Bölücü yalanlara bilimsel kanıtlar

Bölücü yalanlara bilimsel kanıtlar

Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun, otantik kültür değerleri açısından Batı Anadolu'dan daha Türk olduğuna dikkat çeken merhum Prof. Dr. Mehmet Eröz'ün "Doğu Anadolu'nun Türklüğü" adlı önemli eseri, etnik bölücülüğün tezlerini ilmi verilerle çürütüyor. Değerli bilimadamı Prof. Dr. Mehmet Eröz, büyük bir titizlikle saha araştırmalarına dayanarak yaptığı araştırmalarında belli bölgelerin muhtelif zümrelerle anılır olmasını kabul etmemiş, lengüistik, etnografik ve tarihî vesika ve kaynaklara dayanarak Doğu Anadolu'nun Türklüğü'nü göstermiştir. Bu düşüncelerini de şu sözlerle ifade etmiştir:

Okumuşumuz olsun, cahilimiz olsun, Doğu illeri hal­kına hemen "Kürt" der, çıkar. Hiç hatırına getirmez ve hattâ bilmez ki, Doğu illerinde yerli şehir Türkleri, Türk­menler, Karakalpaklar, Azeriler de yaşamaktadır. Kürt diye anılan insanlar Kurmanç ve Zaza adı veri­len iki büyük zümreye ayrılmaktadır. Bunlardan Zazalar, Kürtlüğü kat'iyen kabul etmeyip, Kurmançların Kürt ol­duğunu, kendilerinin ise Zaza olduğunu söylerler. Ancak bazı görüşler bu hükmün istisnasını teşkil eder. "Kürtçü" görüşü savunanlara göre, bir Kürt ırkı vardır ve Kurmançlarla Zazalar bu ırkın şubelerini teşkil eder. Beynelmilel cereyanlar da böyle sun'î bir ırk yaratıp, Tür­kiye'yi parçalamak istediğinden, yurt sathında filizlenme imkânı bulan bu muzır fikirleri yeşertmek için çırpınırlar. Doğu ve Güneydoğu Anadolu, otantik kültür değerleri açısından Batı Anadolu'dan daha Türk'tür. Mesela coğrafî şartlardan dolayı Hakkâri ve Tunceli'nin nüfus hareketliliği son derece zordur. Böyle olmakla beraber bu illerde yapılan halı-kilimlerle Sibirya, Orta Asya ve Moğolistan'daki Türklerin yapmış oldukları ha­lı-kilimlerin üzerindeki damgalar niçin aynıdır? Diğer yandan dünyada bilinen ilk koç-koyun başlı mezar taşları 1772'de Rus arkeologlarca Altaylarda bulmuş (altı adet) olup, tarihleri M.Ö. X. asır olarak belirtilmişken, nasıl oluyor da bu mezar taşlarının son örnekleri Tunceli ile Hakkâri'de karşımıza çıkıyor?

Aynı menşeden gelen; tarihî ve içtimaî kader birliği olan Türk zümrelerini bölmek; millî birliğimizi ve dirliğimizi bozmak; vatanımızı yıkmak isteyenlerin oyunlarına karşı, eserimizin uyarıcı ve aydınlatıcı tesirleri olursa, kendimizi bahtiyar sayacağız.

Bu önemli eserin konu başlıklarından bazıları şöyle:

