin cilvesi; yıllar sonra 1960’ta Yassıada’da “Radyo Davası”nda sanık olarak yargılanacağım aklıma gelir miydi?
 “Telsiz” sonra “radyo” alıcıları tekamül etti. Radyonun gücü, “kaç lambalı” olmaktan, şık ahşap sonra plastik gövde mobilyalar oldu. Evlerin baş köşesinde otururdu. Bu möblelerin içine plak çalan “pikaplar” yerleşti. Plakların ve gramofonların tekamülünü uzun çalarlar, 45’likler, kasetler ve CD’ler izledi. Şimdi de gençlerin aypotları... Ve radyonun ellerde taşınması bir başka hikaye...
Sessiz, siyah beyaz sinema filmlerinden sesli renkli teknikcoolor filmler. Televizyonda siyah beyazdan, renkli yayına geçiş ve şimdi de  “High Definition” HD yayınlar... Üç boyutlu filmlere geçişe tanık olduk... Bu alanda yeni gelişmelerin eli kulağında...

***

Ya telefon?.. Edison’la başlayan bu alet şimdi ceplere indi. Çocukluğumuzda telefon; resmi dairelerde, askeriyede kolu çevrilerek çalışan manyetolu tabir edilen telefonlar. Lenduha(çok iri ve kaba) bataryalarla çalışırdı. Altmışlı yıllarda bile Başbakanlık makamının yanındaki bir odada bu bataryalar vardı.
Evlerde telefon bir ayrıcalık, statü sembolü idi. Telefon salonun en gösterişli yerinde durur ve üzerine dantel örtü konulurdu. Önce boru gibi idiler. Mikrofon boynunun ucunda, kulaklık mandala asılıydı. Telefon sahibi olmak, bağlatmak için sıraya girilir, aylarca hatta yıllarca beklenirdi. Miras konusu edilir, varisler arasında sonu mahkemeye kadar giden olaylara sahne olurdu.
İstanbul’da ana santral Tahtakale semtindeydi. Ev telefonları bölge santrallerine bağlı idi. Bu santrallerde çoğunlukla dul veya evde kalmış matmazeller çalışırlardı. Telefon kulaklığını mandaldan kaldırır ve matmazele konuşmak istediğiniz numarayı verirdiniz. Müsaitse bağlar konuşurdunuz. veya meşgul derdi. Bu matmazeller adeta hayatımızın, ailelerimizin birer parçası olmuşlardı. Onlara bayramlarda hediyeler gönderilirdi. Müşkül zamanlarda yardımcı olurlar ve konuşmaların mahremiyetine sadık kalırlardı. Yani dışarıya sır vermezlerdi.
Telefonda muhatapla ayıp konuşmak da yasaktı tüzüğe göre. Şehirler ve milletlerarası konuşmalarda müddet sınırı vardı. Konuşma uzayınca santral ikaz ederdi. Şehirlerarası numaralar öyle kolay kolay bağlanmazdı. “Normal”,  “acele”, “yıldırım” diye tarifeler vardı. Eğer normal bağlatacaksanız, saatlerce beklemeyi göze almanız gerekirdi. Taşradan ararken de sık sık “çekil aradan jandarma” demek zorunda kalırdık. Zira jandarma da aynı hattı kullanırdı.
 Şimdi artık telefonlar ceplerde, gençlerin ellerinde GSM cep telefonları. Her işi görüyor. İnternet olarak kullanılıyor, çok kaliteli fotoğraf çekiyor...
Düşünüyorum da; eğer şimdi cep telefonları olmasaydı, TV dizilerindeki olaylar nasıl akardı? Zira bu dizilerde cep telefonları başrolü oynuyorlar... Senaryo, konu bu telefonlara bağlı.
Bir de güvenlik kameraları olmasaydı cinayetler, hırsızlıklar ve trafik kazaları nasıl çözülürdü?
Geçmişte her şey tek düze ve basitti. Yıllar geçtikçe, teknoloji ilerledikçe, internet geliştikçe yaşam kolaylaşıyor ama daha dar, daha komplike oluyor.
“İnternet çıktı mertlik bozuldu” !..
Gelecek haftalarda Allah kısmet ederse  “nostalji”  yolculuğuna devam edeceğim...

Yazarın Diğer Yazıları