Sarmış afakımızı bir dud-i muannit

Eskiden, şimdi bakıyorum da bayağı eskiden, eylül geldiği vakit bir yazıma olsun Yahya Kemal’in
 “Günler kısaldı, Kanlıca’nın ihtiyarları
Bir bir hatırlamakta eski sonbaharları”
mısraıyla başlardım.
Şimdi havada o temizlik yok, bende de gönül rahatlığı yok.
Ülkemin yarısı hapisteyken, çocuklarımızın gözleri çıkarılır, bedenleri insafsızca toprağa devrilirken, stadyumların neşesi kaçırılırken, halk kimi severse onun peşine düşülürken, bunları yazamadım.
“Ankara’nın taşına bak, gözlerimin yaşına bak”  havasından kendimi kurtaramadım. İstanbul’un da o ağır havasına kaçmayı canım istemedi. Şimdiye kadar Eylül sonunu beklediğim hiç olmamıştı.
Nerede ise Tevfik Fikret’in o “Dud-i muannit”  dediği inatçı bulutların, sislerin sardığı güzelim şehrimi özleyemedim. Binbir ajanın, haksızlığın, gözaltıların birbirini kovaladığı bu şehre Tevfik Fikret gibi ağır laflar edemedim ama, onun işgal dönemi İstanbul’unu yazarken yazdıklarında ne kadar haklı olduğunu gördüm.

 


***

 


Benim kuşak bir bir gidiyordu. Dün, iki iki gitmeye başladı. Tuncel Kurtiz’in ardından Turgut Özakman. Biri benden birkaç yaş büyük, biri birkaç yaş küçük.
Tuncel Kurtiz bir zamanlar akrabalarımın oturduğu Güre’nin Çamlıbel köyünde toprağa verilecek.
O topraklar güzeldir, çok güzeldir de başlıca özellikleri güzel olmak değildir, Kuvayımilliye’yi çok yakından yaşamış olmalarıdır.
İstiklal Savaşı çocuğu olan annem, Kuvayımilliye’nin Ayvacık’tan gelip İzmir’e gidişini hüzün içinde anlatırdı. Ayvacık’ta Yunan karargahı vardı.
Bitkin ve yorgun askerler, önlerinde zayıf hayvanlardan oluşmuş bir sürü, üstte yok başta yok, Çanakkale’den İzmir’e doğru geçip giderlermiş.
Buralarda bir Adatepe köyü vardır. Askerimizin geldiğini duyan Adatepe Rumlarından bir ailenin üç kızı, sahile inerek kendilerini denize atmışlar. Çünkü yerli Rumlar bir kaç gün içinde savaşın Yunan askerleri lehine sonuçlanacağını bekliyorlarmış.
İkisi boğulmuş, birisi geceleri yürüyüp, gündüzleri zeytin depolarında saklanarak köyümüze gelmiş. Sonra bize gelin oldu. Muhtarla evlenmiş. Kendisini de tanırdım.

 


***

 


Tuncel Kurtiz’in devrim şarkısını dinliyorum. Turgut Özakman’ın Kurtuluş Savaşı tarihinden anlattıklarını... Benim İstanbul’a gitmeyi geciktirmem çok anlamlı olmasa da, yapılacak en uygun şey gibi göründü gözüme. Kendimce protesto ediyorum. O dud-i muannit, ufkumuzu saran sis, bir yerinden yırtılıncaya kadar ki onun çok uzak olmadığını hissediyorum. İstiklal Savaşı ve Gezi ruhu içinde o havayı yaşayarak düşünmeyi istiyorum.

 


***

 


Maç taraftarlarının toplanıp gözaltına alındığı bir ülke... Beşinci Caddede lastik yakma saçmalıkları... O lastikleri PKK yakıyordu.
Cumhurbaşkanı’nın da New York’taki BM toplantısında Obama tarafından kabul edilmediğini öğrendik. Yardımcısı Biden’le görüşmesi teklif edilmiş. O da kabul etmemiş. Cumhurbaşkanı’nın perçemleri, son resminde eskisi gibi neşe ve güvenle uçuşmuyordu.
Ne günlere kaldık ey Mustafa Kemal Atatürk, ey Gazi Hünkar! Onları ve hepsini biz 100 sene önce yedi düveli hayranlık ve hayrette bırakan bir savunmayla buradan kovmamış mıydık? Ne zelil durumlara düştük.

Yazarın Diğer Yazıları