Atatürk'ün, ''Devlet böyle yönetilir!'' dedirten bir anısı..

Atatürk'ün, ''Devlet böyle yönetilir!'' dedirten bir anısı..
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun siyaset dünyasına bomba gibi düşen yolsuzluk iddiası akıllara Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında bu tür bir olay olsa Atatürk ve devleti yönetenler, emniyet ve adaletin başındaki bakanlar nasıl davranırdı sorusunu akıllara getirdi.

Atatürk'ün, ''Devlet böyle yönetilir!'' dedirten bir anısı..

Editörümüz Gazeteci-Yazar Yaşar Gürsoy kendisinin kaleme aldığı Çankaya’nın Kalemşoru, Atatürk ve Can Yoldaşı Nuri Conker ile dönemin kaynakçalarıyla o döneme ait bir anıyı derledi.
Bakın Asrın Gerçek Lideri ATATÜRK bir yolsuzluk olayı karşısında nasıl tavır takınmış? Yazıyı okuduğunuzda “Devlet işte böyle yönetilir!” demekten kendinizi alamayacaksınız…

1928 yılıydı…

Atatürk uzun bir yurt gezisinden gelmişti.
Başbakan İsmet İnönü meclise bir önerge vermişti. Önergede eski Bahriye Bakanı İhsan Bey’in (Eryavuz) görevi sırasında yolsuzluk yaptığı yazılıydı. İddiaya göre İhsan Eryavuz, Yavuz zırhlısının onarımı için yurtdışından getirilen havuzun alımı sırasında usulsüzlük yapmıştı.
Meclis konuyu araştırmak üzere bir komisyon kurmuştu. Komisyon başkanı Yunus Nadi oldu, gazeteler konuyu didik didik etmeye başladı…

Gazi, iki dava arkadaşının öyle bir konuyla birbirlerini suçlamasını doğru bulmuyor, üzülüyordu…
 

 

İsmet İnönü önergeyi meclise sunmadan önce geçmişi düşündü:

Kendisinin yönettiği Altıntaş Savaşları yenilgi ile son bulmuştu. Sorumlusu kendisiydi. Mustafa Kemal kendisine sahip çıksa da o günlerde Ankara İstiklal Mahkemeleri Başkanı İhsan (Topçu İhsan) Eryavuz, Gazi’ye, “Bu adamı benim mahkememe gönderseniz, asarım!” demişti.

(Kimilerine göre İsmet Paşa o günleri hiç aklından çıkaramamıştı.)

Atatürk, İhsan Eryavuz sanık sandalyesinde olduğundan, söz edilmesin diye görüşmemeyi doğru buluyor, kendisinin yakın arkadaşı mahkeme başkanı Ali (Kel Ali) Çetinkaya’dan haber alıyordu.

Öğle saatleriydi...
Ali Çetinkaya, Biga milletvekili Ziya Gevher’in evinde yemek yiyor, bir yandan da içkisini yudumluyordu. 

Kapı çaldı. Bir asker Ali Bey’e, kendisinin Gazi tarafından ivedi olarak çağrıldığını iletti.

İçkiyi biraz fazla kaçırmıştı, merak ve telaşla üzerini düzeltti, masadan kalktı ve hazırlanan vasıtasıyla soluğu köşkte aldı…

Sofrada Nuri Conker, Hasan Cavit, Salih Bozok, Edip Servet, Recep Zühtü ve gazeteci milletvekili Falih Rıfkı Atay oturuyordu.

Haddinden fazla alkollü gelmesi masadakileri endişeye sürükledi.

ATATÜRK: "GAZETELERLE DE İSTEDİĞİ YAYINLARI YAPSINLAR!"

Atatürk İhsan Eryavuz’dan söz açtı:

“İhsan ne yapıyor? Görüyor musun? Üzgün mü?”

“Üzgündür Paşam, hem de çok üzgün. Hizmetlerine karşılık düştüğü durum ağrına gitti. Böyle bir arkadaşımızı dedikodulara, düşmanlıklara kurban vermeseydiniz. Bugüne kadar sustu ama bundan sonra o da İsmet Paşa için gazetelerde yayın yapacak.”

Aldığı cevap karşısında sinirlendi. “İhsan ne yapıyor?” sorusunun amacı dava arkadaşına mesaj göndermek; durumdan haberdar olduğunu anlatmak istemesiydi. Özensizliğe, dikkatsizliğe ve en önemlisi sofrasına sarhoş gelinmesine hiç tahammülü yoktu.

“Ya! Demek öyle, arkadaşımızı dedikodulara kurban ediyoruz. Kendisi de karşı saldırıya geçecek, öyle mi?”

Sofra buz kesti. Atatürk sustu, öfkesini kontrol etti, Nuri Conker şakalarıyla gergin ortamı yumuşatmaya çalıştı ama nafile. Gazi öfkeli ses tonuyla, “Pekâlâ ne halleri varsa görsünler, karışmayacağım! İşte İsmet, işte İhsan. Gazetelerle de istediği yayınları yapsın!” diye konuştu.

