Osmanlı’yı doğru anlamak

Bir at zırhı,
Bir çift çizme,
Birkaç tane sancak,
Bir kılıç,
Bir mızrak,
Bir tirkeş,
Birkaç at,
Üç sürü koyun,
Tuzluk ve kaşıklık....
Bunlar ne mi?
Birilerinin  “dirilteceğini” iddia ettiği ve meydanlarda  “Padişah”  pankartları ile karşılanarak neredeyse saltanatta  “veraseten intikal”  hak iddia ettiği devletin kurucusunun bıraktığı mal varlığı.
Evet, Osman Gazi’den bahsediyorum...
Ağalar...
Osmanlıyı diriltmek ne miting alanlarında  “Padişah ...”  pankartları açtırmaktan, ne de  “Osmanlıca” okutmaktan geçmez...
Yedi düvele hükmeden bir devleti kurarken arkasında bırakın gemicikleri, rezidansları sizin hacet giderdiğiniz hela taşının ederi kadar bile mal bırakma endişesinden uzak hizmet şuuruna sahip olmaktan geçer...
Osmanlı’yı diriltmek  “ufak tefek yolsuzlukları” vaka-i adiyeden sayarak,  “bunların hepsi yalandır diyemem” diyerek hak gaspını seyretmekten geçmez.
Tüyü bitmemiş yetimin hakkının davacısı olmaktan geçer...
Anlayana tabii...
***
Osman Gazi ile başladık, Fatih’le devam edelim. Hızır Bey’i bilir misiniz? Özellikle hakimlerimize sormak isterim...
Hızır Bey, Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettikten sonra İstanbul Baş Kadısı olan zamanın en önemli hukukçularından.
Hikaye hepimizin mâlumu. 80’li yıllarda muhafazakâr kıraathanelerinde genç çocuklara  “Osmanlı şuuru” vermek için anlatılan hikayelerin en meşhurlarından.
İktidar olana kadar anlatılan, sonra  “acaba gerçek mi?”  denilen gözde hikâyelerin birinden bahsedeceğim ...
Rivayet odur ki...
Fatih, İstanbul’u aldıktan sonra Ayasofya civarında bir köşk inşa ettirmek ister. Rum mimarlarından birisini de bu işe memur eder.
Mimar binayı tamam eder lâkin binanın mermer sütunları Fatih’in istediğinden iki arşın kısadır. Bunu gören Fatih, mimarın ellerini kestirir.
Mimar bu haksız muamele karşısında doğru Baş Kadı Hızır Bey’e müracaat ederek Fatih’ten davacı olur. Çağ açıp, kapatan Sultan, mahkeme salonuna girince baş köşeye geçmek ister. Hızır Bey, o zamanki Türk Devlet Nizamının nasıl bir şey olduğunu gösteren şu muhteşem ihtarı yapar Fatih’e:
- Oturma Beğüm. Hasmunla mürafaaişer olup ayak beraber dur...
Hızır Bey’in bu ihtarı karşısında Fatih  “Eyy Kadı, kaftanını çıkar da siyaset et!”  demez, korumaları Kadı’nın üzerine çullanmaz.
Büyük Sultan ihtara binaen suçlulara mahsus yere oturur.
Mahkeme neticesinde Fatih’in haksız olduğu ve bu sebeple aynı yerden bileklerin kesilmesi gerektiği hükmolunur.
Fatih bilekleri Kadı değiştirerek değil ancak davacı mimar şikayetinden vazgeçince kurtarır.
Neden anlattım?
Bir. Hızır Bey gibi hakimlere hasret kalan şu topraklarda en azından tarih okuyarak,  “eskiden varmış”  diye moral bulalım dedim.
İki. Osmanlı’yı  “Saray Manzumesi”  zanneden zevatın dikkatini bir de  “adalet, hak ve hukuk” meselelerine çekelim dedim; görünen o ki unutmuşlar.
Üç. Eğer bizim bildiğimiz Osmanlı’yı dirilteceklerse bir daha düşünsünler diye anlattım. Çünkü Osmanlı hukuk düzeninden kollarını kurtarmaları zor; Cürm-ü meşhut yapılanlarınkini kökünden kesiyorlarmış.
Benden söylemesi...
***
Önce kararımı yazıyorum: Osmanlıca eğitime taraftarım. Tıpkı Bakan gibi, seçmeli olmasını diliyorum.
Neden önce yazdım?
Bazı AKP’liler her yazdığımıza okumadan  “vay hükümet düşmanı!”  diye sayfalarca mesaj yazıp, aslımızı-neslimizi kontrol ediyorlar.
Bu tiplere her zaman şunu nasihat ediyorum; Yazdıklarınızın dörtte biri kadarını okursanız Türkiye’nin problemi kalmaz.
Konuya dönelim...
Çince’nin bile öğretildiği bir sistemde Osmanlıca öğretilmesinin bir sakıncası yok.
Bir nasihat da CHP’lilere...
Korkmayın, Arap alfabesi ile Türkçe okuyarak rejim tehlikeye girmez.
Hele hele bölücü taleplere  “demokratikleşme”  kılıfı ile attığınız destekler kadar hiç tehlikeye girmez. Sormak isterim bu arkadaşlara: Osmanlıca dersleri, Kürtçe eğitimden daha fazla mı zarar verir Türk devletinin birliğine, dirliğine?... Netice-i kelam; Çince öğrenince Çin müstemlekesi olmayacağımız gibi Osmanlı’ca öğrenince Osmanlı Sultanları mezarından kalkıp tepemize tünemezler.
Sakin olun...

Yazarın Diğer Yazıları