Ülkücüler öksüz kaldı

Ülkücüler öksüz kaldı

Önceki günkü sosyal medyanın gündemi merhum Türkeş''ti. Ölüm yıl dönümünde geçen senelere oranla bu yıl çok daha özlem dolu yazılar vardı.

Neden?

Bunun bir nedeni, yazanların bizzat kendilerinin de yaşlanıyor olup, geçmişe özlem duymaları olabilir. İkinci neden ise boşluk duygusu.

Türkeş sonrası ülkücü hareket önce savruldu, sonra beklenmedik gelişmelerle öksüz kaldı.

Savruldu, öksüz kaldı, çünkü toplayıcı otorite hayata veda etmiş, gelenler gideni aratmaktaydı.

Ortada tam anlamıyla lider boşluğu var. Doğrusunu söylemek gerekirse bu boşluk hiç dolmadı. Dolması da zordu. Lakin güçlü, etkili, karizmatik olmasa da demokratik bir liderlik, tatmin edici olabilir, kitleleri mutlu edebilirdi.

Türkeş sonrası MHP, dava (fikir-ideoloji) odaklı siyasetten uzaklaştı. Onun yerine genel başkanın bireysel psikolojisiyle uyumlu, konjonktür odaklı siyasete yöneldi. MHP''nin birikimleri yavaş yavaş ortadan kaldırıldı.

Türkeş döneminde güçlü bir yayın/medya sektörü oluşmuştu. Kitaplar yayınlanır, geceler düzenlenir, yazıp çizenler teşvik edilirdi.

Tiyatrosu, sineması, kültürel etkinlikleri olan bir MHP vardı.

Sendikalar, ocaklar, derneklerle güçlü bir sivil toplumsallaşma söz konusuydu. Bu örgütler bir araya geldiklerinde yahut etkileştiklerinde sinerji yaratırlardı.

Yeni dönemde bunun önemi kalmadı. Evet, 12 Eylülün çatışma süreci bitmişti doğru. Lakin siyaset bitmemişti ki. Siyaset ve ülkenin ihtiyaçları var oldukça ülkücü hareket de kendi çözümlerini sunacaktı.

Öyle değil miydi?

Ülkücü hareketin görevi 12 Eylülle birlikte sona mı eriyordu? Gerçi zinde güçlerin amacı gerçekten de ülkücü hareketin pasifleştirilmesiydi o başka.

Nitekim "sokaktan geri çekiliyor" diye ocaklar pasifleştirildi. Ocaklara kurşun sıkılmasaydı zaten sokakta olmayacaklardı. Ocaklar, Ahmet Yesevî ocağı gibi ruhların pişme, gönüllerin olgunlaşma yeriydi. Her biri sosyal birer dinamizm, kültürel birer okuma, etkileşim yeri olan ocaklar, son dönemlerde büsbütün amacından saptırıldı.

Çünkü particilikle komitacılık arasındayız.

Bu sebeple Türkeş sonrası ülkücü hareket tam anlamıyla öksüz ve başsız kaldı. Her biri bir yere dağıldı. Herkes ayrı telden konuşmaya, kendince eksik gedik fikir üretmeye, ahkâm kesmeye, başkalarına atarlanmaya başladı.

Çünkü ortada bu davanın varlığını hissettirecek strateji üreten bir merkez yoktu. Hâlbuki Türkiye''nin çok ağır sorunları vardı. Halen bu sorunların gelmiş geçmiş en buhranlı dönemini yaşıyoruz.

Kişi başına düşen milli gelir 7 bin 800''lere inmiş, enflasyonda dünya sıralamasının Venezüella''dan sonra ikinci olmuşuz.

Türk milleti Bilge Kağan''ın taşa kazıdığı gibi açlıkla karşı karşıya bırakılmış, ülkenin seçkin bürokratları üçer dörder maaş alırken, işçi, mahkemenin verdiği hakları alamaz olmuş.

Çok daha vahimi, Türk milletinin milli kazanımları olan Telekom gibi kurumlar haraç mezat satılmış, zeytinlikleri heba edilmeye başlanmış, dolar bulmak için en stratejik kurumları yabancılara pazarlanır hale getirilmiş ve ülkücü hareketin "davasından" ses yok.

İşte Türkeş boşluğu budur.

Ekonomi kötüye gidiyor, ülkücülerin ekonomiye bakışını anlatan bir basın bildirisi duyan, gören, okuyan kimse yok. Ülkücü davası suskun.

İşte Türkeş''siz kalmanın anlamı bu.

Ege''de, Akdeniz''de, Türk milletinin hakları çiğnenmiş 20''ye yakın ada ve kayalık Yunanlılar tarafından işgal edilmiş, ortada ülkücü bir haykırış duyulmuyor.

Türkiye''nin geleceği, "yap işlet devlet" modeli adı altında 20-25 yıl süreli, İngiltere garantili ihalelerle belirli sayıda şirkete verilmiş. Verilirken de her daim üç-beş şirket ihaleleri almış. Parasını milletin ödeyeceği bu ihalelerin detay bilgileri milletten saklanmış, yetmemiş hazine garantileri verilmiş, ülkücü davanın gıkı çıkmıyor.

İşte Türkeş bunun için özleniyor.

Milliyetçi-ülkücü vicdan, öndersiz, lidersiz kalmış, tam da lazım olduğu sırada davanın itiraz sesini arşa çıkartacak kimse ortalıkta yok. Yetmezmiş gibi bir de bu büyük vebale ortak olmayanları "hain, kaçak, zillet, dönek" diye suçlayanlar var.

İşte Türkeş bunun için özlemle anılıyor. Yürekli bir itiraz sesi duymak isteyen gönüllerimiz var.

Ey öksüzlüğümü unutturan ses, yeniden haykırsan olmaz mı?

 "Bozkurtların başbuğları kükreyince Söğütte/ Soluk yapraklar uçuşur dökülür bir nefeste…"

Artık bozkurtların başbuğları kükreyemiyor.

Yazarın Diğer Yazıları