Ali Bey o ara yanında oturan Falih Rıfkı’ya döndü, usulca hakaret etmeye başladı. Durumu fark eden Nuri Bey kulağına eğilip, “Cins ol! Ali Bey!” dedi. O söz bir Rumeli deyimiydi ve adam gibi otur anlamını taşıyordu. Ali Bey duymazdan geldi, rakısını dolu dolu yudumladı etrafını izlemeyi sürdürürken, Falih Rıfkı yerinden kalkıp başyaverin odasına gitti. İstiklal Mahkemelerinin korkulu rüyası Ali Bey (Çetinkaya) bu kez Recep Zühtü’yü hedef aldı, kinayeli konuştu:

“Bizim Recep yaman adamdır. İyi silahşordur. Uçan kuşu, havaya atılan meteliği vurur… Yiğittir. Severim kendisini.”

Atatürk öfkesine hâkim olmak için suskunluğu doğru buluyor, güvendiği ve saygı gösterdiği arkadaşının davranışlarını saniye saniye kontrol ediyordu.

Recep Zühtü öfkesini bastırıp, “Ne o Ali Bey, sıra bize mi geldi?” diye mırıldanırken, eli silahının üzerine gitti. O ara Atatürk’ün sesi duyuldu:

“Ne oldu Falih’e? Falih Bey nerede?”

Nuri Bey’in bas bariton sesi duyuldu:

“Ali Bey, söylesene!”

Ali Çetinkaya ortamın gergin oluşunun farkına vardı:

“Ne söyleyeceğim, Nuri Bey?”

Nuri Bey sustu, Gazi oturduğu sandalyede gövdesini dikleştirdi, “Ne oluyorsunuz? Falih Bey nerede diye sordum?” diye tekrarladı.

Bu kez Edip Servet yanıt verdi:

“Ali Bey’in sözlerine gücendi. Yaver odasında oturuyor, Paşam…”

Birden parladı. Sabrının sonuna gelmişti. Mavi gözlerinin etrafındaki beyazlık kızardı, Ali Bey’e:

“Sen benim soframda, benim arkadaşlarımı darıltacak sözleri söyleme cesaretini nasıl bulursun, Ali Bey? Size bu hakkı kim verdi?” dedi.

Ok yaydan çıktı. Ama Ali Çetinkaya pervasızca konuşmasını sürdürdü:

“Paşam, ne kızıyorsunuz? Ben Falih Bey’e bilinmeyen bir şey söylemedim ki. Biraz arkadaşça takıldım o kadar. Başkaları söyler kızmaz, ben çıtlatırım mesele olur!”

“Ali Bey, seni bu konuşmalarından men ediyorum!”

Kendi kendine mırıldandı:

“Pekâlâ, Paşam, pekâlâ!”

Edip Servet sofradan kalktı yaver odasına gitti. Yaver Rusuhi Savaşçı, Falih Rıfkı ile oturuyordu. Edip Servet, Rusuhi Bey’e:

“Olay çıkabilir, içeri girsen iyi olur…” dedi.

Salona giren Rusuhi Bey, Ali Çetinkaya’nın bir adım gerisinde beklemeye başlarken, Falih Rıfkı ile Edip Servet de yerlerine geçti.

Gazi keskin bakışlarını Ali Çetinkaya’nın üzerinden bir an olsun ayırmıyordu, düşünceliydi…

Ali Bey birden yavere baktı, öfkeli sesiyle arkasında duran Yaver Rusuhi Bey’i göstererek:

“Bu adam, burada neden durur, Paşam?” dedi.

Gazi sert bir sesle karşılık verdi:

“Yaverim istediği yerde durur!”

“Bu adam sizin yaveriniz olamaz! Bu adam Nurettin Paşa’nın yaverliğini yapmıştır,” dedi

Ali Bey. Demesiyle Atatürk  kınından çıkmış kılıç gibi üzerine atıldı…

Ali Bey yalvar yakar olurken, Atatürk fırtınayı çabuk dindirdi. Devrim arkadaşını daha fazla rencide etmek istemedi, “Geç, edebinle otur!” diye bağırdı. Ardından, “Yemek gelsin!” diye seslendi. O sözler, sofranın dağıldığı anlamına geliyordu…
 

İHSAN ERYAVUZ NEDEN SUÇLANIYORDU?

