Tarihimizdeki İşbirlikçiler

Tarihimizdeki İşbirlikçiler
Tarihimizdeki İşbirlikçiler

Hey’et-i Nasiha’dan “Âkil Adamlar”a...

Hey’et-i Nasiha’dan “Âkil Adamlar”a...

 

Yakın tarihte karşılaştığımız hainliklerin bugünle ne kadar örtüştüğünü gözler önüne sereceğiz. İlim adamlarımızın görüşlerini vereceğiz. “Âkil” dediklerinin tiynetlerini niyetlerini ortaya koyacağız. Halkımızın üzerine gidilirken, millî irade boğulurken kenara çekilmeyeceğiz! Hakikatleri gözler önüne sereceğiz...

 

İşgalcilerle işbirliği zihniyeti şimdi de PKK’ya arka çıkıyor

 

Geçmişte Kuvâ-yı Milliye’ye karşı çıkanların takipçileri, bugün  PKK ile istişare  ediyor... Türk insanının  birliğini bozmak  için “Kara Liste”  oluşturdular,  “Akil Adamlar” diye  Anadolu’ya
 yolladılar

 

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı Devleti’nde “zararlı” ve “faydalı” dernekler kurulmuştur. Bugüne o kadar benziyor ki... Bu dernekler içinde o zamana göre Neo-İslâmcılar ve Türkiye’den ayrılmak isteyenler kol koladır, tıpkı bugün olduğu gibi...
Recep T. Erdoğan’ın talimatıyla teşkil edilen “Âkil Adamlar” dedikleri “Kara Liste”yi incelediniz mi? Bu sütunlara bütün listeyi alamayacağım. Zaten zamanımızın teknolojisi, bu “Kara Liste”yi tarihe taşıyor. İstenildiği zaman hemen girer görürsünüz. Ama herkes hususiyetlerini bilmeyebilir. Onun için, bu sütunları “Âkiller” dedikleri “Kara Liste”deki bazı isimlerle işgal ediyorsam, sebebi o “mülevvesler”in hususiyetlerini de bilmeniz içindir.

 


Bölücü-yıkıcı dernekler

 


