Kim ne derse desin ülkemizin başat sorunu “siyasal yozlaşma” ve beraberinde gelen “Kültürel yozlaşmadır.” Aslında siyasal yozlaşma da bir çeşit kültürel yozlaşmadır. Çünkü her kültürün değerler sistemi ve siyaset algısı, siyasal değerler sistemi vardır.
Kültürel sistem kapsayıcıdır. İçine girmeyen hiçbir konu yoktur. Doğal olanların dışında insanoğlunun yapıp eylediği iyi-kötü, doğru-yanlış, bilimsel, bilimsel olmayan her şey kültürdür. Sadece doğal olanlar kültür değildir.
Bu nedenledir ki eğitim bilimciler, eğitimi, “Kasıtlı kültürlenme” olarak tanımlar. Çünkü, matematik, fizik, kimya, biyoloji, edebiyat kısaca tüm ders içerikleri veya bilgi türlerinin tamamı insanın yapıp ettiği doğal olmayan şeylerdir. Dolayısı biz bunların tümünü kültür dairesi içinde anlatırız. Bu nedenledir ki kültürü tanımlamak zordur ve antropoloji kitaplarında 160’dan fazla tanımının olduğu yazar. Kimilerine göre tanım sayası iki yüzü bulur.
Bu ön açıklamadan sonra gelelim, siyasal ve kültürel yozlaşma konusuna.
Copliot’a göre “Siyasal yozlaşma, bir ülkedeki veya bölgede yönetenlerin, kamu görevlilerinin ve siyasi liderlerin, kamu kaynaklarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaları ve etik dışı davranışlarda bulunmaları durumudur. Bu durum, rüşvet, haksız kazanç sağlama, yolsuzluk, nepotizm (akraba kayırma) gibi etik dışı davranışlarla kendini gösterebilir. Siyasal yozlaşma, bir toplumda adalet, eşitlik ve güven duygusunu zedeleyebilir ve uzun vadede ekonomik ve sosyal sorunlara yol açabilir.”
Bu anlatım hiç kimseye yabancı gelmemiştir. Çünkü ülkemizde yaşanan tam da böyle bir süreçtir. Maalesef gelişmelere ve uygulamalara bağlı olarak güzel ülkemiz, derin bir kültürel yıkım sürecinin içine sokulmuştur. Bunun iki temel nedeni vardır. Birincisi, sosyolojik olarak köyden kente yapılan toplu göçler. İkincisi de bu göçlerin beraberinde getirdiği saf Anadolu Türk kültürünün, yozlaştırıcı şehir kültürü ile karşılaştığında alacağı durama ilişkin hükümetlerin hiçbir politika geliştirmemesidir. Ayrıca Özal iktidarıyla başlayan Erdoğan iktidarlarıyla gittikçe artan şiddette devam eden kentleşme ve çözülme süreçlerine, ekonomi-politik sistemin yaptığı yozlaşmayı artırıcı etkilerdir.
Özellikle Erdoğan hükümetleri döneminde, en başta “Dava” olarak adlandırılan muhafazakârlığın, en mahrem ve kutlu değerlerinin çökertildiği görülmektedir. Öyle ki 23 yıllık iktidarları boyunca siyaseti dini sembollerle ilişkilendiren iktidar, geldiğimiz son noktada, dini değerleri tersyüz etmiştir.
Örneğin dinin önem sırasının en başında gelen adalet, her gün şikâyet ettiğimiz konular arasındadır. Liyakat, yolsuzluk, adam kayırma, kamu kaynaklarının kötüye kullanılması gibi konular, herkesin bildiği ve özellikle de dini ve muhafazakâr kesimlerin bile bile göz yumduğu temel değer kırılmalarıdır.
Bu durum, adeta “İktidar yahut Hükümet Müslümanlığı” tipolojisini ortaya çıkarmıştır. “Başkası yaparsa feveran et, karala, kötüle, iktidarımız yaparsa görmezden gel sus,” şeklinde uygulanan bu tutum, sadece dini değerler kırımı değil, aynı zamanda kültürel yıkımı da beraberinde taşıyor. Çünkü bunlar kültürün önem verdiği yahut vermesi gereken normlar sıralamasının temel öğeleridir. Bir kültürün adalet anlayışı bozulmuşsa, ahlak da ona bağlı olarak bozulmuştur.
Yolsuzluk yapan hoş görülüyor, mülakatta yenilen haklar, derin Müslüman olduğunu iddia eden tarikatlar dahil, dini kurumların görmezden geldiği olağan şeyler gibi görülüyorsa, tam bu noktada iki şey olmuş demektir. Birincisi, dinin değerleri, dinin beklentilerine göre değil, iktidar partisi ve ortaklarının davranışlarına göre şekillenmiş, ikincisi de bir kural /norm olmaktan çıkarılarak kültürel deformasyon/ çözülme gerçekleşmiş demektir. Her iki durumda da denilebilir ki artık din, ahlak üretemiyor. Kültür, sosyal ahlak ve kişilik geliştiremiyor.
Sosyal kişilik (şahsiyet), kişinin kendi kültürünü içselleştirmesiyle oluşur. Tipik Türk veya İngiliz davranışı bu sebeple farklıdır. Çünkü kişi, içinde yaşadığı kültürü, kendi kişiliğine mal ederek, o kültürün kişisi haline gelmiştir.
Siyasi yozlaşma ve doğal orak gelişen kentleşme (köyden kentlere göç), Türk toplumunda derin gedikler açtı. Eğitimi yönetenler, ne toplumsal gelişmeleri okuyabildiler ve ne de olup biteni anlamış görünüyorlar. Kendi siyasal çelişkileri, buna dayalı olarak yapıp eyledikleri ortadayken, millete ahlak dersi vermelerinin hiçbir anlamının olmadığını, toplumda artan inanç sapmaları gösteriyor. Derin ahlaki çözülmeler, kültürel normların yozlaşması, beraberinde telafisi zor fay hatları oluşturuyor. Kültürel kodlar çok yozlaştırıldı.
Bilim yanılmaz.
Sosyoloji ve antropoloji herkese neyin ne olduğunu ve olacağını çok net olarak gösteriyor. Yeter ki bakmasını bilelim.