Türkiye’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesinde uğursuz bir rol oynamış iki Alman gemisinden biri olan ve adı Goeben iken Yavuz’a çevrilen zırhlı, Mütareke yıllarında yaralı bir halde İstinye koyu’nda yatmış, daha sonra Tuzla ile Adalar arasında bir yere çekilmişti. Türk donanmasının yeniden kurulması için yeni bir tersaneye, Yavuz’un da onarıma ihtiyacı vardı. Bu nedenle Meclis, Yavuz’un onarımı için 1924’te Bütçe’ye 2 milyon liralık bir ödenek ayırmış, Gölcük’te bir tersane yapımı planlanmıştı…

Bu iş duyulur duyulmaz Enver Paşa’nın eski eniştesi Ömer Nazım Bey, hemen Alman Blohm und Voss şirketini aramış, Hükümetteki işleri takip için de şirketinin ortaklarından Bilecik milletvekili Dr. Fikret Onuralp ve Osmaniye Milletvekili olan İhsan Eryavuz’u devreye sokmuştu. Çünkü Fikret ile Ali Bey’in ortak şirketleri vardı.

Yavuz zırhlısının onarımı konusu sırasında İhsan Eryavuz Denizcilik bakanıydı ve İsmet İnönü tarafından yolsuzluk yaptığı gerekçesiyle hakkında meclise önerge sunulmuştu…

İhsan Eryavuz Keçiören’deki evinden alınarak tutuklandı.


İHSAN ERYAVUZ: ‘BENİ YORMAYINIZ, ÖLÜME HAZIRIM’

İhsan Eryavuz’un milletvekilliği 26 Ocak 1928 tarihinde düştü.
Meclis Soruşturma Komisyonu, 13 Şubat 1928’de İhsan Eryavuz ve Fikret Onuralp’in dokunulmazlıklarını “ANINDA KALDIRDI”, Yüce Divan’da yargılanmalarına karar verdi.

Otuz üç üyeli encümen kuruldu. Başbakan İsmet İnönü dahil konuyla bağlantılı herkes dinlendi. Yüzlerce dosya incelendi.
Yargılama öylesine hızlı işliyordu ki kısa sürede sonuca gelindi.

Soruşturma sürecinde İhsan Eryavuz artık bunaldığından olsa gerek son kez şunları söyledi:

“Ben derim ki Heyeti Celile’niz beni Divan-ı Âliye veriniz. Mesuliyetten korkmuyorum. Efendiler beni yormayınız, son iyiliğiniz bu olsun, rica ederim. Yirmi günden beri ıstırap içindeyim. Arkadaşlarım, dünyada her şeyden mukaddes bildiğim, evlâtlarımdan mukaddes bildiğim namusuma taan ediliyor, ben hırsızlıkla itham ediliyorum. Ben bundan ıstırap duyuyorum. Beni yormayınız, ölüme hazırım, istiyor musunuz efendiler şimdi kendi cezamı vereyim? Beni yormayınız. Efendiler ne istiyorsanız onu yapınız”

16 Nisan 1928 günü olmuştu. Karar çıktı:

“Dr. Fikret Onuralp’i dolandırıcılıktan 4 ay hapis, 100 lira ağır para, İhsan Eryavuz’u da görevi kötüye kullanmaktan ve rüşvet alma girişiminden 2 yıl ağır hapis ve 2 yıl memuriyetten men cezasına çarptırılmasına….”

İhsan Eryavuz, mahkûm olur olmaz Atatürk’e bir mektup yazarak ona olan bağlılığını bildirdi. Ama yanıt alamadı…

Peki günümüzdeki yolsuzluk iddiaları nasıl araştırılıyor, nasıl yol yordam izleniyor? Emniyet, yargı, meclis, vekiller, bakanlar nasıl tepki veriyor?

Yorum sizlerin


Notlar:

Olay, tarihe Yavuz-Havuz Yolsuzluğu olarak geçti.
Verilen karar, Yüce Divan’ın Cumhuriyet tarihinde verdiği ilk mahkûmiyet kararı oldu.
İhsan Eryavuz, memuriyetten de men edilmişti; zor günler geçirdi.
Siyasetten uzaklaşarak inzivaya çekildi; lakin Atatürk’e bağlılık mektubu yazmayı ihmal etmedi. Hatta Kılıç Ali vasıtasıyla Paşa’ya ulaşmaya çalıştı ancak başarılı olamadı.
Soyadını Topçu olarak değiştirdi.
6 Mart 1947 yılında hayata veda etti.

 


İhsan Eryavuz yargılanırken (Sağda)

Kaynaklar:

Yaşar Gürsoy, Çankaya’nın Kalemşoru-Bilinmeyenleriyle Falih Rıfkı, İnkilap Yay.,
Atatürk ve Can Yoldaşı Nuri Conker, Sia Yay.

İsmet Bozdağ, Atatürk’ün Fikir Sofrası, 1951 yılında Milliyet gazetesinde yayımlanan Ali Kılıç’ın

“Atatürk ve Hatıralar” yazı dizisinden alınmış, Falih Rıfkı Atay’dan dinlenmiştir.
Zeki Sarıhan, Odatv.com, (10.1.2014)

Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali Hatıralarını Anlatıyor, Derleyen Hulusi Turgut, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

TBMM (1920-1992) İhsan Ezherli - TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları No:54 (1992)
Cumhuriyetin 75 YILI Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık (Şubat 1999) ISBN:975-363-935 (20 Haziran 2000).