Dün dediğim gibi, Osmanlı parçalanırken akbabalar, küme küme pike etmeye başladılar. Bunlardan Teâlî-i İslâm Cemiyeti üzerinde durursak, diğerlerini de anlamış oluruz!
İlk kurulduğunda adı Cemiyet-i Müderrisîn idi. Sonra Teâlî-i İslâm Cemiyeti adını aldı. Teâlî “yücelme” demektir. Yani İslâmın yücelmesi. İlim ve İslâmiyeti sevdirmeyi, öğrenmeye teşvik etmeyi gaye edinmişti. Niyet hâlis ama!.. Arkası fecî!..
Cemiyetin tüzüğünde “politik” olunmayacağı yazılı. Ancak...
Anadolu Harekâtı başlayınca, Kuvâ-yı Milliye aleyhine 26 Eylül 1919’da çok ağır bir beyanname yayınlamışlardır. Keşke yerim olsaydı da beyannamenin tamamını versem ve bugünle ne kadar benzeştiğini satır satır göstersem! “Analar ağlamasın!” deyip milleti PKK’nın kucağına atanlar, geçmişte bizi nasıl işgalcilerin kucağını atmak istediklerini bu beyannameyi okuyarak öğreneceklerdir. Ama adamların beyinleri keçeleşmiş, bir şey anlatamazsınız; örnek de almazlar. Beyannamenin bütün satırları, kin ve işgalcilere bağlılık... Hitap ettikleri kitle Kuvâ-yı Milliyeciler:
“Düşünmüyorsunuz ki Yunanlılara fazla zayiat verdirmek bile bundan sonra bizim için hayırlı ve menfaatli bir şey olmaz; hudânegerde sizin yalanlarınızı şahit tutarak işgal ettiği memleketimizde; ‘bu kadar kan döktüm ve şöyle fedakârlık ettim, böyle emek çektim’ diyerek hakk-ı feth davasına kalkar! Hem sizler ey yalancı ve denî şakîler! Kendi milletimize karşı ecnebî milletlerden hiçbirinin yapmadığı şekavet ve şenaatleri irtikâb edip dururken milleti, eşrafı memleketi, ulemâyı asıp keserek mallarını yağma ederken kendinize ne hakla, ne yüzle, ne utanmazlıkla Kuvâ-yı Milliye nâmını veriyorsunuz? Milleti öldürerek, mahvederek hukuk-ı milleti müdâfaa edeceksiniz öyle mi? Utanmaz hâinler, Artık yetişir, yakamızı bırakın: Cenâb-ı Hakk’ın gazap ve lâneti sizin üzerine olsun! Şimdi sulh imzalandı Kuvâ-yı Milliye belâsının tevlit ettiği mecburiyetle galip devletlere karşı yeniden taahhüt altına girdik. Devletler şimdi bize: “Eğer Anadolu’da Kuvâ-yı Milliye isyanını devam ettirir ve bastıramazsanız İstanbul’u da elinizden alacağız” diyorlar. Kuvâ-yı Milliye eşkıyası ise İstanbul’u da elimizden çıkarmak ve memlekete son hizmet şeklinde son ihanetlerini de yapmak için çalışıyorlar.”
Zamanımızla ne kadar benziyor! Eşkıyayı tepeleyin, diyenlere “Siz kan akıtmak istiyorsunuz!” diye saldırıyorlar ve “eşkıya” ile, Lütfü Öztürk Bey’in hatırlattığı gibi, müzakereye bile değil, istişareye oturuyorlar!
Yukarıdaki satırları yazanlar da “işgalci Yunan” için zayiat verdirmeyin, diyebiliyor! Siz de “PKK’lılara zarar vermeyin!” demiyor musunuz!
Bu beyannamenin şedit savunucusu, Damat Ferit’in 4 Mart 1919’da kurduğu ilk kabinesinde “Şeyhülislâm” sıfatıyla yer alan Mustafa Sabri Efendi (1869-1954) idi. Türkiye’yi yok edecek Sevr Antlaşması’nın imzalanması yönünde Vahdettin karşısında görüş bildirmişti. Bu yüzden karısının bile itâb ve ithamlarına maruz kalan Mustafa Sabri Efendi, yolundan asla dönmedi.
Bu Sabri Efendi, hiç şüpheniz olmasın, Ak Parti yönetimi nezdinde “haksızlığa uğramış” bir muteber kişidir!
Bu bildiriden sonra ismi değişmiş, Teâlî-i İslâm Cemiyeti adını almıştır.
Sulh ve Selamet-i Osmaniye Fırkası: Padişahın fikirlerini ve Damat Ferit Hükûmetinin poli-tikalarını des-teklemiştir. Ülkenin kurtuluşunu padişah ve halifenin emirlerine sıkı sıkıya uymakta görmüştür.
İngiliz Muhipleri Derneği, ABD mandası olmamızı isteyen Wilson Prensipleri Cemiyeti, Hürriyet ve İtilaf Partisi, Kürt Teâlî Cemiyeti... Son cemiyet üzerinde durmak gerekir ama uzatmayacağım. Bunların yanı sıra daha birçok etnik kuruluşlar vardır.
Gayrimüslimler de akbabalar gibi Osmanlı üzerine “pike” etmişlerdi!
Bunlar arasında Mavri Mira, Yunan Kızılhaçı ve Göçmenler Cemiyeti, Trakya Rum Komitesi, Etnik’i Eterya, Pontus Rum Derneği, Kordos (Rum Göçmenler Cemiyeti), Taşnak Sütyun Partisi - Hınçak Derneği yer alır.

 


Bugünden farkı yok

 


Bütün kuruluşların zamanımızdaki bazı kuruluşlarla arasında nasıl bir fark var? Meselâ PKK ve bağlı bir sürü kuruluşu, İHD, Mazlumder, TESEV, içimizdeki yabancıların strateji kuruluşları... Meselâ; İHD ve “Neo-İslâmcı” Mazlumder’in faaliyetlerini inceleyin, nasıl bir neticeye varacaksınız? Konuyu daha açsam beni hemen mahkemeye veriyorlar. Mazlumder’in, İHD’nin başkanları da bahsettiğim “Âkiller” (Kara Liste) içindeler. Bu iki derneğin başkanı PKK ile rehineleri almak için protokol imzalamışlardır. Mazlumder’in beni şikâyetinin savcılıktan döndüğünü burada belirteyim. Ayrıntılarını sonra yazacağımı söylemiştim. Yine bunlar içinde “Hepimiz Ermeni’yiz” grubunun faal üyeleri var... Bu üyelerin içinden en az üçü beni mahkemeye verdi, onlar da savcılıktan döndüler! Benim yazdıklarım ortada, onların yazdıkları da... Onlar “Türkler Ermenileri kesmiştir!” iddiasıyla ortaya çıktılar, PKK’ya destek verdiler, onun için “âkil” yapıldılar. Hasan Celâl Güzel Bey’in dediği gibi, bize teklif gelseydi, “Allah’ın ben bu halka ihanet mi ettim, bende ne kusur buldular!” diye kahrolurdum.