*Bir Kürt Milliyetinden Söz Edilebilir mi? *Doğu Anadolu Halkı *"Kurmanç" ve "Zaza" Sözlerinin Aslı *"Kürt" Sözü Ne Manâya Geliyor? *Kurmançça ve Zazaca Konuşan Kürt Oymakları *Şerefnâme'ye Göre Kürtler *Kürtlerde Şahıs İsimleri *Kürtlerde Kabile ve Aşiret İsimleri *Doğu Anadolu Yer Adları (Şerefnâme'de geçen) *Örf, Âdetler *Karakeçililer *Karakeçililerde Maddî Kültür *Ziya Gökalp'ın Karakeçililer Hakkındaki Fikirleri ve Diğer Kurmanç Oymakları *Pazarcık'ta (Maraş) Kurmançça Konuşan Aşiretler *Güneydoğu Zazaları *Kürtçe Diye Bir Dil Yoktur *Doğu Anadolu Köy Adları *Türk Soy, Uruk, Ulus, Boy ve Oymak Adları ile Kurulan Doğu Anadolu Köyleri *Küçük Boy ve Oymak Adlarını Alan Köyler *Totemik İzler Taşıyan Doğu Anadolu Köyleri *Eski Türk Kültürü ile ilgili Olarak İsimlendirilmiş Olan Doğu Anadolu Köyleri *Türkistan, Azerbaycan ve Diğer Türk İllerindeki Köy ve Kent İsimlerini Alan Doğu Anadolu Köyleri *Eski Türk Ünvanlarını, Yerleşme ve Akrabalık Kelimelerini İsim Olarak Alan Köyler *Coğrafî Duruma Göre İsimlendirilen Köyler

Ötüken Neşriyat Tel:(0212) 251 03 50

***

Başkent edebiyatçılarının dünyası

Ankara, uzun tarihi boyunca çeşitli devletler tarafından yönetilen, işgal edilen, kuşatma altında tutulan, bazen yakılan-yıkılan ama her zaman stratejik önemini koruyan bir şehirdir. Frig, Galat, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerini yaşayan Ankara, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın dediği gibi, uzun tarihinin şaşırtıcı terkipleri ile doludur. Yaklaşık bir asır evvel Ankara'nın önce Millî Mücadele merkezi, ardından da başkent seçilmesi, şehrin yıldızının yeniden parlamasını hazırlamıştır. Ankara, özellikle başkent olduktan sonra Türk edebiyatına yön veren bir edebî muhite de dönüşmüştür." Bir Edebî Muhit Olarak Ankara", şehrin bu özelliğinin, 1923-1980 yılları arasındaki birikim gözetilerek değerlendirildiği bir çalışmadır.

Dört ana bölümden oluşan çalışmada Necati Tonga, titiz bir araştırma ile başkent Ankara'nın edebiyat haritasını çıkarıyor. Önce Ankara'nın edebî bir muhit olmasındaki etkenleri belirliyor. Ardından, Ankara'da şair ve yazarların iletişim ortamı olan, eserlerde de yansımaları görülen pastane, lokanta, meyhane, bar, kahvehane türünden edebiyat mahfillerini inceliyor. Başkentteki şair ve yazarların birer mahfile dönüşen evleri ile kitabevleri, dergi idarehaneleri, dernekler, oteller ve tiyatroları da edebiyat mahfili olarak değerlendiriyor. "Bir Edebî Muhit Olarak Ankara", bir şehrin edebî muhitini anlamak yolunda önemli bir adım olmasının yanı sıra başkentin yakın dönem kültür tarihi ile ilgili önemli bilgiler, belgeler ve fotoğraflar da içeriyor. Kitabın temel kaynaklarını; hatıra, mektup ve günlük türünden oluşması eseri daha değerli hale getiriyor. Modern Türk edebiyatının bütün yenileşme hamlelerini hazırlayan Ankara'yı ve bu hamleleri kuşatan siyasal ve kültürel atmosferi anlamak için kaynak bir kitap.

