Turizm ve saygıdeğer bir ülke olabilmek

İnsan ilişkilerinde “saygıdeğer” olabilmek ve toplum tarafından öyle kabul edilmek için nasıl bazı toplumsal değerler belirleyici oluyorsa; bir ülkenin diğer ülkeler ve onların vatandaşlarınca  “saygıdeğer” kabul edilebilmesinin, o ülkenin diplomatik uygulamalarına bağlı olduğu açıktır. Doğamız gereği, kolayca elde ettiğimiz, bedel ödemek zorunda kalmadığımız kazanımlar bizim için pek anlam ifade etmez. Fakat bir şey için biraz emek bile harcamış olsak, onu kaybetmemek için bir uğraş gösteririz.
Her ne kadar, bazı çevreler 1980 öncesi ve sonrası diye lafa başlasalar da; bugün çoğumuzun hatırlamakta zorlandığı, ama benim 1980 öncesi denince ilk aklıma gelen; onurlu, saygıdeğer, uluslararası ilişkilerde ses getiren, ağırlığı olan bir Türkiye’dir. Aleyhimizde pek çok antipropaganda içerikli film ve yayınlar da yapılsa, duruşumuz dosdoğru olduğu için, bize sürekli saldırılıyorlardı ama, Türkiye deyince biraz düşünmek zorunda kalıyorlardı.
O zaman ne oldu da bugün o 1980 öncesi günleri arar duruma geldik? Bir ülke eğer düşmanları tarafından hedef tahtasına konmuş ise ve bu hedefe konan ülke, kendisini hedef ülke olarak gören ülkeleri  “dost ve müttefik ülkeler” olarak görme acizliği içerisinde ise. Hedef ülkeyi öncelikle ekonomik daha sonra da toplumsal olarak yıkma planları devreye sokulmaktadır.
1980 öncesinde ülkemizi bu kadar sayıda yabancı ziyaret etmediği halde, o dönemin siyasileri hiçbir zaman “turizmi kurtuluş olarak”görmediler. Çünkü üreten, ekonomik dengeleri olan, kendi milli kültürüne yabancılaşmamış dirençli bir toplum vardı.
Daha sonra dünyayı bir  “köy” olarak gören ve bu köyü yönetmek için bin bir türlü dolap çeviren  “Batılı dostlarımızca”  Türkiye’de  “turizm yatırımlarının desteklenmesi” , dönemin iktidarlarına salık verildi. Tabii ki onlar da  “dost müttefiklerinin”  bir dediklerini iki etmediler ve milletin vergileri ile oluşturulan milyarlarca doları, yakın çevrelerine peşkeş çekmeye başladılar.
Sahiller beton yığınları ile doldurulmaya ve tarım alanları yok edilmeye başlandı. Artık sahil bölgelerinde balıkçı, narenciye ve muz üreticisi, tütün üreticisi kalmamıştı. Bir zamanlar ekmeğini taştan çıkaran bu insanlar kısa sürede oluşturulan  “rant ekonomisi”  sayesinde gayrimenkul zengini oluverdiler.
Fakat on yıl gibi kısa bir sürede, Batılılar hedeflerine ulaştılar. Turizm bölgelerinde her yerin otellerle dolmasını önce teşvik ettiler, daha sonra da “artık ülkenize gelmeyeceğiz, çünkü her yeri betonlaştırdınız” dediler. Ama artık bu otelleri yıkmalı. Bu otel sahiplerinin artık tarım yapmaları da mümkün değildi. Ve tavizler verilmeye başlandı. Cebine pasaportunu koyan Avrupalı, Türkiye’de indiği havaalanında cüzi bir bedelle 15 günlük vize almaya başladı. Kendi ülkesindeki Türk Büyükelçiliğine bile gitmesine gerek kalmamıştı artık. Yani onların gözünde artık Türkiye, sorgusuz sualsiz gidilebilecek ve hiçbir sorunla karşılaşmayacakları, istedikleri kıvama getirilmiş bir ülke olmuştu.
Çoban mantığı ile turizme bakan zihniyetler, maalesef  Türkiye’mizin “saygınlığını”  sıfıra indirdiler, ne kadar Avrupa’da işsiz, yoksul, eğitimsiz varsa, Türkiye onların kolayca gelip, çok düşük paralarla tatil yaptıkları sıradan bir ülke haline getirildi.
Ülkemizin yeniden saygın bir ülke konumuna gelebilmesi için, kesinlikle Türk vatandaşlarına vize uygulayan ülkelere Türkiye’nin de yeniden  “vize uygulaması” başlatması gereklidir.
İşsizlerin ve düşük gelir grubundan yabancıların ülkemize kolaylıkla gelebilmeleri; bırakın Türk turizmini canlandırmayı, aksine olumsuz yönde baltalamaktadır.

Yazarın Diğer Yazıları