 

Millî Mücadelenin ve Kuva-yı Milliye’nin
akıllı adamı Mehmet Akif gibi aydınlardı

 

Konuyla ilgili bir değerlendirme yapan  Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nurullah Çetin, nasihat heyetlerinin asıl amacının, isyancı Rum çeteleri ikna etmek ve eşkıyalıklarına son vermek değil, Türkleri ikna etmek olduğuna dikkat çekiyor. “Bir devlete isyan etmiş hangi terör örgütü, o devletin nasihatını dinlemiştir şimdiye kadar?” diye soran  Prof. Dr. Çetin, “Tarih, böyle bir şey kaydetmedi. Tarihin kaydettiği şey, isyan eden eşkıyanın tenkil edilmesidir” diyor.
Nasihat heyetlerinin bütün gayretinin, Türklerin millî direnişte bulunmamalarını sağlamaya çalışmak olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Çetin, değerlendirmesini şöyle sürdürüyor:
Onlara göre Türkler uyanmamalı, her durumu, her olumsuzluğu, her haksızlığı olduğu gibi kabul edip hazmetmeli ve sesini çıkarmamalı idi. Barış ancak böyle gelirdi.
Nasihat heyetlerinin yaptığı propaganda çalışmalarından biri, İttihat ve Terakki Partisi’ni Türk ırkçısı, zalim, barbar, dinsiz, Bolşevik; ama Türk düşmanı unsurların hâkim olduğu ve Batılı işgalci güçleri destekleyen, onlarla işbirliği yapan Hürriyet ve İtilaf Partisi’ni iyi, başarılı ve milletin hayrına göstermekti.
Ülkenin her tarafını dolaşan bu nasihat heyetleri, gittikleri her yerde vatan, millet, bayrak, devlet, din sevdalısı Kuva-yı Milliyecileri kötülediler, onları din ve padişah düşmanı, maceracı, ilan ettiler. Milletimize, millet fedailerini çıldırmış, dağa çıkmış eşkıyalar olarak göstermeye çalıştılar. Tek yolun ve çarenin, işgalci İngilizlerle ve Amerika’nın akrabalarıyla uzlaşmak, onların emri altına girmek olduğunu anlattılar.
Türk milletine kurulmuş bu tezgahın 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkıp başlattığı Anadolu kıyam harekâtı ile bozulduğunun altını çizen Prof. Dr. Çetin, yaşanan tarihi süreci şöyle özetliyor:
“Türk’ün çelikten iradesi, millî vicdanın sembolü olan Mustafa Kemal, bozkurt asaletiyle Anadolu ufuklarında görünmüş, mazlum ve mağdur Türk’ün, ebediyen yok edilmek istenen Türk’ün önüne düşerek, diri bir umuda tercüman olmuştur. Türk milletine bu nasihat heyetlerinin ‘yurt içinde halkı zehirlemek’ için dolaştığını, onlara itibar etmemelerini, onların sözlerine kulak asmamalarını anlattı. Bu nasihat heyetlerinin gerçek kimliğini gösterdi.
Bu noktada Mehmet Akif ve benzeri Türk aydınlarının oynadığı önemli role de dikkat çeken Prof. Dr. Çetin, değerlendirmesini şöyle tamamlıyor:
Mustafa Kemal Paşa, işgalcilerin propaganda memuru olan nasihat heyetlerine karşı Mehmet Akif gibi hakiki Müslüman, saf milliyetçi, sahih Türk aydınlarını Anadolu’ya göndererek psikolojik tahribata karşı psikolojik tamirle cevap verdi. Emperyalizme direnen Atatürk’ün, Millî Mücadelenin, tam istiklâlci Kuva-yı Milliye’nin akıllı adamı, Mehmet Akif’ti. Nitekim Millî Mücadele başlayınca Mustafa Kemal, Mehmet Akif’i Ankara’ya davet etti. Akif de tereddütsüz kabul edip Millî Mücadeleye katıldı. Eşref Edib’e de: “Bizim tarafımızdan halkı tenvire (aydınlatmaya) ihtiyaç varmış. Meşihattakilerle temas et Harekât-ı Milliye aleyhinde bir halt etmesinler?” dedi. Yani, “Haçlı işgalcilerle işbirliği yapan bir kısım İslamcı ve alim geçinen, İslam Teâli Cemiyeti, İngiliz Muhipleri Cemiyeti gibi ihanet derneklerine giren adamlara söyle, Anadolu’daki Kuva-yı Milliye aleyhine çalışmasınlar” diyerek safını belli etti.
Millî Mücadelemiz bir yönüyle emperyalist Haçlı ordularının vatanımızı işgalini hayırlı bir iş olarak anlatan, bu anlamda psikolojik harekât yapan, milletimizin algılarını yönlendirmek için görevlendirilen ve işgalcilerin yerli işbirlikçisi olan Damat Ferit’in nasihat heyetleriyle, Millî Mücadeleyi Haçlılara ve eşkıyaya karşı bir cihad olarak anlatan Mehmet Akif gibi aksakallar arasında geçti. Millî Mücadele zaferi bir anlamda, Türk’ün vicdanı olan aksakalların, emperyalizmin sözcüsü olan nasihat heyetlerine karşı zaferidir.”