Çolpan Kitap Tel:(0312) 419 80 96

***

HAFTANIN KİTABI

O marşın hikayesi

Araştırmacı yazar  Serap Yeşiltuna, son dönem Türkiye'sinde gözde bir marş haline gelen İzmir Marşı'nın öyküsünü, "İzmirin Dağlarında Çiçekler Açar" adıyla kitaplaştırdı. Mustafa Ali Kasap'ın fırçasından çıkmış tablolarla süslenmiş kitap hakkında Serap Yeşiltuna şu bilgiyi veriyor:

Aslında bu marşın orijinali "Kafkasya Dağları'ndan Çiçekler Açar"dır. Marş 1914'de Kafkas Harekatı ve sarıkamış için İzzettin Hümayi Elçioğlu tarafından bestelenmiştir. Sözler İzmir'in işgali ardından Atatürk'ün samsun'a çıkması ve yaklaşmakta olan kurtuluşun müjdesiyle halk tarafından  değiştirilip İzmir'in kurtuluş sloganı haline getirilmiştir. İzmir'in dağlarında açan çiçekler işte o kurtuluşun müjdesidir! Filiz veren, mis kokulu Türk bayrağıdır, yani bir ulusun kurtuluşu!

Her kurtuluş bir bahar getirir, bahar da çiçekleri... O gün neden yasaklanıyorsa bugün de o nedenle söyleniyor İzmir Marşı!

İleri Yayınları Tel:(0212) 481 92 57

***

Asırlık hatıra

 

1916 yılında Türkçü-Turancı bir bakış açısıyla Mehmed Nafi tarafından yazılıp yayınlanan "Türk'ün romanı'nda, Türk birliği ülküsü ön planda yer alırken, Türklerin vatan sevgisi, Türklere özgü hasletler ve Türk kadınının devlet yönetimindeki yeri de okuyucuya aktarılıyor.

Ayrıca Cengiz Han'ı Türk soyundan sayan görüşe uygun olarak 100 seneyi aşkın bir zaman öncesinde kaleme alınan bu roman, taşıdığı mesajlar itibarıyla da çok dikkat çekici.

Eseri, Osmanlıca orijinal baskısından Haluk Kalaycı yayına hazırlayıp bir asır sonra gündeme taşıdı.

 

Ceren Yayıncılık Tel:(0284) 225 63 65

***

KÜTÜPHANEMDEN

Bedeli ödenmiş bir yazarlık örneği

Ali Sirmen günümüzün usta kalemlerinden biri. Elimde 1990'da ikinci baskısını yapmış bir kitabı var. Bu kitap daha sonra da yeniden basılmış. Adı çok çarpıcı: Erkeklere Mahsus... Okuduktan sonra kitabın niye erkeklere mahsus olduğunu anlayacağınız bir çalışma. İlhan Selçuk, kitabın önsözünde Ali Sirmen ve kitaba dair şunları söylüyor:

"Yazı canlı bir yaratıktır, soluk alıp verir, kimi zaman sesini yükseltir, kimi zaman çığlık atar, koşmaya başlar, sorna durulur, yorulur, her okuyanla yeniden tazelenir, canlanır, dirilir, doğar çiftleşir çoğalır..

Türkiye '12'den 12'ye' gürül gürül yaşadı. Kan, gözyaşı, umut, umutsuzluk, ölüm, hayat, özgürlük, tutsaklık, işkence ve cezaevi üstüne kurulu yaşamların sıradanlaştığı süreç daha noktalanmadı.

Ali Sirmen hem 12 Mart'ta, hem de 12 Eylül'de gözaltına alındı, tutuklandı, yargılandı, yıllarını dört duvar arasında geçirdi. Neden?

Bir tek nedeni var!

Ali Sirmen'in başına bütün bu işler 'yazar' olduğu için gelmiştir. Yazarlık kolay değil bugünkü Türkiye'de, gerçek bir yazarın ödediği bedel, kimi zaman çok ağır oluyor, ama bu bedelin bir de yazara dönük yanı var:

Aklın saydam bir su gibi durulması, mantığın pekişmesi, bilgeliğin tümcelere, sözcüklere, noktalara, virgüllere yansıması...

Ali sirmen'in yazarlığı kolayca elde edilmiş bir yazarlık değil, bedeli ödenmiş bir ustalıktır..."  

                                                                                                                               (Ahmet Yabuloğlu)