Neden kalkınma?

Yeni liberal politikaların getirdiği küreselleşme süresince hedef ülkelerin büyümesini sağlamakta idi. Kısmen de başarılı oldu. Ne var ki bu süreçte kalkınma ikinci plana düştü. Gerçekte ise toplumsal refah için kalkınma şarttır.

Ekonomik büyüme, ulusal gelir düzeyindeki ve birey başına düşen ulusal gelirdeki artışı işaret eder. Ulusal gelir olarak, Gayri Safi Yurt içi hâsıla kullanılmaktadır. Fiilen, büyüme GSYH'daki belli bir dönem itibariyle meydana gelen reel; yani enflasyondan arındırılmış artıştır.

GSYH'da reel artış, yani büyüme yanında Fert Başına GSYH'nın da artması için, nüfus artış hızının, büyüme oranının altında olması gerekir.

Ekonomik kalkınma, büyümeyi de içine alan daha geniş bir kavramdır. Ekonomik büyüme yanında, kişi başına düşen doktor sayısı, çocuk ölüm oranı, kişi başına düşen gazete, okuma oranı, öğretmen sayısı gibi ölçütlerle çevre şartlarının iyileşmesi de kalkınmanın birer göstergesidir. Ayrıca kalkınma olması için teknolojik gelişmenin de sağlanmış olması gerekir. Demokrasi de kalkınmayı ve toplumsal refahı destekleyen önemli bir unsurdur. Gelir artışı yüksek ve fakat yaşam kalitesi düşük, katılımcı demokrasiye sahip olmayan bir toplum gelişmesini tamamlamış bir toplum değildir.

Özet olarak, ekonomik kalkınma aynı zamanda bir ekonomide:

* Yatırımların artması, üretim verimliliğinin yükselmesi, çevre şartlarının iyileştirilmesi,

* İnsana yapılan eğitim ve sağlık yatırımlarıIarını talebe cevap verecek şekilde artması, eğitim ve kültür düzeyinin ve yaşam standartlarının yükselmesi,

* Konut ve sosyal güvenlik hizmetlerinin yaygınlaştırılması,

* Yoksulluğun önlenmesi ve gelir dağılımında düzelme ile en düşük gelir elde edenlerinde insanca yaşadıkları bir yaşam standardı,

* İnsani değerlerin yükselmesi ve katılımcı demokrasi, gibi hedefleri de gözeten bir yaklaşımdır.

Kalkınma anlayışında giderek insan faktörü ve toplumsal refah ön plana çıkmıştır. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde İktisadi gelişme, fiziksel ve sosyal altyapı imkânlarını da kavrayan bir anlayış olmuştur. 20. yüzyılın son çeyreğinde ise, doğrudan "yaşam kalitesi" öne çıkmıştır (DPT, 2000).

Gelişmekte olan ülkelerin, gelişmiş ülke statüsüne geçmeleri yalnızca GSYH' da artışını yani büyümeyi, değil aynı zamanda yukarıdaki gelişmeleri de birlikte tamamlamaları gerekir.

Ekonomik kalkınma politikası, büyüme ve istihdam politikasından daha kapsamlı politikaları gerekli kılar. Bir ülkenin kalkınması için:

* Milli gelirin artışı yanında, ayrıca ve parelel olarak, artan bu gelirin daha dengeli dağıtılması, yoksul sayısının azaltılması ve fakirlik sınırının yükseltilmesine yönelik 'iktisat politikaları'nın uygulanması gerekir.

* Ekonomide kaynakların, sosyal yapıya, nüfus dağılımına ve koşullarına uygun kullanılması lazımdır. Söz gelimi nüfusun çoğunluğunun tarım kesimi ve kırsal kesimde yaşadığı ekonomilerde, sanayileşmeye geçiş sırasında, emek yoğun üretim tekniğinin kullanılması daha düşük maliyetle üretim yapılmasına ve işsizliğin azalmasına imkân sağlayacaktır.

* Tasarrufları ve yatırımları artırmak, üretimde verimliliği yükseltmek için, Devlet ve Piyasa arasında optimal bir denge kurulmalıdır. Gelişmekte olan ülkelerde, pazara giriş serbestisi ve rekabet şartları önünde engeller vardır. Kısmen de olsa geleneksel üretim yapısı bulunmaktadır. Faiz politikasını engelleyen inanç yapıları ve piyasada oligopol yapılar mevcuttur. Bu nedenle devletin piyasanın işlemesi, rekabet koşullarının çalışması için önlemler alması gerekir.

* Bölgesel kalkınmışlık farklılıklarını en aza indirmek için de devletin daha aktif olması gerekir. Geri bölgelerde yatırımları teşvik etmesi gerekir. Kalkınmanın önemli bir ayağı olarak, gelişmekte olan ülkelerde Eğitimde kaynakların etkin kullanılması, en yeteneklilerin eğitilmesi ve uzun dönemli insan gücü ihtiyaçları önde tutan bir eğitim politikasının olması gerekir.

 

Yazarın Diğer Yazıları