 

Âkil Adamlar mı Âkil insanlar mı?

 

“Âkil Adamlar” diyoruz. İçlerinde kadınlar da olduğu için “adam” denmemesi gerekir gibi zırvaları yazıp duruyorlar. Kimileri  “âkil insanlar”  diyor. Yanlış. İçlerinde kadınlar da olsa “Âkil Adamlar”dır. Dinen de bunun izahı vardır, dil tahlili açısından da... “Adam” kelimesini biliyorsunuz; “Âdem”den gelir. Kadının yaratılışı da “Âdem” dendir.
Gerçi müfessirler  “yaratılış” meselesinde farklı yorumlar getirirler, o hususları ilim adamları tartışa dursunlar, genel kanaat çerçevesinde meseleyi ele alalım:
“Ey İnsanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabb’inize hürmetsizlikten sakının.” (Nisâ, 4/1)
 “Kadın” yeni keşfedilmiş gibi, “adam” demeyelim, “kadın” diyelim diye şımarıklık edilmesi, Türkçeyi karıştırmaktır. Kimse ne erkeği, ne kadını inkâr edebilir, ne görmemezlikten gelebilir ne de “kadın”a hürmetsizlik eder. Onun için kavramları yerli yerince kullanmalıyız. Yaratılıştaki kaynak da ayrı ayrı değil; bir, yani Âdem!
Türkçede kadın ve erkek “bir” bilindiği için, dişilik-erlik ekleri yoktur. Ancak adlandırmayla kadın ve erkeği ayırt ederiz. Hatta “oğul” kelimesi aslında kız ve erkeği birlikte ifade ederdi. Şimdi “oğul” deyince yalnız erkekleri anlıyoruz.
Türkçede kadını ve erkeği ayırmaya kakarsanız, kelimelerin altında ezilirsiniz ve netice alamazsınız. Bazı alışılmış kelimeler vardır müdür-müdire, kâtip-kâtibe gibi... Ama bunlar münferittir ve unutulmaya yüz tutmuştur. Zaten Arapçadan geçen kelimelerde görülür.
Uzatmadan “âkil” meselesini bir daha izah edelim: Arapça ‘akale (akıl etti, düşündü, anladı) fiilinden gelir. Baştaki ses ayın’dır, ikinci ses de kaf’tır. Onun için ekele (yedi) fiilinden ayrılır. Zaten ekele’de elif ve kef sesleri ‘akale’yi farklılaştırıyor. Bazıları, âkil’in çokluğunu  “ukalâ” diye açıklıyor ama ukalâ, ‘akîl’in çokluğudur. ‘Âkıl dilbilgisi kurallarına göre ism-i fâil olarak doğru olsa bile Araplar ‘akîl’i kullanırlar. Bilir bilmez ukalalık edenler izahata girişmeye başlarlar: Yok âkil dersek “akıllı” dememiş oluruz, “âkil”le (yiyinle) karıştırırız falan... “Âkil” (yiyen) (çokluğu: Ukkâl) kelimesi kullanılıyor mu? Eski metin çok okudum, yiyen manasına “âkil” kullanışı aklıma gelmiyor ama “âkıl” (âkil=akıllı) çok karşıma çıkmıştır. Onun için “âkil” diyeceğiz. Yine “âkil insanlar” diyerek feminist zıpırlığı etmeyeceğiz, “âkil adamlar” demeye devam edeceğiz!

 

Yarın: Öcalan’ın yol haritasını harfiyen izliyorlar